M. Sarmış: Fakülte, 1975 yılında bitti.
M. Akalın: O yıl az önce dediğim gibi Şair Abdi İlkokuluna tayinim çıktı. Öğretmenliğin yanında stajımı da yaptım. Avukat Reşit İpek’in yanında. Ondan sonra da öğretmenlikten istifa ettim. O ara askere gittim.
M. Sarmış: Nereye?
M. Akalın: Siirt Kurtalan’da askerlik şubesi başkanlığına… Kurtalan o sıralar kenarda köşede kalmış bir yerdi. Siirt de öyleydi zaten. Urfalıların tetirbe dedikleri bir yerdi. Siirt’ten öteye bir yere gidemezdiniz, yol yoktu öbür tarafa. Kurtalan’ın nüfusu da çok azdı. Tek özelliği Doğu’ya gelen tren yolunun bitim noktası olmasıydı. Barış Manço’nun meşhur Orkestrasına ismini veren yer. Orada yedek subaylığımı şube başkanı olarak yaptım.
M. Sarmış: Temel eğitimi nerede yaptınız?
M. Akalın: Dört ay Balıkesir İdari ve Lojistik Hizmetler Okulunda eğitim gördük. Ondan sonra tayinimiz Kurtalan’a çıktı.
M. Sarmış: Toplam ne kadar sürdü?
M. Akalın: Normalde 16 aydı. Bizim zamanımızda bir ay uzattılar. Dolayısıyla 17 ay askerlik yapmış olduk. Asteğmen iken, son bir ay da teğmen olduk, öyle bitirdik.
M. Sarmış: Hep Kurtalan’da mı kaldınız?
M. Akalın: Yok. Beni iki defa geçici görevle başka yerlere gönderdiler. Bir keresinde Van Muradiye’ye, diğerinde de Hakkari’ye… Benden sonra Kurtalan’a bir tane yarbay verdiler. O da tezkere bırakmıştı. Tezkere bırakmak, eskiden lise mezunlarının askerliklerini yedek subay olarak yaparken, asker olarak kalmak isteyen ve uygun görülenler için kullanılan bir ifade. Onlar en fazla yarbay olabiliyorlar, yarbaylıktan emekli oluyorlar. O zaman ordunun personel açığını biraz da böyle kapatıyorlar. O gelince iki subay olmuş olduk. Beni joker gibi boşalan yerlere göndermeye başladılar. O sırada Muradiye’de deprem oldu. Beni geçici görevle oraya gönderdiler. Gittim, Muradiye yerle bir olmuş. Ayakta iki bina vardı. Biri Ziraat Bankası, biri de cami.
M. Sarmış: Ne yaptınız orada?
M. Akalın: Zaten bütün devlet daireleri çadırda idi. Biz de bir çadır kurduk. Dışarıdan gelen yardımları dağıtmakla meşgul olduk. Bir ay kadar orada kaldım. Bir süre sonra da Hakkâri Yüksekova’ya görev çıktı. O vesileyle oraları da görmüş oldum. Güzel yerlerdi. Yüksekova Hakkari’den daha işlek bir yerdeydi. Ticari ve ekonomik olarak daha gelişkin, daha canlı bir yerdi. İskenderun’la Hatay gibi.
M. Sarmış: Ne zaman Urfa’ya döndünüz?
M. Akalın: 1978’in yazında döndüm. Stajımdan eksik kalan sürem vardı; onu tamamladım. Sonra da Maliye Bakanlığına bağlı hazine avukatı olarak mesleğe başladım.
M. Sarmış: Memur oldunuz yani. Serbest çalışmıyorsunuz.
M. Akalın: Evet. O sıra bir gün Naci abinin dükkânına girdim. Baktım, Naci abi “Ha, geldi.” dedi yanındaki adama. O da biraz kilolu, saçları dökülmüş, yaşlıca bir adamdı. Defterdarmış. Avukat arıyorlarmış. Naci abi “Eğer arzu ediyorsan müracaat et.” dedi. Dedim “Bir düşüneyim.” Yanımda bir arkadaşım da vardı. Ahmet Elçi. Beraberce bir büro açalım diye düşünüyorduk. Fakat defterdar bizi hiç bırakmadı. Habire Naci abiye telefon açıyor gelsin başlasınlar diye. Müracaat ettik. Tayinimiz hemen çıktı.
