Takvimleri şaşırtan bir hava, sokak çocuklarının titremekten iki büklüm olan yüreklerini arkada bıraktığımız, o kış günleri gibi bir hava. Nasıl da güzel iniyordu bulutların emaneti yeryüzüne, bir zafer çığlığı atıyordu her damla ulaşınca rûy-u zemine. Unutulmuş çocukların üşüyen ellerine meydan okuyan bir şehir…
Kalabalık bir şehrin oldukça sevimsiz bir caddesinde yağan yağmura direnen kendimle baş etmeye çalışıyordum. Uzun süredir yazmamışlığın verdiği hicran yaşlarıyla dolanıyordum sokak aralarında. Düşüncelerime bir teselli arıyordum. Pek de alışık olmadığım güzel bir bahar günüydü, öyle gösteriyordu takvimler asılı durdukları duvarda. İllegal olan her köşede bas bas bağırıyordu üşüyen çocuklar; ''Bir mendil alana diğeri bedava.'' Satamamışlığın verdiği son çareydi bu, diğerini bedavaya vermek, üstelik minik elleri acımasızca kırıştıran bir ayaz vardı sokakta. Ne yapmalıydı? Bir yerlerde onu bekleyen birileri vardı belki de. Sesini duyduğum çocukları düşünmemeliydim oysa, tüm seslere karşı devre dışı bırakmalıydım kulaklarımı, öyle emrediyordu bize diretilen düşünceler. Ama kitaplarım öyle yazmıyordu; her sayfasında mutlu sonla biten bir tını, kelimelerle var olan çocuklar mendil satmıyordu ve su damlalarının biriktirdiği gölcüklerde zıplıyorlardı…
Üşüyen çocuklara ağlayamayan insanların huzursuzluğu içindeydim. Aslında pek de düşünemem böyle şeyleri, duygusal olduğum doğrudur; lakin ağlamayı beceremem. Gözyaşlarım karıştı yağan yağmura. Yalancı olduğumu söylüyor dünkü kadar kirli olmayan kaldırım taşları. Cebimde de para yok ki çıkartıp vereyim. Bunca çocuğun ahıyla yere doğru eğilmiş olan omuzların taşıdığı ince bir ceket var sadece. Çıkartıp versem güzel olurdu, ama o kadar cesaretim yoktu ki… Ben bencil; ama o kadar sevmeye korkan cesaret yoksunuyum sevgili.
İyi bir hikayeci de değilim, ne haddime cigara tutan parmaklarımın arasına kalem almak. Ama yüreğimiz temizmiş, yağan yağmur damlaları alıp götürür kiri pası belki…
Kimse yok buralarda şu an; ama sorsan hepsi sevdalıdır bahar da yağan sağnak yağmura… Sıcacık evlerinden izlerler hmeden baharın yumuşaklığını… Oysa bizim mahallede tanıdığım bir kimsesiz var, her yağmur yağdığında cadde de… Sordum geçen '' Abi ben aşığım yağmura.'' dedi.
Sonra aldı eline beziyle kovasını, arabalar arasında dolaşmaya başladı… Canım kardeşim be ! Arabam da yok ki ıslansın, o da silsin arabamın camını canla başla, ben de çıkartıp iki kuruş vereyim, diye.
Evime de yaklaştım, bakmayın ev dediğime. Fakirlik kokar içi, ıslanan ceketimi çıkartıp kurutmak için sabırsızım nedense? 'Ah be diyorum.' Yağmur sonrası rutubet kokan odama her girdiğimde, 'Bana da yemek yapan birileri olsa.' diye söyleniyorum uzun uzadıya. Sonra yalnızlığın getirisiyle yatağıma uzanıyorum ve yürüyen insanların ayaklarını görüyorum yerle düz olan penceremin camından. Kırmızı, pembe, mavi, çoğunlukla da siyah pabuçlu insanlar geçer buradan. Renkli pabuçların kızlara ait olduğunu anlarım bildiğimden dolayı. Televizyon ve başka kimsenin olmadığı evimde eğlence ararım kendime, sonra da uzun uzadıya pabuçların sahiplerini düşünürüm.
Bugün de bir bilseniz nasıl soğuk. Dışarısı evimden daha sıcaktı… Ama olsun bende insancıklar gibi pencereden yağmuru izlerim. Hem benim pencerem kavuşulmuş zaferleri gösterir, sadece yağmurun yere değdiği anı gösterir…
İşte o an benim gibileri ve sokak çocuklarının yağmur aşkını anlamayanlar için ne güzel bir bahar zaferidir diye düşünürüm ve bir cigara daha yakar yağmurun susuşunu beklerim uzun uzadıya.