Günümüzde Allah'a güven anlayışında sapma ve pratikte O'na güvenmede gevşekliğin hasıl olduğu bir gerçektir. Bu sapma ve gevşeklik beraberinde İslam'a güven sorununu da getirmiştir.

Allah (c.c.)'nın ' Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin…' diye buyrulmuş olması oldukça manidardır. Kanaatimce kullanılan ikinci iman kelimesi güven anlamındadır. Nitekim Arapça lisanında iman ve güven kelimelerinin aynı kökten gelmiş olması bu yöndeki kanaatimizi pekiştirmektedir.

Köklü ve sistematik düşünceden uzaklaşmakla düştüğümüz duruma bir bakar mısınız?!. Allah'a iman ediyoruz ve lakin O'na güvenmekte sorun yaşıyoruz! İslam'a inanıyoruz ve fakat İslam'ın insanlığı sahili selamete çıkaracağına dair kuşkular taşıyoruz. İslam'ın insanın hayata dair sorunlarını en güzel bir şekilde çözeceğinden şüphe ediyoruz. Yönetim nizamların en mükemmelini İslam'ın bize sunduğundan kuşkulanıyoruz! İnsanlar arası ilişkileri en güzel bir tarzda düzenleyip idare edeceği konusunda güven bunalımı yaşıyoruz.

Nitekim bugün Türkiye 'de onca sorun yaşanırken Müslüman çevreler İslami çözümlere davet etmemekte, dahası iktidarın ortaya koyduğu laik seküler çözümlere taraf olabilmektedirler.

Bu durum iki köklü soruna işaret etmektedir. Birincisi; Müslüman çevreler İslam'ın bu sorunlara çözüm getirdiğine dair güvenleri hırpalanmıştır. İkincisi; Müslüman çevreler İslam'ın hakimiyetinden umutlarını kesmişlerdir. Biri birinden bağımsız olmayan bu iki güven sorunu Müslüman çevrelerde yaygın bir hastalık halini almıştır.

Bu vahim durumu iki örnekle somutlaştıralım: Türkiye sınırları içerisinde rejimle yaşıt etnik bir sorun yaşanmaktadır. Bu sorun kanların dökülmesine ve malların talan edilmesine sebep olmakta ve hatta nerdeyse ülkenin bölünmesi gibi dehşet verici bir tehlike arz etmektedir. Bu güne kadar Farklı partiler değişik anlayış ve üsluplarla ve fakat hep laik rejim içerisinde kalarak bu soruna değişik yaklaşımlar sergilemişlerdir. Bazen güvenlikçi politikalar bazen de siyasi çözümlere yeltenmişlerdir. Ancak bu güne değin bir başarı göstere bilmiş değillerdir. Buna rağmen yerel Müslüman alimlerin veya bir İslami cemaatin çıkıp da İslam adına bir çözüm önerisinde bulunmamış olması İslam'a duyulan güvenin yıpranmasına işaret etmektedir.

Diğer örneğimizi de ülke dışından verelim: Yanı başımızda Suriye'de bir rejim bunalımı yaşanmaktadır. Müslüman halklar laik ve despot Nusayri rejimine ciddi manada baş kaldırmışlardır. Yaşanan bunca acıya ve dökülen bunca kan ve gözyaşına rağmen Suriye halkı İslam ile yönetilmek istediğine dair iradeyi ortaya koymuştur. Ancak Türkiye gibi çevre ülkelerde yaşayan Müslüman halklar ve onların siyasi lider ve kanaat önderleri, Suriye halkı adına laik demokratik çoğulcu bir yönetim için uğraş vermektedirler. Sanki yönetim Hilafet olunca insanlara zulmedecek, azınlıkların hakkını korumayacak v.b. kuşkular ileri sürebilmektedirler. Bu nedenle savaş meydanında hiçbir ağırlığı olmayan çapulcu kesimleri otel mahfillerinde örgütleyerek seküler bir yönetimi dünyaya pazarlamaktadırlar. İşte Cenevre I, II, III hep bu çabaların sonucu ortaya konmuş mesailerdir. Nitekim başarısız olmuşlardır. Bundan böyle de başarısız olmaya da mahkûmdurlar. Zira Suriye halkı neden ve neye başkaldırdığını çok iyi bilmektedir. Onların kafası karışık değil, lakin kafası karışık olan söz konusu çevrelerdir!

İşte amentümüze uygun düşmeyen bu tavrımız İslam'a olan güvenimizin ne kadar zarar gördüğünün ifadesidir.

Bu anlayış ve tavrımızda bir hayır çıkmayacağından kuşku yoktur. Bu halimizi bir an önce ilk dönem Müslümanların haline çevirmek için Allah ve İslam tasavvurumuzu gözden geçirmemiz kaçınılmaz olmuştur.

Selam ve dua ile!..