M. Sarmış: Ne kadar sürdü hazine avukatlığınız?
M. Akalın: Beş sene sürdü. Sonra memuriyetten istifa edip kendi büromuzu açtık.
M. Sarmış: Birlikte mi, ayrı ayrı mı?
M. Akalın: Birlikte başladık, uzun süre de devam ettik.
M. Sarmış: 1970’li yıllar ülkede anarşinin zirvede olduğu yıllar. Siz üniversite öğrencisi olduğunuz yıllarda da etkilenmişsiniz, ama 1977-80 arasında çok daha arttı. Ben de o yıllarda Urfa Lisesinde öğrenciydim. Durum çok kötüydü. Bütün Türkiye’de olduğu gibi Urfa’da da çok kötü olaylar oluyordu. Siz de o sıralarda avukatsınız.
M. Akalın: Evet, 1978-83 arası hazine avukatıydım. 1977 seçimlerinden sonra Ecevit’in kurduğu hükümet… 1978-79 yılları… TÜSİAD, gazetelerde hükümet aleyhine bildiriler yayınladı. Esnaf vasıtasıyla piyasayı boşalttı.
M. Sarmış: Kuyruklardan söz ediyorsunuz. O günleri ben de hatırlıyorum. Tüp kuyruğunda çok bekledim.
M. Akalın: 1978-79’da aslında kuyruk filan yok. TÜSİAD’ın niyeti siyasiydi. Nitekim 5 milletvekili için yapılan 1979 ara seçimlerinde Adalet Partisi 5 milletvekilliğini de kazanınca Ecevit “Halk bize güvensizlik beyan etti.” deyip Başbakanlıktan istifa etti. Çok iyi hatırlıyorum hocam; biz hazine avukatıyken o 1978-79 senelerinde, Urfa’da tüp, yağ, şeker yoktu. Ama Viranşehir’de çoktu. Mesela biz Viranşehir’e Land Rover araba ile gidiyorduk.
M. Sarmış: O Urfa’da olmayan şeyleri almaya mı gidiyordunuz?
M. Akalın: Yok yok duruşmaya gidiyorduk. Düşünebiliyor musunuz, ilin Vali yardımcısı, Defterdarı bizi arıyordu; “Müslüm Bey, gelirken bize bir tüp getirebilir misin ya?” diyordu. Devletin arabası bizi mecburen getiriyor zaten. Ama yük arabası gibiydi. Kardeşim tüp demiş, öbürü şeker demiş, bir başkası yağ demiş, diğeri bilmem ne demiş. Alıp getiriyorduk.
M. Sarmış: Yani şunu mu demek istiyorsunuz? TÜSİAD, bu malları piyasadan çekip halkı kışkırtmak ve hükümeti düşürmek istiyordu…
M. Akalın: Zaten öyleydi. Nitekim hükümetin istifa ettiği günün ertesinde Haşimiye’ye indim; çarşıdaki toptancıların, bakkalların önü yağ tenekeleriyle doluydu. Çok iyi hatırlıyorum o dükkânları. Oysa bir hafta önce hiç yoktu.
M. Sarmış: Biraz eskiye gidelim mi? Siz Tek Parti dönemine yetişmediniz. Çocukluğunuz Demokrat Parti dönemine denk geliyor. Gerçi sonradan o dönemleri yazmışsınız. (“1908-1977 Arası Urfa Seçimleri” Şehir ve İrfan Dergisi, 2017, Sayı 4, s. 56-61) İşte 27 Mayıs İhtilali… İhtilalin halka yansımaları… Menderes ve arkadaşlarının idamı… Bu arada Said-i Nursi’nin Urfa’ya gelmesi, vefatı, cenazesi, daha sonra kabrinin açılıp cesedinin bilinmeyen bir yere götürülmesi… Dindar, muhafazakâr kesimlerin o döneme ve o olaylara karşı belli bir bakış açısı var. O kesimden kimselerle yaptığımız röportajlarda onların bakış açısı üzerinde durduk. Sizin tabii siyasi çizginiz farklı. Kendinizi “sosyal demokrat” olarak mı tanımlıyorsunuz, bilmiyorum. Siyaset yaptığınız partiler öyle… O konulara daha sonra gireceğiz. Fakat şimdi o çocukluk dönemlerinizdeki olayları bir de sizin bakış açınızdan dinlemek isterim.
