''Uçmak, bir martının en doğal hakkıdır. Özgürlük ise var oluşun bir parçası… Artık yaşamak için bir nedenimiz olmalı; öğrenmek, keşfetmek, özgür olmak gibi. Eğer ne yaptığını iyi biliyorsan her zaman başarırsın. Gözünle gördüklerine sakın inanma. Görünenlerin hepsi sınırlıdır. Anlayarak bakmaya, gördüklerinin özeline geçmeye çalış. Parçası olmadığımız bir sürünün yasalarına ne diye uyacakmışız? Düşüncelerine vurulan zinciri koparın, o zaman bedeninizin de özgürlüğe kavuştuğunu göreceksiniz.''


İlkokul bilmem kaçıncı sınıftayım, isim, rakam falan hepsi silinmiş aklımdan. Geçen arkadaşı gördüm yolda sonra aklıma geldi; pekte önemli olmayan bir zamanlar mensubu olduğum sınıf. Sınıftan öte o zamanlardaki küçüklüğüm geldi, şimdilerde ayaklarından asılmış olan zihnime. Rakam, tarih, isimler hep önemsiz gelmişti zaten bana. Neymiş efendim şu okulun, şu katında, bu sınıfta, şu kadar puanla mezun oldum. Yüzü asık olan arkadaşa kulak verdim. Dinlemez olaydım, sonra hemen anladım tabii mutsuzluğunu, rakamlar arasında boğulmuş, bir isyan etme durumu, istediği mesleği kaç puanla kaçırmışmış.


Eski arkadaşlara selam yollayıp devam ettim yoluma. O hala görüşür yüzü eskisi kadar dinç olmayan insanlarla… Hepsinin de yaşını, ne zaman evlendiğini, hangi üniversiteye kaç puanla girdiklerini bilir... Boş verdim ve elimdeki bavulumla koşuşturmama devam ettim. Boş verdim; ama aklıma beni okumaya bağımlı kılan eski günler, akıldan hiç silinmeyen o kitap ve en önemlisi sarı, hafif dalgalı, etrafa samimiyet saçan hafif kilosuyla okul koridorlarında dolanan edebiyat öğretmenim geldi. Eskilerden simasını unutamadığım nadir insanlardan biri, bir de küçük oğlu vardı şimdilerin kocaman adamı.


Arkadaşlar sınav telaşından ne yapacaklarını şaşırmış bir oraya bir buraya koşuşturuyorlar, tabii ben gene her zaman ki gibi tembel tembel en arkadaki sırada oturmuş etrafı sırıtarak izliyorum. Hoca içeri girdi biz paldır küldür ayağa fırladık tarihten bu yana süren milli saygımız..!


Bir kitap çıkardı çantasından, oldukça ince bir şey, kapağında sürekli görmekten hoşlandığım ince, zarif bir martı. Denize bağımlı olan ama bağımsız olmak isteyen bir martıyı anlatan ve ilk defa hayatımın kitabı notunu düştüğüm bir güzel kitap… 'Martı Jonathan Livingston''


Kitabı okumamızı ve haftaya sınav olacağımızı söyledi. Rakamlara ve ezber yaparak çalışmaya alışık olan arkadaşlarımın gözlerindeki ifadeyi okuyabiliyordum. Kısacık eğitim hayatımın en güzel yazılı sınavını oldum, kitabı açtığım dakikadan itibaren sınav oldum… Kısacık ama kocaman bir kitap, özgürlüğü anlatan en güzel öykü… Kaç defa okuduğumu hatırlamıyorum bile, kitaplığımda özenle sakladığım ve kitap ayracı olarak öğretmenimle çektirdiğim fotoğrafı kullandığım incecik bir kitap.


Sınavda yer alan ilk soru kitabın adı ve yazarı bunu hemen atladım ve ikinci soru ezberlediğim hayat felsefem olarak gözlerimin önünde bulunan sayfayı yazmakla geçti. Soru şu; Kitapta sizi etkileyen bir cümle yazınız. Ben yazmaya başlamaz mıyım yukarıda bir kısmını yazdığım tüm cümleleri. Hoca tek cümle demiş ya, bendeki de inat yazdıkça yazdım. Yanlış hatırlamıyorsam arka sayfayı boş verdim hocaya… Korkuyorum tabii sınav çıkışı düşük aldım diye. Söz konusu kitap olunca sınav önemli oluverdi birden. Bir sonraki gün hoca çağırdı yanına tek cümle istiyorum dedi. Bu defa tek cümle söyledim; 'Parçası olmadığımız bir sürünün yasalarına ne diye uyacakmışız?''


Bu sınavdan sonra öğretmenimin siması, saçı, hareketleri bana karşı olan tutumunu hafızama kaydetmeye başladım... Bu arada sınav notum oldukça yüksekti ama bunun keşfettiğim şeylerden sonra önemi pek fazla yoktu.


Özgürlüğü ve hiçbir şeyi kabullenmek zorunda olmadığımızı anlatan kitaptan o zamanlar çıkardığım ders şuydu; kimse tek bir noktaya bağlı olarak yaşamak zorunda değil, insanların söylediklerinin dışına çıkabiliriz, özgür düşüncelere sahip olabiliriz bizler hepimiz birer Martı Jonathan Livingston olabiliriz...