Kibir ve gururun karşıtı olan tevazu; alçak gönüllü olmayı ifade etmektedir. Allah'ın kitabında tevazu mü'min kulun özelliklerinden sayılmıştır.

Kuşkusuz kibir hiçbir mü'min kula yakışmaz. Ancak alim olan kişiye hiç mi hiç yakışmaz. Zira kibir duygusunun kişiyi nasıl helake götürdüğünü en iyi onun bilmesi gerekir.

Diğer taraftan halk kendisinde kibir bulunan alime buğzeder. Onu sevmez. Onun ilminden istifade etmekten imtina eder. Doğruyu söylese bile halk ona itibar etmez. Allah mü'min kullarını överken; 'Onlar yeryüzünde tevazu içinde yürürler.' diye buyurmaktadır. (1)

Kibirli bilgin kişi ahrette de hüsrana uğrayanlardan olmaktan kurtulamaz. Nitekim Resul (s.a.v.) 'Kalbinde zerre miktar kibir bulunan kimse asla cennete girmeyecektir.'(2) diye buyurmuştur.

Allah (c.c.) ' Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? ' (3) diye buyurarak hem ulemayı onurlandırmış ve hem de onların yükümlülüğünü arttırmıştır. Peygamberlere varis olarak insanlara örneklik teşkil etmeleri istenmiştir.

Maksadım; sözü entelektüel tarafı alim olma tarafından daha ağır basan Mustafa İslamoğlu'na getirmek. Düşüncelerinin ehlisünnet geleneğiyle uyumlu olmadığını bizzat kendisinin ifade etmekten çekinmemiş olması başka bir mevzu! Bugün düşünce bağlamındaki meselelere girmeyeceğim. Daha fazla işin ahlaki boyutunu ele almak istiyorum.

Bilmiyorum acaba ben mi yanlış algılıyorum, bu zatta yoğun bir kibir buluyorum. Zira kişi alim yada bilgin olabilir. Ancak bu denli dışlayıcı agresif ve 'en iyi ben anlarım' 'en iyi ben bilirim' tarzı bir tavır içinde olmaması gerekir. Özellikle fıkıh alimleri daha mütevazı bir tavır sergilemişlerdir. 'Bu benim içtihadım.' deyip başka görüşlere ön açmışlardır.

Lakin bu zattaki tavır bir başka!.. Avurdunu doldura doldura Ehli sünnet geleneğini bir kalın çizgi addedip dini gerektiği gibi anlayamamakla yaftalayabilmektedir. Devlet talebi ve fetih karakteri olmayan bir İslam anlayışına sahip bu zat, tedavüle soktuğu İslam kültürüne ait olmayan yeni kavramlarla ve ağdalı sözlerle sanki bir misyon icra etmektedir. İlle de yeni bir şey söyleme zaafı, yerleşik düzeni ve sömürgeci güçleri rahatsız etmeme çabasıyla birleşince telafisi güç hatalara neden olup Ehlisünnet cadde-i kübrası dışına çıkılmaktadır.

Bütün bunları anlayabiliyorum. Ancak takındığı bu kibirle kesişen aşırı özgüvenin nerden geldiğini kestiremiyorum.

Bu tahammülsüzlük bu zaafları örtme çabası olmasın!

Sürç-i lisan ettikse af ola!

………………………………

(1) Furkan, 25/63

(2) Müslim, İman; 147

(3) Zümer; 9