M. Sarmış: Sizin Harran Dergisi çevresi ile de irtibatınız var. Harran’da da yazılarınız çıkmış. Düşünce olarak farklı bir çizgide olsalar da o çevre ile görüşüp konuşuyorsunuz, aranız iyi yani.
M. Akalın: Onlar düşünce kulüpleri değil. Anzılha olsun, Harran olsun, Urfa’yı sevenler, Urfa için iyi bir şeyler yapmak isteyenler olarak oradaydık.
M. Sarmış: Ben çok gıpta ediyorum. Şimdi böyle şeylerin eksikliğini çok hissediyoruz. Okuyan yazan farklı düşüncelerdeki insanların Urfa ortak paydasında bir araya gelip konuşması, aynı dergide yazı yazması çok güzel bir şey.
M. Akalın: Tabii. Farklı düşünebiliriz, ama benim en iyi ahbaplarım Halil Çelik, Mehmet Oymak’tır, diğer arkadaşlardır. Siyasi düşüncelerimiz farklı olabilir.
M. Sarmış: Onlarla ilişkilerinize dair neler söylemek istersiniz? Sık görüşür müydünüz? Düzenli olarak oturup kalkar mıydınız?
M. Akalın: Birlikte olduğumuz ortamlar çoktu tabii. Vakıf, sıra grupları vs. Dergiyle Ahmet Kaya ilgilenirdi. İrtibatımız daha çok onun üzerinden yürürdü.
M. Sarmış: Seyyit Ahmet Kaya… Arkadaşımızdı. Yazarlar Birliğinde beraber çalıştık. Rahmetli oldu. Derginin son dönemlerinde aktif çalışmış.
M. Akalın: Doğru. Ben de zaten derginin ilk kurucu kadrosunun içerisinde değilim.
M. Sarmış: Neler yazıyordunuz?
M. Akalın: Urfa tarihinden belgeler diye yayınlar yapıyordum.
M. Sarmış: Yani artık Urfa tarihi çalışmalarınıza başlamışsınız. O konuya daha sonra gireceğiz. Şimdilik dergilerden devam edelim. Urfa Barosunun çıkardığı dergiye de çok emeğiniz geçmiş.
M. Akalın: Baroya başkan olmadan önce genel sekreterdim. O sırada “Baro olarak niçin bir dergi çıkarmayalım?” dedim. Sene 1992… Anadolu’daki ilk baro dergisi diyebilirsiniz. İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde vardı, ama Anadolu’daki illerin baro dergileri yoktu. Urfa olarak biz çıkardık. Güzel de oldu hakikaten. Uzun süre de devam etti. Sonradan epey değişti. Bizim zamanımızda hukuka ilişkin, mesleğimize ilişkin fikir yazıları çıkardı. Sonradan magazinleştirildi, parlak kâğıtlara basılmaya başlandı. Uzun zamandır da çıkmıyor.
M. Sarmış: Vali Ziyaeddin Akbulut (1990-1996) ve yardımcısı Hasan Duruer zamanları… ŞURKAV (Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı) kuruluyor. Oluşumun içinde siz de varsınız.
M. Akalın: Hasan Duruer sonra geldi. Kuruluşu sırasında o işlere bakan vali yardımcısı Kenan Yozgatlı idi. Beni arayıp “Bir vakıf kuruyoruz Urfa için, mütevelli heyetine sizi de yazalım.” dedi. Ben de peki dedim. İşte şu kadar da para vereceksiniz, dedi. Tamam dedim. Böylece mütevelli heyetine dâhil edildim. Hâlâ devam ediyor.
M. Sarmış: Hayatınızda ayrıca Şanlıurfa Vakfı var, Urfa Kültür Derneği var, Urfa Kültür Mirasını Koruma Derneği var. Buralarda da üye ve yöneticilik yapmışsınız.
M. Akalın: Evet. Daha sonra Şanlıurfa Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunda üyelik yaptım. Anzılha döneminde başlayan Urfa, Urfa’nın tarihi, kültürü ve Urfa’nın tarihi dokusuna duyduğum ilgi giderek arttı. Giderek sokaklarına, evlerine, fiziki yapılarına daha yoğun ilgi duymaya başladım. O derneklere o yüzden üye oldum.
M. Sarmış: 1990’larda Vali Ziyaeddin Akbulut zamanında başlayan Dergâh Projesinde de varsınız herhalde.
M. Akalın: Evet, tabii. ŞURKAV olarak vardık. Çok özel bir çalışmadır. Gerçekten hakkını teslim etmek lazım, Necmettin Cevheri olmasaydı, bugün orası yoktu. O dönem Doğruyol Partisi iktidardı. Merhum Cevheri de bakandı, sanırım Tarım ve Köy İşleri Bakanı idi. Sonra da başbakan yardımcısı oldu. Onun sayesinde Dergâh Projesi için çok para geldi. Muhtemelen örtülü ödenekten geldi. O sayede de orası cennet köşesi gibi bir yer oldu. Bu konuda Süleyman Demirel’i, Necmettin Cevheri’yi, Vali Ziyaettin Akbulut’u, işin başında gecesini gündüzüne katan Vali Yardımcısı Hasan Duruer’i ve bütün teknik personeli, emekçileri de minnetle anmak lazım.
M. Sarmış: Yine Cihat Hocanın notlarından öğreniyoruz ki 1992 yılında ŞURKAV Yönetim Kurulu, o yılın Kültür Sanat Ödülü için başka bazı isimlerle beraber sizi de teklif etmek istemiş, ama yönetimde olduğunuz için kabul etmemişsiniz.
