Nazarımızı sonsuzluğa dikip, büyük yürümek ve büyük ölmek idealimiz olsun. Akıl insanda sadece anahtardır. Aslolan anahtarın açacağı kapılardır. Kapıların ardından hazineler, sırlar vardır. Sırlar ki ebedi muştuları koynunda barındırır. Sonsuzluğa kavuşturur. Daima sabırlı, sebatlı ve irademize sahip olalım. Çıktığımız yolu ve taşıdığımız cevheri iyi tayin edelim.
Yirmiye yakın genci (Koma Gencan) bünyesinde istihdam eden, Şanlıurfa İHH Şubesi muazzam bir organizasyondur. Bu gençlerin belki birkaçı asgari ücret düzeyinde birer maaş alıyorlar. Geri kalanlar ise gönüllülük esasına dayalı olarak hemen hemen ücretsiz çalışıyorlar. İçlerinden sempatik tavırlarıyla öne çıkanlar da yok değil.
Ayrım yapma gibi bir algı oluşmasın, mesela İbrahim Bostancı, tontonik bir yapıya sahip. Şubenin manevi şeyhi Kemal ağabey gibi.. Aralarındaki samimiyet, birliktelik, riyadan uzak olma hali, hoşgörü gibi hasletler karakterlerine sinmiş. Hayatın sadece bu dünyadan ibaret olmadığını idrak ettikleri için böyle davranıyorlar. Tabi tek neden bu değil. Geleceğin 'rahatını bozmada' olduğunun da şuurundalar.Surda gedik açılmış, hangi yönden yaklaşırsan, kabına sığmayan, serden ve yardan geçmiş bir gençlikle (koma gencan) yüzleşirsin. Bu mükemmel yapı 'bir rahmet pınarı'dır. Bu pınar özelde ilimizi, genelde ise tüm dünyayı sarmış vaziyettedir.
Zalim ve zorbaların gadrine uğramış, aç ve açıkta kalan, üşüyen, gülmeyi hayal bile edemeyen, nerede bir mazlum varsa, dinini ve etnik kökenini sormadan İHH oradadır. Kanayan yaraların sarılması, bu yapıya mensup isimsiz kahramanlar tarafından gerçekleştirilmektedir. Uzaktan gazel okuyanlara alternatif olarak, fiili dualarıyla sahadalar. Dert ve davası olmayanın bakışı da tabiki farklı olacak. Kınayanların 'kınanmasından' etkilenmeden daha bir şevk ve heyecanla bu kutlu yolun yolcusu olmaya özen gösterelim. Bilelim ki 'Tay'ın iyisine doru, yiğidin cengaverine ise deli' derler. Halkın nazarında deli olmayan Hakk'ın nazarında veli olur mu? Bu espriyi de unutmayalım.
Beyazıd-i Bestam-i Hazretlerinin yolu birgün bir tımarhanenin önünden geçer. Tımarhaneyi gözlemlerken birisinin, bir kenarda tokmakla bir şeyler dövdüğünü dikkatini çekiyor. Yaklaşıp sorar: 'Ne yapıyorsun?' Adam: 'Burası tımarhane, delilere ilaç yapıyorum.' der.
Hazret: 'Bana da bir ilaç yapsana.' der. Yine adam : 'Senin ne hastalığın var?' diye sorar. 'Benim de günah hastalığım var.' söyleyince, ilaç yapan adam: 'Öyle bir ilaç bilmiyorum' demiş. Bu arada tımarhanenin penceresinden, kendisine doğru bir elin sallandığını görür ve oraya doğru yönelir. El sallayan kişi, tımarhanenin bir delisidir(!) Senin günahının ilacı: Tövbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır, kalp havanında tevhid tokmağıyla döv, insaf eleğinden geçir, gözyaşıyla yoğur, aşk fırınında pişir, sabah akşam birer lokma ye. Göreceksin ki hiçbir şeyin kalmayacaktır. Bunu dinleyen Beyazıd-i Bestam-i Hazretleri: 'Hey gidi dünya! Demek seni de 'deli' diye buraya tıkamışlar.' der ve yoluna revan olur.
Birer şeref vesikası olan bu yakıştırmaların aynısı, bizim için de söylenebilir. Önemli olan O'nu bulmak, O'nu bulan neyi kaybeder? İşte bu güzide gençliği diyar diyar koşturan, yurt ve yuvasından aylarca,yıllarca mahrum eden, ismi geçen sevdadır. Keşke bunların ayağının tozunda 'bir dirhem gümüş' olabilsek. Özveride bulunmak, fedakarlık göstermek nasip meselesedir. İyilikler yapma yarışında hızlı yaşamak Efendimizin düsturudur.
Ve sonra cinsi bozuk, ahlakı fena gürûhların ifsat ettiği böylesi ortamlardan, 'ayın şavkı' gibi parlayan bir gençliğin 'dikbaşlı değil başı dik' yetişmesi her türlü takdirin üstündedir. Tüm 'ürermelere' rağmen hayır kervanı yolu katetmeye devam ediyor Elhamdülillah. Bu hizmetin öncülüğünü ve başkanlığını deruhte eden Behçet Atila beyefendi makine mühendisi bir kardeşimizdir. Bu tür akademik unvanların, pek kıymeti yoktur onun dünyasında. Gurur, kibir ve gösterişten uzak bir kişiliğe sahiptir. Hatta bu konuyla alakalı bir yazı yazmayı dile getirdiğimde, belki 'nefis kabarır, riyaya girer' düşüncesiyle engel olmaya bile çalıştı. Allah bizi hızına ve ecrine yetiştirsin. Bir zenginlik varsa, bence o da budur.
Bilir misin köylerde akşam olunca,
Çekilir el etek ortalıktan.
Bir hüzünlü ay doğar, karanlığa sapsarı…
Bu mümtaz şahsiyetler şafak vakti doğup, gün içerisinde kaybolup giden kimseler değil. Evet karanlığa hüzünlüdürler ama el eteğin çekildiği vakitlerde, çağrıldıklarında sağına soluna bakmadan, 'benden başka kimse yok, ben varım' diyebilen yiğitlerdir. Bu değerli kuruluşun yol güzergahından sapmalara sebebiyet vermemesi için, naçizane birkaç önerimiz var. Gül atmıyoruz zira 'dostun gülü' acıtır. Bu devasa hayır kurumu, 'küçük olsun benim olsun' anlayışından çıkmış, hepimizindir.
Gözümüz gibi korumasını bilelim. Birilerinin (kim olursa) ön veya arka bahçesi olmak şöyle dursun, o izlenimi htirecek, şaibe uyandıran en ufak bir davranışa bile mahal vermeyelim. Kariyer ve kredimizi yerinde, yerine göre kullanalım. İşi düşen (tuzu kuru) olanların ayağına biz değil, tam aksi o zevatın kapımıza gelmesini duruşumuzla sağlayalım. İzzet ve şerefin Rabb'imizin katında olduğunu unutmayalım.
Performansınız ve taşıdığınız değerin halkın gözünde ne derece yüksek olduğunu ayrıca bilmenizi isterim. Çekilen herbir zahmet birer başarı vesikasıdır. Hiçbir başarı tesadüfi değildir. Temel ve harcında alın teri, göz nuru, sayısız emekler yatmaktadır. Behçet Atila beyi ve ekibini can-u gönülden kutluyorum.
Yolunuz açık olsun güzel insanlar...