M. Sarmış: Peki, Demokrat Parti döneminde siz artık delikanlısınız. Babanızın yanında çalışıyorsunuz. O döneme dair söyleyecekleriniz var mı?
Mahmut Apaydın: Ben çocukluğumdan itibaren siyasetle uğraşıyorum.
M. Sarmış: Siyaset konusuna daha sonra geleceğiz. Mesela zikirlere katılıyorsunuz. Namaz da kılıyor musunuz?
Mahmut Apaydın: Tabii tabii. Çocukluğumdan beri beş vakit namazımı kılıyorum. Her sabah bir melaike beni namaza kaldırıyor.
M. Sarmış: Nasıl?
Mahmut Apaydın: Mesela bir yerdeyim, etrafımda arılar dolaşıyor. Korkuyorum, uyanıyorum, bir bakıyorum sabah ezanı okunuyor. Bunun gibi rüyalarla uyandırılıyorum. Kimse beni uyandırmıyor
M. Sarmış: O zaman namazlarınızı camide mi ev de mi kılıyordunuz?
Mahmut Apaydın: Çoğu zaman dergâha gidiyordum, bazen de evde kılıyordum. Namazdan sonra da dükkâna gidiyordum.
M. Sarmış: Çocuksunuz, gençsiniz. Arkadaş çevreniz yok mu? Oyun oynamıyor musunuz? Eğlenmiyor musunuz?
Mahmut Apaydın: Yok. Biz çocukluğumuzu yaşayamadık. Meslek dolayısıyla sürekli işimiz olurdu. Evden işe, işten eve, camiye, hep böyle…
M. Sarmış: Babanız size nasıl davranırdı. Eski babalar oldukça sertti, sık sık döverdi.
Mahmut Apaydın: Bazen Balıklıgöl'e yüzmeye giderdim, alışmak için. Döndüğüm zaman babam beni döverdi. Ondan dolayı yüzmeyi öğrenemedim. O bölge çok berbattı o zaman. Bir sürü ipsiz sapsız adam vardı. Babam başımıza bir şey gelir diye korkuyordu.
Ahmet Apaydın: Hatta babam bu yüzden beni bir gün iki üç saat dövdü. Nasıl dövdü? Evde imalat yapıyorduk, dükkâna taşıyorduk. Bir gün dükkândaki önlüğü mü kirliydi, artık neyse, bana dedi ki "Al bunu eve götür, annene ver, yıkasın." Ben de Mecme'l-Behr'den geçip sağa döneceğim, eve gideceğim. Çocuklar Mecme'l-Behr'de yüzüyorlar. Ben de seyretmeye başladım. Çocukluk bela. Bir çocuk geldi. Dedim "Burada kırmızı bir balık vardı, gördün mü?" Çocuk bakınırken iteledim, suya düştü. Çıktı, birbirimize düştük. Kavga, dövüş, neyse. Sonra eve geldim. İçeri bir girdim, babam. Çok kızmış. "Nerede kaldın?" dedi. Hık mık… Başladı beni dövmeye. Başımıza bir şey gelir diye korkuyor. Çok pis adamlar vardı oralarda.
M. Sarmış: Peki böyle bir babanız var. Sizin İngilizce öğrenmek için yabancı kızlarla mektuplaşmanıza bir şey demedi mi Mahmut abi?
Mahmut Apaydın: Onu da Derviş Hocaya sormuş; "Oğlum İngilizceye çalışıyor; müsaade edeyim mi, yasaklayayım mı?" Derviş Hoca diyor ki "Aman ha! Yasaklama, bırak öğrensin. Bir lisan bir insandır, iki lisan iki insandır. Düşmanın dilini öğrenmek faydalıdır. Mani olma, teşvik et." Bunu da babam değil, daha sonra Derviş Hoca bana söyledi.
M. Sarmış: Yani siz de Derviş Hoca ile tanışıyorsunuz, konuşuyorsunuz.
Mahmut Apaydın: Evet. Ben çocukluğumdan itibaren büyük insanlarla oturup kalktım. Hatta bir gün annem bana "Senin arkadaşların baban yaşında." dedi. Ben de ona dedim ki "Babam yaşında olacaklar ki faydalanayım. Benim yaşımdakilerde bir şey yok. Ben onlardan ne öğreneceğim?" Çok büyük insanlarla oturup kalktım.
M. Sarmış: Mesela bunlar arasında kimler var? Derviş Hocadan başka…
Mahmut Apaydın: Arap Hoca var. Molla Sait var. Amcamın tarikat ve zikir arkadaşları var. Babamın arkadaşları var.
M. Sarmış: Onlarla nasıl görüşüyorsunuz?
Mahmut Apaydın: Vaazlarına gidiyorum, sohbetlerine gidiyorum. İşte Derviş Hoca Yusuf Paşa'da vaaz ediyor, oraya gidiyorum. Arap Hoca "Kıbrıs Tekkesi"nde oturuyor, oraya gidiyorum. Bir keresinde yine Yusuf Paşa Camiindeyim. Bir cuma günü. Çok sonraları tabii. Caminin üst katında "tahtabent"te (asma kat) oturuyorum. Şu anda yok, yıktılar. O sıralarda CHP'li bir Urfa milletvekili Diyanet İşleri Başkanını tokatlamıştı. Derviş Hoca ondan bahsetmeye başlayınca dayanamadım, oturduğum yerden "Hoca! Hoca!" diye bağırdım. "Kabahat onun değil, kabahat ona oy verip Ankara'ya gönderenlerin!"
