Yaşamın en çok anımsanan aşaması gençlik çağıdır. Çünkü diğer hiçbir aşama bu denli üzüntüler, çekişmeler ve yanlış anlamalarla dolu değildir. Hayatın farkına varış, içimizde beliren isyan, başını alıp uzaklara gitme isteği en çok, bu dönemlerde sarar bizi. Bu çağı hem sevinçler, hem acılar, hem de belli belirsiz düşüncelerle hatırlarız. Çoğu zaman bir başkaldırıştır aslında. Kabullenmeyiş hep daha iyisi ve daha iyisini arama isteğidir.
Hele ki kitap tutkunuysanız. İmkanları kısıtlı olan, çok az kitapla dolanan insanların arasında kitaplarla iyi bir dostluğunuz varsa yalnızsınızdır. Gençlik yıllarını kitap sayfaları arasında tüketirken çok uzun değişimler yaşarsınız, kimi zaman bir savaşın içinde yüksek mevkilerde gözlem yaparsınız, kimi zaman Afganistan'ın topraklarında uçurtma uçurursunuz.
Bazen sahil kenarında dolanır, bazen ise intihar etmenin mutluluğunu yaşarsınız. Farklı görüntüler belirir gözlerinizin önünde masa etrafına dizilmiş bir gurup insana kulak verirsiniz. Annenizin sesini duymazken kitapta Max'ın çaldığı kemanın sesini duyarsınız. Nadia'nın haykırışını, Czentovic'in satranç taşlarından çıkardığı sesi, Raskolnikov'un iç sesini dinlersiniz.
Alıp götürür sizi başka bambaşka yamaçların arkasına. Gençlik yılarını iki kapak arasına koyarsınız sonra.. Kelimelerle oynar ve en duygusal anınızda harflerin sayfalar üzerinde hareket ettiğini görürsünüz. Bir cümle bazen tek bir kelime sarar tüm bedeniniz, tekrar tekrar okursunuz aynı cümleyi, sonra sizi alıp götürür içinde bulunduğunuz zamanın çok ötesine.
Gerçek hayattaki insanlardan uzak düşeriz sonra. Başlarda acı çekersiniz, nefret değil aslında hep hep daha iyi insanları arama isteği, tıpkı kitaplarda ki gibi. Tıpkı Yusuf gibi, Lenny gibi, Filistin'de yaşayan Dalia gibi, Kevok ile Baz gibi.
Onları ararız sokak aralarında, sonra kuytu köşelerde bakınırız. Bazen limon ağacının gölgesine sığınırız, farklı şeyleri isteriz aslında. Belki yıllar sonra evini görmeye gelecek bir adamı bekleriz…
Yıllar yıllar sonra kimsenin aklına dahi gelmeyecek bir olayla karşılaşırız kitap sayfalarında. Deniz altına gömülmüş mezarlıkları keşfederiz bazen, gönüllü ölüme saygıyla eğiliriz, ama anlatamayız işte. Ne zor bir şey insanın acısına ortak olup insan olamamak.
Gençlik yıllarını sahaflarda geçiren insanlar hemen mutlu olur. Yıpranmış kitabın arasında altı çilinmiş satırlar, cigara külünün bıraktığı iz, sayfalar arasına yazılan aşk sözleri, kocaman bir yaşanmışlık.
Sadece bir kitabı değil bir insanı okursunuz. Sizi mutlu eden en büyük hediye kitap olur çoğu zaman. Daha on yedi ya da on sekiz civarlarındayken gider yıllar önce ölmüş bir yazara aşık olursunuz, onun düşüncelerini, hayatını, Okuyucularına hitap edişini ezberlersiniz, tek tek her kelimenin anlamında ararsınız kendinizi, koşulsuz sevginin adı oluverir sonra onun kitapları.
Duygularını derin yaşarlar, yüzlerinde taşırlar kalplerini, günlerce suskunluk düşer üstüne, sonu hüzünlü biten bir kitabın ardından yas tutarsınız. Yüzünüz asık dolanırsınız evde, soranlara ise anlatamazsın, anlamazlar, gülüp geçerler, kalbini kırıp kitabına laf söz ederler. Oysa ne diyordu büyük kitap; Oku diyordu oku, dünyayı oku, insanları oku, bulutlardan akan yağmuru oku, annenin sessindeki tınıyı oku. Sadece kitabı değil var olan her şeyi oku. Ama bunları okuyabilmek için kelimeleri okumayı his etmeyi bilmeliyiz.
En büyük hayali bir kitap veya şiire konu olmak isteyen genç okuyucuların, gençlik yılı böyle geçer. Acılarını dostla değil kitap sayfalarıyla paylaşır, yastık altına kitap koyup uyurlar. Size fazla gelebilir tüm bunlar bir alay ifadesi belirebilir yüzünüzde. Kitaplarla beraber bir gençliği sıralasaydınız raflara böyle olmazdı yüz ifadeniz.
Ama umarım, umarım herkesin kitaplığından bulup çıkaracağı bir zamanlar beş kuruşa muhtaçken, dayanamayıp cebindeki son kuruşu bir sahafçıya bırakarak aldığı bir kitap vardır.
Şimdi onu genziniz yana yana tozlar içinden çıkarıp ceketinizin astarıyla temizleyin ve okumaya başlayın. Hep beraber okuyun tüm hücrelerinizle. Okuyun, okuyun ki bir gençliği de kocaman bir girizgahın son deminde bırakmayın.