"İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur."[1]

Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın ?
Fatih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın.!

Anlayamamak veya yanlış anlamak anlaşılır bir durumdur. Lakin anlamazlıktan gelmek gerçekten affedilecek bir durum değildir.

Fetih ruhunu yeniden elde etme meselesinde de aynı durun yaşanmaktadır. İnatla işi tersten ele almaya kalkışanların sersemliği bizi oyalayıp durduğu açıktır.

Diğer taraftan fetih ruhu bizim için bir özlem mi yoksa bir hedef mi?

Eğer fetih ruhu bizim için bir özlen ise kutlamalarla yetinebiliriz. Ancak eğer fetih ruhu bizim için bir hedef ise işi temelden ele almamız kaçınılmazdır.

Fetih ruhunun kaynağını göz ardı ederek kutlamanın görkemliğine, şatafatına ve kalabalığına bakarak bir yerlere vardığımızı zannedenlerin ayılmasını beklersek çok geç olabilir. Daha çok geç kalmadan dirilişin, öze / köklerimize dönüşün ilk adımını doğru tespit etmemiz gerekmektedir. Kuşkusuz bu da bütün kuşatıcılığıyla amentümüze dönüştür.

Bu bağlamda itikadi ve ameli boyutuyla İslam'a daveti yüklenmeden fetih ruhuna ulaşmak mümkün müdür? İslam'ı sair muharref din ve beşeri ideolojilerden ayrı ve üstün tutmadan, her türlü uzlaşma ve entegrasyondan uzak, arı duru bir şekilde İslam'ı varoluş sebebi yapmadan fetih ruhunun izi düşümünü bulmak olasımıdır?

Demem o ki; böyle imalarla, İslami motiflerle, anma merasimleriyle tarihin o şeref levhaları bir daha yaşanmaz! Bu; öyle laiklik, demokrasi ve cumhuriyet gibi beşeri batıl sömürgeci ideolojilerle olacak bir iş değildir! Bir yandan egemen beşeri ideolojileri tahkim edip diğer yandan tarihteki o altın sahifelere özlem duymakla bir yere varılmayacağı açıktır.

Eğer gerçekten dünyaya nizam verdiğimiz o izzetli ve şerefli günlere dönmek istiyorsak, çağdaş küfür ideolojiler olan laiklik, demokrasi ve cumhuriyet ile öncelikle fikren yüzleşmemiz gerekmektedir. Bu ideolojiler hayatımıza egemen oldukları sürece özümüze dönmenin en büyük ütopya olduğunu anlamak durumundayız. En açık bir şekilde bu temel düşüncelerle fikri ve siyasi bir mücadelenin içine girmeden kendimize gelmenin söz konusu olamayacağını kavramak zorundayız. Halka yaşadıkları maddi ve manevi sıkıntıların kaynağının bu Batı patentli düşünceler olduğunu haber vermeden yeniden tarih sahnesine çıkmamızın mümkün olmayacağını bellemek mecburiyetindeyiz.

Amentümüze sahip çıkıp onu egemen kılarak İslami bir hayatı yeniden başlatacağız ki; öncelikle kendimize hayrımız dokunsun.

Başka bir ifadeyle; İslam coğrafyasını param parça eden maddi, manevi, fikri, siyasi bütün engelleri bertaraf ederek Hilafet sancağı altında birleştirdiğimiz gün fetih ruhunu elde etmiş olacağız. Ardından Allah ile kulları arasına giren siyasi erklerin bertaraf edilmesi adına fetihler başlayacaktır. İşte o gün dünyada dengeler yerine oturacak ve " De ki; hak geldi batıl zail oldu " şeklindeki mübarek söz yerini bulmuş olacaktır.

O fetih komutan ve askere değerini veren cevheri elde etmeden asla!..

[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 335; Buharî, et-Tarihu'l-Kebir, I, 81; et-Tarihu's-Sağîr, I, 306; el-Bezzar, el-Müsned, el-Müsned, c. II, s. 308; Taberani, el-Mu'cemu'l-Kebir, II, 38; Hakim, Müstedrek, IV, 422; Heysemî, Mecmeu'z-Zevaid, VI, 219.