(Mahmut Beyin bahsettiği o olayı daha sonra araştırdım. 1979 yılında oluyor. Urfa CHP milletvekili Celal Paydaş, bir personel görevlendirilmesi ile ilgili olarak dönemin Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç'ın makamına girip silah çekiyor. Olay basına yansıyor, çok tartışılıyor.)
M. Sarmış: Küçüklükten beri tavrınız sert, diliniz sivri imiş.
Mahmut Apaydın: Yapı meselesi. Namazdan sonra Derviş Hoca dükkâna yanıma geldi. Dedi Mahmut "Ne yaptın?" Dedim "Ne yaptım?" Dedi "Sen seni ipe verip ipten geri almadın." Dedim "Kürsüde değilim ki, oturduğum yerden nasıl geri alayım?" Dedi "Ben sert konuşuyorum, kendimi ipe veriyorum, fakat sonra da ipten geri alıyorum." Şu an Facebook'taki yazılarıma bakarsanız, ben kendimi ipe veriyorum, ipten de geri alıyorum. Savcıyı şaşırtıyorum. Savcı benim yazılarımı bir defa okusa hemen ifadeye çağıralım der. Ama ben tedbirimi de alıyorum. Hep takma isim kullanıyorum. Şimdiye kadar belki on defa isim değiştirdim. Gazetelerde yazı yazarken de sık sık isim değiştirirdim. Niye? Kimse günahımı almasın diye. "Yav bu adam esnaf. Ne tahsili var, ne kültürü var. Bu yazılar kendisinin değildir. Başkası yazıyor." desinler diye…
M. Sarmış: Urfa'da herkes Demokrat Parti deyince Vali Kadri Eroğan'ı hatırlıyor. Kimi "Babo" diye övüyor, kimi birçok tarihi eseri yıktı diye kızıyor. Yıldız Hamamını yıkmış. Sizin dükkân da o zaman yıkılmış.
Ahmet Apaydın: Evet. 1959 senesinde. Ben bizzat gördüm. Elinde kazma hamamın üstüne çıktı. Vurmaya başladı. Millet de kendisine yardım etti. Her şey olduğu gibi yıkılıyor. Kurnası, suyu, sabunu olduğu gibi duruyor. Üstelik herkes içindeyken yıktılar. Kadri Eroğan'ın buradan gidiş sebebini de söyleyeyim. Vasfi Gerger diye bir avukat vardı. Yiğit bir adamdı. Kadri Eroğan kendisine "valilik" taslamış. Bunun üzerine ona bir tokat atıyor.
M. Sarmış: Avukat valiye tokat atıyor…
Ahmet Apaydın: Evet. Bunun üzerine mahkemelik oluyorlar. Ankara'ya haber veriyorlar. Bunun üzerine valiyi Urfa'dan alıyorlar.
M. Sarmış: Arap Reşo'nun oğlu Mehmet Polat'ın yakalanmasını, halka teşhir edilmesini hatırlıyor musunuz?
Ahmet Apaydın: Ben gördüm. Belediye Başkanı Hacı Tevfik Saraç (1955-1957) kendisini himaye ediyor.
M. Sarmış: Evinde saklamış diyorlar.
Ahmet Apaydın: Dağlarda saklıyor. Evine gelip harçlık alıyor. Bir gece yine evine gelince, Naci Saraç, belediye başkanının babası, kızıyor, "vuracağım, edeceğim, bitireceğim" gibi şeyler söylüyor. O hengâmede artık nasıl oluyorsa, Mehmet korkup silahını çekiyor ve Hacı Tevfik'i vuruyor. Ondan sonra da kaçıyor. Nereye kaçacak? Yıllarca dağlarda, bağlarda saklanıyor. Beş yıl. Bu arada altı yedi kişiyi daha öldürüyor. Sonra Hacı Tevfik'in hanımı gidiyor valinin yanına. Vali Kadri Eroğan. Elinde bir kese altın. Neyse artık. Çok zengin. Diyor ki "Onu kim yakalarsa bu altınları ona vereceğim." Kadri Eroğan diyor ki "Ben yakalatırım." Devletin elinden kaçar mı? Valinin konağının yerinde şimdi pasaj var.
M. Sarmış: Cebeci İş Hanı. Ben de o konağı hatırlıyorum. Çok güzeldi. Maalesef 12 Eylül Döneminin valisi Erdoğan Cebeci yıktırıp kendi adını taşıyan şimdiki pasajı yaptırıyor.
Ahmet Apaydın: Vilayet binası da şimdi Kültür Müdürlüğünün olduğu taş bina. İki taraflı merdivenle çıkılıyor. Neyse… Başına ödül konulunca Mehmet yakalanıyor. Vali, elleri kelepçeli bir şekilde onu vilayet binasına getiriyor.
M. Sarmış: Siz hatırlıyor musunuz o günü?
Ahmet Apaydın: Hatırlıyorum. Halk binanın önünde toplanmıştı. Mehmet'i o iki taraflı merdivenin üstündeki düzlüğe çıkardılar. Ellerinde kelepçe. Yanında vali ve diğer yetkililer vardı. Vali bir konuşma yaptı. Mehmet'in ne yapıp ettiğini anlattı.
M. Sarmış: Sonra?
Ahmet Apaydın: Sonra mahkeme idam cezası verdi. 27 Mayıs İhtilali'nden sonra Adana Köprübaşı'nda idam edildi. Cenazesi de Urfa'ya getirildi.