M. Sarmış: Yedi yaşında da okula mı başladınız?
    
Mahmut Apaydın: Evet. Yedi yaşında Cumhuriyet İlkokuluna başladım. 40'lı yıllar, daha Tek Parti dönemi. Birinci sınıf öğretmenimin adı Osman Altındağ. Çok güzel bir öğretmendi.
    
M. Sarmış: Urfalı mı?
    
Ahmet Apaydın: Urfalı. Karaköprülüdürler. İki kardeştirler. Biri bu öğretmen Osman Altındağ, diğeri Kemal Altındağ. O başçavuştu, ben askerde yanına düştüm. İstanbul'da.
    
Mahmut Apaydın: Okula gider gitmez, öğretmenimin ilk sorusu: "Bugün hocaya gittin mi?" "Evet gittim." derdim. Sabahleyin hocaya giderdim, öğleleyin yemeğimi yer, ondan sonra okula giderdim.
    
M. Sarmış: Öğretmeniniz niçin öyle bir soru soruyor?
    
Mahmut Apaydın: Dindar bir insandı. Hocaya gidip gitmediğimizi takip ederdi.
    
M. Sarmış: O zaman hocaya gitmek ve gitmeyi teşvik etmek tehlikeli değil mi?
    
Mahmut Apaydın: Tehlikeli tabii. Hocaya gittiğimiz zaman hocamız bize derdi ki "Şayet polisler burayı basarsa, cüzlerinizi hasırın altına koyun. Bir de "Burada ne arıyorsunuz?" derlerse, "Biz mahallenin çocuklarıyız; burada oynamaya geldik."
    
M. Sarmış: Kalabalık mıydı?
    
Mahmut Apaydın: Sekiz on çocuk vardık.
    
M. Sarmış: Okuldan bahsediyordunuz.
    
Mahmut Apaydın: Ben bir sene okula gittim. İkinci sınıfa bir hafta devam ettim. O gün amcam vefat etti. Sene 1951. O gün okula gitmedim. Ertesi gün de gitmedim, devrisi gün de… Kimse okula git demedi. Bir de dükkâna eleman lazım. İki dükkân var. Sarayönü'ndeki dükkâna evden ham madde, eşya götürüp getirmek gerekiyor. Mesela "ezme" (bir çeşit tatlı) evde yapılırdı, götürmek lazım. Sabahtan akşama kadar evden dükkâna, dükkândan eve eşya taşıyorum. Okula da devam et diyen olmadı. Ben de gitmedim.

M. Sarmış: Diploma işi ne oldu?
    
Mahmut Apaydın: Sonra dışarıdan aldım. İleride belki bir arabam olur, ehliyet almak için diploma olmazsa olmaz. Dışarıdan imtihana girdim. 
    
M. Sarmış: Ne zaman?
    
Mahmut Apaydın: Çok sonraları. 18 yaşından sonra. 
    
M. Sarmış: Hangi okuldan?
    
Mahmut Apaydın: Ellisekiz Meydanı'nın yanındaki okulun adı nedir?
    
M. Sarmış: 11 Nisan Kurtuluş İlkokulu.
    
Mahmut Apaydın: Ha, oradan aldım. Öğretmen bana bir soru sordu. "Şekerin kilosu 50 kuruş. 50 buçuk kuruştan olsa, şu kadar şeker kaç lira yapar?" Ben hemen kafamdan hesabını yaptım. Dedim "Bu kadar yapar?" Dedi "Doğru, ama git tahtada yap." Tahtada yapmasını da beceremiyorum. Dedim "Sorduğunuz sorunun cevabı doğru mu, yanlış mı?" Dedi "Doğru". "O zaman tahtada yapmaya ne gerek var?" dedim. (Gülüyor.) Ondan sonra "İlkokul yetmez, bir de ortaokul lazım." dedim. Ve İlkokul diplomasının hemen arkasından ortaokul imtihanlarına girdim. Asfalt Yol'daki okul. Onu da kazandım. Arkasından liseye müracaat ettim. Lise 1,2,3, toplam 42 ders. Bir girişte 21'ini verdim, 21'i kaldı. Ondan sonra vazgeçtim.

M. Sarmış: Derse çalışıyor muydunuz?

Mahmut Apaydın: Yok, yok, genel kültürle… İngilizceden de sorular sordular. Cevap verdim. Dedi "Sen esnaf değil misin?" Dedim "He." E dedi "İngilizceyi nereden biliyorsun?" Dedim "Çalıştım, biliyorum." 

M. Sarmış: Şimdi ona gelelim. Bu İngilizce merakı nereden başladı?

Mahmut Apaydın: Ahmet abimin izinden gittim.

M. Sarmış: Ahmet abi, siz nasıl başladınız bu işe?
    
Ahmet Apaydın: FONO diye bir şey vardı eskiden. Mektupla dil öğretirlerdi. Birkaç ay derslerine devam ettim. İşte, dergiler, kitaplar gönderirlerdi.

M. Sarmış: Onu biliyorum. Bir ara ben de heveslenmiştim. Sanırım şimdi de internet üzerinden devam ediyor o firma. Ama ben esas sizin gibi esnaf birinde İngilizce öğrenme isteği nasıl oluştu, onu merak ediyorum.

