Terörünüze karşı çıkan kim varsa sizden değildir, bayım.
Biz sizden değiliz ve olmadık.
Siz, işgalci olduğunuz her toprağın insanını toprağını ve değerlerini savunduğu, düşman olan size karşı çıktığı için kendinizin 'Dünya Barışı' yalanınıza muhalif bildiniz, en olmadık vahşetle te'dip ettiniz, kolaylaştırdınız, yaraladınız, öldürdünüz, ayaklarınızla ve silahlarınızla ve de düşüncelerinizle kirlettiniz, dört bir yanı.
Merhameti çıkarttınız, kalplerden, umaniznanızı yerleştirdiniz yerine.
Özü gür topraklarda yetişen gülleri ve çiçekleri soldurdunuz, tohumu sizden parası bizden gülleri ve çiçekleri saksılarda, büyüttünüz ellerimizle.
Ne bir rayiha ne bir fayda!..
Ellerimizde spreylerinizle yaprakları, güllerle çiçekleri kokulandırdık, parası bizden üretimi sizden.
Bayım, yüzsüzlüklerinizi ne kadar anlatsak, suçumuz artar.
Bak bayım, biz sizi biliyoruz.
Arananlar listenizde isimlerimiz çarpı bekler, bilmiyor değiliz.
Bağdat kan ve revan içinde, Hama, Musul, Halep, Şam, Felluce, Basra Şatilla, elma kokusuna kanan çocuklar kimin?
Yeryüzünü kana, vahşete gark edenler gökyüzünde demir kuşları neden uçurup durur?
Ebabiller tekrar geldiğinde gönlüm, geriye dönüp bakanlarla gemiye binmeyenlerin helâk olduğunu unutmuş olacaktır.
-Bayım, bir şey anlamıyorum, sözlerinizden. Tarih mi edebiyat mı sihirli sözler mi söylediğiniz?
Size hüzne dair elli senelik arkadaşlığımı anlatmak istedim. Hayatı anlattım. Sihre karşıyız, söylediğimiz hakikattir. Bilenler bildiklerini söyleme mecburiyetindedir. Biz, mizana göre yaşarız.
Bana " Bayım" diyen beyefendi nereye gittiniz?
Etrafına bak!..
Etrafına baktı, kimse yoktu.
İlerleyen vakitte içerde sadece çalışanlar vardı.
Kâğıdı-kalemi bıraktı.
Mahcubiyet içindeydi.
Ağırlaşan bedenini elinden tutarak kaldırdı, yazarın caffe sahibi.
Hüznün Gözyaşları yine tamamlanmamıştı.
Alışmıştı, kendine iş yeri sahibi, çalışanları.
Her gün gelen yaşlı müşterinin önündeki kâğıt tomarlarıyla raksına, kendi kendisine konuşmasına alışmışlardı.
Kimseye zararı olmayan, ne dediği kolaylıkla anlaşılmayan, kendi kendine harp eden, kan ter içinde kalan ihtiyar adam geri dönüp masaya baktı.
Bu günkü notlarını işaret etti.
Hiç bir zaman unutmadığı notlarını nasıl unuturdu?
İşletmenin Arap çalışanı hemen alıp geldi, notları.
" Şükran " dedi, Yaşlı Adam, tebessümün yayıldığı yüzüne bakarak.
Genç, " Ehlen ve sehlen" dedi, duyabildiği kadar.
Yaşlı Adam, giriş kapısından uzaklaşırken kendi kendine mırıldandı:
- Ya Rabbi şükürler olsun, Hüznün Gözyaşları tamamlandı.
İlk kez Arapça bildiğini fark eden Genç, Yaşlı Adamın ardından baka kaldı.
İşletmeci, caffesine gelen haddi hesabı olmayan müşterilerinden sevdiği arasında yer alan ihtiyara ilgi gösteriyordu.
Genç, gidenin Arapça bildiğini söyleyince itiraz etti, patronu:
- Hayır o bizden daha iyi Franızca konuşur, İngilizce bilir, Almancası mükemmel.
O, 1920'li yıllarda ailesi İstanbul'dan gelen sürgünlerden biri.
Genç sustu, ekledi işletmeci:
-Memleket hasreti çeker, Mösyü.
Genç, masayı düzeltirken yere düşmüş bir kâğıdı aldı.
Kâğıdın üst başlığında b-s-m-l harfleri yer alıyordu, istiflenmiş şekilde.
Genç, harflere bakıp kâğıdı yerden aldı, hürmetle.
İşletmede diğer çalışanlar, etrafı düzeltmek, yarına hazırlık için meşguldü.
Upuzun caddede bir siluet, gözden kayboldu.
Gencin elindeki kâğıt, gömlek cebinde katlı halde yüreğini ısıtan alev gibi harlanmış, ruhunu yakıyordu.