Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
. . .
Bir nefhada kurtardı insanlığı o ma'sum,
Bir hamlede kayserleri, kisraları serdi!
. . .
Âlemlere, rahmetti, evet, Şer'-i mübîni,
Şehbalini adl isteyenin yurduna gerdi.
Hz. İsa (a.s.)'ın doğumunun üzerinden takriben 570 yıl geçmişti. İnsanlım koyu bir cehaletin içine gömülüp kalmıştı. Karanlıklar içinde yüzen insanlığın ilahi bir ışığa, bir nura ihtiyacı vardı. Uzun bir fetret döneminden sonra Sünnetüllah hükmünü icra etti. Hatem-ül Enbiya Muhammed Mustafa (aleyhi salat vesselam)ı İslam nuruyla gönderildi.
Rabb-ül Alemin, yeryüzünün bütün medeniyetlerini kıskandıran bir kelime ile O'nun Risaletini ilan edilmişti. 'Yaratan Rabbinin adıyla oku!' Oku! Sana indirilen vahyi oku! Kainat kitabını oku! Kendin için oku! Ailen için oku! Aşiretin için oku! Ve bütün bir insanlık için oku! Bütün okumalarını Yaratan Rabb adına yap. Bütün okumalarını mana-yı ismiyle değil, mana-yı harfi ile yap.
Ardından birkaç vahi ifadesi daha indi; Kalk da uyar, Rabbini yücelt. Elbiseni temiz tut, kötü şeylerden uzak dur, yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma, Rabbin için sabret.' (Müddessir,74:1-7)
Bu ifadeler Resul (s.a.v.)'in bütün bir insanlığa seslenmesini emretmek birlikte inmekte olan nurun maddi manevi, soyut somut bütün bir hayatı kuşattığını ilan etmekteydi. İtikat ve muamelata dair her ne varsa inen vahi ifadelerinin kapsam alanında idi. Bireysel, ailevi, toplumsal hayata dair ne varsa düzene sokma kuşatıcılığında ifadeler idi. Siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel ve ahlaki olan her ne varsa hakkında hüküm vermeyi Allah ve Resulüne ait kılan bir anlayışı ortaya koymaktaydı.
Nitekim on yıllık bir fikri davet evresinden sonra Resul (s.a.v.) Rabbinden aldığı bir direktif ile nusret talebine yöneldi. Onlarca kabile reisi ile siyasi temas gerçekleştirdi. I. Akabe görüşmesinin ardından Mus'ab (r.a.)'ın Medine'ye gönderilmesiyle İslam hayata hükmedeceği yeri keşfetmiş oluyordu. Bir sene zarfında Medinelilerin gönlü İslam'a açıldı. İslam'ın girmediği ev kalmadı. Nitekim Resulün şahsında İslam'ın izzet ve şerefini koruyup kollayacaklarına söz vermeleri üzerine, Resulün işaretiyle sahabeler bir bir Medine'ye hicrete koyuldular. Nihayet Resul (s.a.v.) Medine yurduna hicret ederek sınırlar çizilip nüfus sayımını gerçekleştirdi. Dahası Medine'yi düşmanlardan korumanın tedbirlerini de aldı. Böylece İslam Devletini bil fiil kurmuş oluyordu.
İslam ahkamının tatbik edilmesiyle rahmet toplumsal bir boyut kazanmıştı. Nitekim İnsanlar fevç fevç İslam'a girmeye başladılar.
Diğer taraftan Mekke ve çevresindeki müşriklerin İslam'a açtıkları savaş ve Medineli Yahudilerin çıkardığı fitneler karşı hamlelerle püskürtüldü. Ardından Fetihler başladı ve birinci nesil İstanbul'un kapılarına dayandı. Resul (s.a.v.)'in kurduğu devlet on iki asır bil fiil hüküm sürdü.
İslam'ın asırlar boyu süren hakimiyeti büyük küfür güçlerinin içerdeki işbirlikçileriyle birlikte tezgahladığı, biri ruhbanlık diğeri laiklik olmak üzere iki uç akımla sonlandırıldı.
İslam bugün yeniden ayağa kalkmak için seri hamleler gerçekleştirdiği inkar edilemez. Yüzyıl önce ruhani ve laik düşüncelerle İslam'ı hayattan koparmayı başaran aynı güç, bu gün aynı batıl inançlarla ayağa kalkmasını engellemeye çalışmaktadır. Dahası sahih olan İslam düşüncesine aşırı yaftasını vurarak laik ve ruhani düşünceleri destekleyerek bunu yapmaktadır. Müslümanları ya ruhani yelpazeye sürükleyerek hayattan koparmakta, ya da onları demokratlaştırarak dünyevileştirmektedir.
Halbuki Resul (s.a.v.) ne ruhani bir din ve ne de laik bir düşünce ile geldi. O mana ile maddeyi birbirinden ayırmayan İslam nuruyla geldi. Bugün O'nu (s.a.v.) ve getirdiklerini Batı düşüncesinin etkisinden uzak, aslına uygun olarak anlamaya ne kadar da muhtacız. O'nun kurduğu devletin yeniden bize kalkan olmasına ne kadarda ihtiyacımız var! O'na Halife olacak yiğitleri yeniden seçmeye ne kadar da muhtacız!
Essalatü vesselamü aleyke ya Resulellah!