M. Akalın: Doğrudur. Dedim “İnsanın kendi kendine ödül vermesi doğru bir şey değil. Ben yönetimde iken etik olmaz. Daha sonra verirseniz, ne âla, olmazsa da çok önemli değil. Biz ödül için çalışmıyoruz.” Arkadaşlar ısrarcı oldular, ama kabul etmedim.
M. Sarmış: Bir de Urfa Kent Müzesinin kuruluşunda emeğiniz var.
M. Akalın: Onun için bir çalışma yapalım dediler. Bir kent müzesinde neler olabilir? Onu araştırdık, çalıştık. İşin yükü bizim için zevkti.
M. Sarmış: Başka kimler vardı?
M. Akalın: Cihat Kürkçüoğlu vardı. Prof. Mehmet Önal vardı. Abdullah Ekinci hoca vardı. Belediye Kültür Müdürü Necmi Karadağ vardı. Müze’nin oluşumunda da ayrıca Naci abi ile ben varız, Belediye Başkanı Ahmet Fakıbaba var. Mahmutoğlu Kulesi harabeydi. Hatta esrarkeş yuvasıydı.
M. Sarmış: İçini görmemiştim, ama dışardan yer yer kocaman çatlaklar oluşmuştu. Bir gün yıkılacak diye endişe duyardık.
M. Akalın: O sırada Naci abinin yanına gelip giden Mustafa Bey vardı, Mustafa Atılgan. Soyadı farklı, ama Mahmutoğlu ailesinden. Tarihî Kule’de de hisse sahibi. Naci abiye demiş ki “Ben hissemi ŞURKAV’a bağışlayayım. O zaman belki burayı düzeltirsiniz.” Naci abi bana bunu nakledince, “Çok iyi” dedim. “Bağışlasın, biz ŞURKAV’ı devreye sokar formalitesini yaparız.” Mustafa Bey gidip Tapu’da hissesini ŞURKAV’a devretti. Ben de ŞURKAV genel kurulunda söz aldım. Dedim ki “Biz burada hissedar olduk. Diğer hissedarların kimi Urfa’da, kimi dışarıda. Biz hissedar olarak burayı “izale-i şüyu” yapalım, yani satışa çıkaralım.” Hukuki bir tabir. Ortaklık malı mahkemeye veriyorsunuz satılıyor, herkes parasını alıyor.” Teklifim uygun görüldü. Ben o davayı açtım. O davanın sonunda Urfa Belediyesi de ihaleye girdi ve kazandı. Böylece Kule ve binalar belediyenin mülkiyetine geçti.
M. Sarmış: Fakıbaba’nın başkanlığı zamanı.
M. Akalın: Evet. 2011 yılı olması lazım. Ondan sonra da Belediye orayı restore etti, sonra da Kent Müzesi kuruldu. 2014 yılında da açılışı yapıldı. Müze çalışmalarında bizim de mütevazı katkımız oldu. Diğer arkadaşlarla beraber tabii.
M. Sarmış: Biraz da arkadaş çevrenizden bahsedelim. Bir kısmının adı geçti. Cihat Hocanın adı sık sık geçiyor. Birçok projede beraber çalışmışsınız. Bana gönderdiği notlarda nasıl tanıştığınızı da anlatıyor.
M. Akalın: Cihat Hoca ile tanışıklığımız çok eskiye dayanıyor, 1980 öncesi olmalı.
M. Sarmış: Ben o notlardan hatırlatmak istiyorum: “Sanıyorum 1978 yılı idi. Ben Urfa Müzesi’nde görev yaparken kendisi Müslüm Süzer ile birlikte müze müdürümüz Osman Öçmen’i ziyarete gelmişlerdi. Ben de Osman Öçmen’in odasındaki o ziyarette bulunmuştum ve sohbet etmiştik. Urfa tarihine ve kültürüne ortak merakımızdan dolayı 1978 yılında başlayan dostluğumuz bugüne kadar hep devam etti. Bir gün olsun birbirimizi kırmadık. Kültürel alanda birçok çalışmayı birlikte gerçekleştirdik.”
M. Akalın: Doğrudur. Cihat hoca bu konularda çok titizdir.
M. Sarmış: Sıra arkadaşlarınızdan da bahsetmek ister misiniz? Sıra gruplarınız var mı, yok mu diye sormayı gereksiz görüyorum. Mutlaka vardır.
M. Akalın: Olmaz mı? Var tabii, çok oldu hem de. Urfa’nın kültür-sanat adamlarından oluşan ve 30 yılı aşkın süre devam eden bir sıramız vardı. Yıldız Meydanı’nda benim doğduğum evi 2000’li yılların başında restore ettikten sonra o evde uzun yıllar çeşitli sıra gruplarıyla bir araya geldik, kültür sanat sohbetleri yaptık.
M. Sarmış: Çeşit çeşit sıra grupları var. Sizinki nasıl?
M. Akalın: Bizim gençlik arkadaşları ile yemekli sohbetimiz, onun dışında Urfa konulu sohbet sıralarımız var. Mesela bir ara Cihat Hoca, Sabri Dişli, Burhan Akar ile oturuyorduk. Bahsettiğim evde Abdullah Ekinci Hoca da katıldı bize. Her hafta bir arkadaşı davet edip kendi alanı ile ilgili sohbet ediyorduk. Daha kalabalık gruplarımız da oluyordu. Bazen kendi aramızda, bazen dışarıdan misafir davet ederek…