Ahmet Apaydın: Yetkin Pasajı'ndaki dükkânıma iki tane İngiliz öğretmen gelirdi. Biri kadın biri erkek.

M. Sarmış: İngilizce öğretmeni mi, İngiliz öğretmen mi?

Ahmet Apaydın: Kendileri İngiliz, aynı zamanda İngilizce öğretmenliği yapıyorlardı. Urfa Lisesinde. Kadının adı Miss Dennis, erkeğin adı Mister Dennis.

M. Sarmış: Karı kocalar yani.

Ahmet Apaydın: Yok. Ama ikisi aynı evde kalıyorlardı. Bizim dükkâna gidip geliyorlardı, alış veriş ediyorlardı. O zaman Eskişehir'den çikolatalı tahin helva getirirdim. Her geldiklerinde benden tahin helva alıyorlardı. Unutmuyorum, her biri 100 gram. Sonra da evlerine gidiyorlardı. Akşam yemeği mi artık neyse…

M. Sarmış: Evleri neredeydi, biliyor musunuz?

Ahmet Apaydın: Benim dükkânı geçtikten sonra Yusuf Paşa Camii'nin kuzey kapısının önünden Su Meydanına doğru bir yol çıkardı; Beyaz Sokak. Caminin kapısını geçtikten sonra bir tetirbe var, çıkmaz sokak, o sokağın içindeydi.

M. Sarmış: Hani o gibilerden, ajandır, casustur, misyonerdir diye şüphe duymaya alışmışız ya, onun için sordum.

Ahmet Apaydın: Ben öyle bir şey fark etmedim. Lisede öğretmenlerdi. Onlar gelip gittikçe bende bir İngilizce öğrenme merakı uyandı. FONO'ya müracaat ettim. Almanya'dan Roza adlı bir kızla da mektup arkadaşı olduk. Bana mektup gönderdi. Tabii benim onu okuyup anlayacak bilgim yok. Almanca olduğunu zannedip Urfa Lisesinden bir Almanca öğretmenine götürdüm. O İngilizce olduğunu söyleyince Diyarbakır'daki dayıma gönderip tercüme ettirdim. Böyle birkaç ay devam ettim. Sonra vazgeçtim.

M. Sarmış: Ama Mahmut abi vazgeçmemiş anlaşılan.
    
Mahmut Apaydın: Evet. Baktım abim gelen mektubu anlamak için Diyarbakır'a gönderiyor. Git gel git gel, uzun iş. Kendi kendime dedim ki  "Yemek yiyen kaşığını cebinde taşısın." Kendim öğrenmeye karar verdim. Öyle "Tarzanca" da değil, grameriyle öğrenmek istedim. Bunun için de merkezi İstanbul'da bulunan uzaktan mektupla eğitim veren bir enstitüye müracaat ettim. Ders mektupları göndermeye başladılar. Ben de çalışmaya başladım. İngilizcemi ilerlettim. Ufak ufak kartonların bir tarafına kelimenin İngilizcesini, diğer tarafına Türkçesini yazar, 15-20 tanesini bir cebime koyardım. Fırsat buldukça gelişi güzel çekerdim; İngilizcesi gelmişse Türkçesini, Türkçesi gelmişse İngilizcesini söylemeye çalışırdım; bilirsem diğer cebime, değilse eski cebime koyardım. Enstitü ara ara beni imtihan da ediyordu. Tabii yine mektupla.
    
M. Sarmış: (Gülerek) Kopya çekmiyor muydunuz?
    
Mahmut Apaydın: Yok. Kendi kendimi kandırmıyordum.

M. Sarmış: Kaç yaşlarındasınız o zaman?
    
Mahmut Apaydın: Herhalde 17-18 yaşlarındaydım. Askerden önce yani. İmtihanlarda aldığım puanlar 96'nın altına düşmezdi.
    
M. Sarmış: Şu anda İngilizceniz ne durumda?
    
Mahmut Apaydın: İyidir. Sende var mı?
    
M. Sarmış: Yok.
    
Mahmut Apaydın: Varsa biraz konuşalım. (Gülüyor.)
    
M. Sarmış: Peki başka neler yaptınız?
    
Mahmut Apaydın: O zaman gazetelerde İngilizce mektuplaşmak isteyenlerin adresleri yayınlanırdı; şimdi yok galiba. O adreslere mektup yazdım. Çeşitli ülkelerden on tane kız arkadaşım oldu. Amerika'dan, İngiltere'den, Almanya'dan…
    
M. Sarmış: Niçin kız? Erkek yok mu?
    
Mahmut Apaydın: Biri erkek, on tanesi kızdı. Sürekli mektuplaş, mektuplaş derken İngilizcem ilerlemeye başladı. Hatta başladığımın birinci haftasında orta birinci sınıf öğrencileri ile İngilizce konuşmaya başladım. İkinci haftada ikinci sınıflarla, üçüncü haftada üçüncü sınıflarla… Bir ay sonra da İngilizce öğretmenleri ile konuşmaya başladım. Tam bir ayda İngilizceyi öğrendim.
    
M. Sarmış: Maşallah! Bu arada İngilizce öğretmenlerini nereden buluyorsunuz?
    
Mahmut Apaydın: Memleket küçük, herkes birbirini tanıyor. Zaten çoğu benim müşterimdi.