Öyle bir toplum olup çıktık ki her tarafımızdan kupkuru bir şekilcilik, kaskatı bir tarafgirlik akıyor. Karşımızdakine neredeyse hiç şans tanımıyoruz. Kafamızda ona bir değer biçiyor, onu bir kalıba sokuyor ve öyle değerlendiriyoruz. Kıyafeti, saçı, başı, şivesi, bitirdiği okul, yaptığı iş, geliri ve işgal ettiği makam bizim onu koyduğumuz kalıpta eşsiz bir rol oynuyor neredeyse.

İlla ki bir kalıba sokmak zorunda mıyız herkesi? Ya da neden böyle bir çabaya girişiyoruz. Acaba kafamızda kendimize kalıplar arıyor oluşumuzla mı alakalı bir durum. Her şeyi ama her şeyi toptan ret veya gözü kapalı kabul etme fikrinden caymıyor oluşumuzla mı alakalı yani.

Hep birbirimizi yargılama, amansız bir sorgulama tavrımızdan apaçık okunuyor. Hep kendi görüşümüzün en doğru görüş olduğu, kararımızın en isabetli karar olduğunu varsayıp, karşımızdaki kişinin hatalı bir yolda, yanlış düşüncede olduğunu düşünüyoruz.

Falan kişi şöyle giyiniyor onun için böyle düşünüyordur, falan kişi saçını böyle uzatmış o nedenle ancak şöyle inanabilir, bir başkası şu fikirde zinhar ondan adam olmaz, diğeri eskiden böyleydi yine aynı, diye diye toplumu, kendimizi ve karşımızdakini ne kadar daralttığımızın farkında mıyız Allah aşkına?

Bütün kalıplardan sıyırıp kendimizi, bir başkasını tanıma, anlama, inanma yolunu ne zaman seçeceğiz. Ne zaman her şeyin ama her şeyin üstüne insanı, düşüncesini, yüreğini koyacağız?

Bilgenin birine talebeleri sormuş, hocam en çok kimi seviyorsunuz diye. Bilge biraz düşünmüş ve 'terzimi' demiş. Talebeleri bu cevaba pek bir anlam verememişler.

'Ama hocam bizler böyle sizin yanınızdayken neden terziniz?' diye sormaktan da kendilerini alamamışlar.

Kısa bir duraksamadan sonra gözlerinin içine bakmış ve dervişane bir cevapla 'çünkü her gittiğimde benim ölçümü yeni baştan alıyor' demiş bilge.

Hayata, insanlara, kendimize bilgece bakmak pek kolay değil galiba. Kolay olan insanları ve kendimizi bir kalıba sokup, öyle değerlendirmek. Ve de biz kolayı seçiyoruz bile bile.