İki türlü sıkıntı var' der Dücane Cündioğlu. 'Biri can sıkıntısı, diğeri geçim sıkıntısı. İlki ruh'un (birey), ikincisi beden'in (toplum) hem illeti, hem şifasıdır.'

Evet, çevremizdeki insanlara baktığımızda, bilhassa ısmarlama bir hayat süren modern ve seküler çağın insanlarına baktığımızda yüzlerinden, hallerinden, sözlerinden akan tek şey neredeyse upuzun bir can sıkıntısı. Sanki can sıkıntısı en kadim dost, en vazgeçilmez arkadaş olmuş. Hadi ergen dönemlerdeki o her şeye karşı düşmanca tavır, o hiçbir şeyden memnun olmama hali anlaşılabiliyor da; insanların neredeyse tümüne sirayet eden bu hal de neyin nesi?

Öyle bir hale geldik ki hiçbir şey bizi memnun etmiyor. Teselli bulmuyoruz hiçbir şeyde. Huzura, sükûnete, rintliğe adım atamıyoruz bir türlü. Neden acaba?

Nedeni çok basit. Öyle cevap bulmak için çok ötelere, derinlere gitmenin lüzumu yok. Şifreleri çözmenin, kitapları karıştırmanın, kafa yormanın da gereği yok. Hayatımızı baştan aşağı derinlemesine bir kez daha sorgularsak neyin ne olduğunu hemencecik kavrayabiliriz.

Çok uzağa gitmeyelim ve hayatımıza şöyle bir yakından bakmayı deneyelim. Kendimizin bile uzağında yaşadığımızı hatırlayalım mesela. Kendimize, özümüze, içimizdeki cevhere nasıl da yabancılaştığımızı, nasıl da apayrı şehirler misali mesafelerimizin gitgide açıldığını fehmetmeye çalışalım.

Hayatımızı nelerle doldurduğumuzu düşünelim önce. Zamanımızı nasıl geçirdiğimizi hatırlamaya çalışalım bir bir. Günümüz, haftamız, yılımız nasıl da kayıp gidiyor, nasıl da harap oluyoruz, nasıl da kaybediyoruz kendimizi bu zaman karmaşasının acımasız çarkları arasında, onu düşünelim.

Hayatımızın saniyelerden ibaret olduğu hiç aklımıza geliyor mu Allah aşkına. Evet evet, yanlış okumadınız, saniyelerden. Ömrümüz saniyelerden mürekkep değil mi? Sadece ve sadece bir anın, kısacık bir anın sahibiyiz tam manasıyla düşünürsek… Ne bir önceki ana dönebiliriz, ne de bir an sonrasına sözümüz geçebilir.

O halde bu kadar kıymetli olan hazinemizi neyle dolduruyoruz ona geri dönelim. Neden gittikçe artıyor bu can sıkıntımız. Neden gitgide hayatımız daralıyor ve biz hayata yabancılaşıyoruz? Bu can sıkıntısından hakikate, manaya ulaşmanın yollarını neden aramıyoruz?

Bütün hayatımız yemek-içmek, gülmek-eğlenmek, yatmak-kalkmak; bütün dünyamız televizyon, şamata ve laf kalabalığı… Ve oralardan akan basit, cıvık ve sığ olan içi boşaltılmış hayatla dolu bir insandan can sıkıntısı tebarüz etmesin de ne tebarüz etsin Allah aşkına. Böyle bir yaşamak can sıkıntısını arttırmaz da ne yapar?

Ruhumuzun aç olduğunu ve dolayısıyla can sıkıntımızın ondan kaynaklandığını ne zaman anlayacağız? Ruhumuzu doyurmamız gerektiğini ve ruhumuzda kaybettiğimiz asıl cevheri bulamamaktan ve daha doğrusu onu arayamamaktan kaynaklanan sıkıntıyı içimizde gittikçe büyüttüğümüzü ne zaman fark edeceğiz?

Ve daha acı olan: Kendimizden gittik ey ahali, ne zaman döneceğiz…