Kapitalizmin ve faiz ekonomisinin temsilcileri G20 ülkeleri; ABD, Avrupa Birliği Komisyonu. İngiltere, Japonya, Kanada, Almanya, Fransa, İtalya, Rusya, Avustralya, Brezilya, Arjantin, Hindistan, Çin, Endonezya, Meksika, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Güney Kore ve Türkiye'den oluşmaktadır. Bu ülke liderleri 2015 Türkiye Zirvesi kapsamında Antalya'da toplandı. Bu nevi toplantılarda aile fotoğrafı vermek bir klasik haline geldi. Charlie Hebdo saldırısı sırasında da statükonun bekçileri aile fotoğrafı için oraya koşuşmuş, ispatı vücut yapmışlardı.

Aile denilince; doğal olarak aynı değer yargılarını paylaşma, uyum ve birliktelik akla gelmektedir. Paris'te meydana gelen saldırıların gölgesinde gerçekleşen bu toplantıda da bir aile fotoğrafı verildi. Dünyanın huzur ve güvene hasret kaldığı bu asrımızda G20 2015 Türkiye Zirvesi'nde verilen aile fotoğrafı ile bu zülüm ve kargaşanın arkasında olmaya devam edecekleri mesajını verir gibiydiler.

Gerçek şu ki Osmanlı Hilafet Devleti'nin Avrupa devletleri ve Rusya tarafından işgal edilip paylaşıldıktan sonra dünya üzerinde yeni bir statüko kuruldu. Bu statüko ilk günden beri dünya Müslümanlarınca küfrün, küffarın, zulmün, yıkımın, sömürgeciliğin, Siyonizm'in, deccalın, İblisin statükosu olarak tanımlandı. Nitekim hak ve hakikatin, adaletin teminatı olan Hilafet ilga edilerek bu statüko kurulmuştu. Bu statüko BM, NATO, BM Güvenlik Konseyi, IMF ve Dünya Bankası gibi global siyasi ve iktisadi kurumlarla pekiştirilerek kalıcı hale getirildi.

Dahası bu statükonun kıyamete kadar böyle egemen olacağı inancı yerleştirildi. Ancak Resul (s.a.v.)'in "Küfür devam eder fakat zülüm devam etmez." Sözünde olduğu gibi küfür doğası gereği zülüm yapmaksızın varlığını sürdüremezdi. Nitekim küfrün hakimiyeti dünyayı tarumar etti. Küfrün hakimiyetini sürdürdüğü günümüz Dünyası cadı kazanı gibi kaynıyor. Kan, gözyaşı, acı ve tehcir!..

İslam coğrafyasında bayrağın düştüğü yeri temsil Türkiye'nin, mevcut statükoyu korumak için çırpınan Küffarın yanında, hem de ev sahibi konumunda yer alması, Türkiye Müslümanlarını derin düşüncelere gark etmesi gerekmez mi? Nerden nereye geldik? Daha doğrusu yüz yıldır Müslüman ümmetin makûs tarihini değiştirmek için onca medrese, tarikat, cemaat, cemiyet, dernek, STK ve siyasi parti kurduk. Onca vaaz ve irşat faaliyeti gerçekleştirdik. Ne acıdır ki; geldiğimiz nokta küffarın zulüm üzere kurduğu statükoya birinci dereceden payanda olmak oldu! Batının faiz üzerine kurulu ekonomi düzeninin daha iyi işlemesi için destek olmak oldu! Dahası bu statükoya yönelen tehlikeleri bertaraf etmede figüran olarak rol almak oldu!

Cebren ve hile ile Hilafeti ilga edip Laik Demokratik Cumhuriyeti kuran kadroların Batı dünyasına biat ettiğini biliyorduk. Fakat Müslüman kitleler olarak kendi istikbalimizi yeniden inşa etmek gibi bir iddiamız vardı. Ancak Müslüman halka lider olmak iddiasında olan bir partiler ve liderler halkı arkasından sürükleyerek geldiği nokta entegrasyondan öteye geçmemesi oldukça manidar ve korkutucudur.

Bu bağlamda Müslüman alim, ulema ve kanaat önderler nereye sürüklendiğimizin farkında olmak zorundadır. Müslüman halkı Batı'ya entegre etmek gibi bir işlev görmek zillet ve delalettir. Sırf meşkuk bir istikrar uğruna nasıl bir siyasi harekete destek olduklarını iyi hesap etmek zorundadırlar!

Alim olsun kanaat önderi olsun bu halka İslami çözümden başka yol gösterecek olan varsa kenara çekilmelidir. Başka ihsan istemez!

Selam ve dua ile…