Bir sabah uyandığımda sen yoksan Cizre'de dolanan güzel ceylanın ayak izleri kanar. Dicle bahar çiçeklerinin içinde buz tutar. Mém Zin'in dokunuşlarından vazgeçip Ehmedi Xani'ye ihanet eder ve Nuh'un gemisi siyah cübbeli adamlar tarafından paramparça edilir…
Bir sabah uyandığımda sen yoksan Zeyniké'nin gözleri görmez, yüreği turnasını hmez olur. Dağlar susar, kuşlar uçmaz, bulutlar ağlamaz olur. Bir sabah uyandığımda sen yoksan tarih susar… Kavak ağaçlarının ömürleri kısalır ve Benim şehrimde Paşa ve ağaların öfkesinden aykırı düşünen insanların çığlıkları karışır birbirine.
Olurda bir sabah uyandığımda seni göremezsem yanımda; kokunu alamazsam bahar ağaçlarının arasından Dicle'nin sesi susar. Sessizliğin sesi duyulmaz olur. Altını çizdiğim tüm cümleler anlamsız gelir. Bir sabah uyandığımda duvarlardan yolunu kaybetmiş bir karınca sesi gelirse ağacın dibinde dağılır nar; kan kırmızı.
Bir sabah uyandığımda sen yoktun; yüzüme çarpan ılık hava, denizden gelen yosun kokusu ve dağlardan gelen kekik kokusunun nefis karışımıydı beni sensizlikle karşılayan. Tekdüze geçecek olan hayatımın ilk günü. Yaktığım cigaradan çıkan dumanın ağır kokusu gibi. Bir sabah uyandığımda sen yoktun; Cizre'de dökülen kan kokusunun üstünden geçen insanların ayak sesleri kulaklarımda. Sol tarafımdan gelen ağıt sesleri... Peşi sıra giden, dile gelmeyen ümitlerim. Sen yoktun, ben nereye gidersem gideyim seni yürüdüm hep.
Bir sabah uyandığımda sen yoktun; tüm sevdalılar vuruldu yüreğinden, odamdan çıkmayışım, üzerimde gezinen garip bakışlar. Kimsesiz miydim? Evet Öyleydim. Ben uyandım ağır gelen tüm uykulardan ama sen yoktun. uzun uzun çalan Kürtçe bir şarkının ağır tınısında boğuldum. Senden duyduğum tüm cümleleri sol yanıma gömdüm.
Bir sabah uyandığımda sen yoksan diye başladığım tüm cümlelerin ağırlığında kamburlaştı sırtım. Artık hayatıma ufak tefek dokunuşlar yapan tek insanı kaybettim. Uzaklarda dökülen nar tanelerinin sesi geliyor kulaklarıma. Masamda efkarlanan vazo, orkidesini kaybetmiş öylece duruyor. Bu sabah sen yoksun, etraf hiç olmadığı kadar karanlık. Boğucu bir hava, dar yakalı bir kazak giymiş hissi…
Dağların ardından gelen ana ağıtları.
Şimdi Cizre'de insanlık çığlıkları geliyor, duyabiliyorum gelen sesleri etraf senin adını haykırıyor. Mülteci doğan çocuğun kaderini yaşıyor gibiyim. Kelimeler hep eksik anlatmaya. Bir sabah uyandığımda sen yoktun işte… Yoktun. Boynundan asıldı umutlarımız, seni yolcu etmek kadar zor olacaktı bundan sonraki yaşamım. Yoktun diyebilmek kadar zor, buna kendimi inandırabilmek kadar gerçek dışı…
Senden sonra özgürce koşabilir miydim stranlar eşliğinde. Halaylar eşliğinde mutlu olabilir miydim? Kendi topraklarımın sınırlarında şarkı söyleye bilir miydim? Sınır dışı edilmiş gibiydin yüreğimden ama olanlardan hiç haberim yok gibi. Şimdi annem çeyizlerimin içinden çıkarıyor seni. Oysa seni sevmem bir mucizeydi bunu bilmiyor…
Bir sabah uyandığımda sen yoktun. Bir sabah uyandığımda sen yoktun. Daha kaç defa yazarım bunu bilmem ama ben uyandığımda sen yoktun.
Şimdi buralardan gidiyorum Jiyan.
Şiirlerimi, şarkılarımı, yarına olan umutlarımı sol yanıma koyup gidiyorum
İnsanlar, insanları öldürmede hadlerini aşmışlar. Umudun, türkülerin, mutluluğun ve sevdalının on ikiden vurulmadığı yerlere gidiyorum Jiyan.