M. Akalın: Çocukluğuma denk geldiği için daha çok okumalarımdan hareket etmek durumundayım. 1950-60 arası bütün Türkiye’de olduğu gibi Urfa’da da önce Demokrat Partinin yükselişine şahit olundu. Sonlara doğru da zayıflayıp ihtilale kadar giden süreç yaşandı. İşaretler de sonuna işaret ediyordu. Urfa halkı aslında tek parti yönetimine tepkiliydi. Çünkü siyaset yapma imkânı yoktu. Tek parti var, CHP. O yüzden sadece CHP’liler siyaset yapabiliyordu. Onlar da sınırlı olarak yapabiliyordu. Çünkü merkeziyetçiliğin çok güçlü olduğu bir dönem. 1945’te çok partili hayata geçiş kararı alınınca Urfa’da da hareketlenme oldu. Türkiye’de Tek Parti iktidarına karşı seçim kazanan ilk yerlerden biridir Urfa. 1946 seçimlerinde iktidar olan CHP’nin adayını değil, muhalefetin adayını belediye başkanı olarak seçmiştir. Milli Kalkınma Partisi adayı Avukat Fazıl Kürkçüoğlu… Demokrat Parti seçime giremediği için bağımsız olmak yerine Milli Kalkınma Partisi’nden girmeyi tercih etmiş ve kazanmış.
M. Sarmış: Çok kısa sürmüş belediye başkanlığı…
M. Akalın: O ayrı bir hikâye… Rahmetli benim komşumdu. 15 sene boyunca sık sık sohbet ederdik. Çok aydın, sürekli okuyan bir insandı. Bir keresinde masasında Kant’ın, akılla her şeyin çözülebileceği düşüncesine eleştirilerini içeren “Salt Aklın Kritiği” kitabını görünce şaşırmıştım, üzerine güzel bir sohbet yapmıştık. İstifa konusunda anlattığına göre o dönemde Urfa'nın meşhur bir şoförü varmış, ismi lazım değil, ikide bir gelip "Fazıl Bey sana oy verdik; bizim oğlana bir iş bul yav!" diyor. Fazıl abi de "hayırlısı” filan deyip geçiştiriyor. Fakat böyle bir, iki, üç, devam edince, bakıyor olacak gibi değil. Bir gün o şoför gelip yine aynı şeyleri tekrar edince, odacıyı çağırıyor, "Git aşağıdan seçim sandığını getir." diyor. O zaman, seçim sandıkları il seçim kurulunda değil, belediyenin ambarında muhafaza edilirdi. Odacı gidip sandığı getiriyor. Fazıl Bey içinden bir oy çıkarıp şoföre " Al verdiğin oyu. Daha söyleyecek sözün kaldı mı?" diyor. Ondan sonra da istifa dilekçesini yazıyor, şapkasını alıp "Müsaadenizle!" diyerek ayrılıyor.
M. Sarmış: Çok ilginç.
M. Akalın: Tek Parti döneminin sonlarında iktidar iyice çizgiden çıkıyor. Ama çok partili hayata geçtikten sonra da benzeri şeyler yapılmaya başlanıyor. Demokrat Parti, özellikle iktidar döneminin sonlarına doğru CHP’nin yaptığı şeylerin aynısını yapıyor. Demek ki ülke daha demokrasi kültürüne sahip değil. Nasıl ki şimdikiler de aynısını yapıyorsa, öyle… Gazetecileri hapse atıyorlar. Mahkeme kararlarını uygulamıyorlar. Beğenmedikleri hâkimlerin tayinini çıkarıyorlar. Bütün bu ve benzeri uygulamalar dolayısıyla Urfa’da da çok büyük tepki topluyorlar. 1957 seçimlerinde dokuz milletvekilliğinin tamamını CHP alıyor. Ekonomi tam bir facia. Mesela ülke o hale gelmiş ki, hâlâ Türkiye tarihinde örneği yoktur, 1958 tarihinde devlet iflasını ilan etmiş, ekonomi dilinde moratoryum yani. Türkiye Cumhuriyeti resmen moratoryum ilan etmiş. Yani ekonomik iflas. Ben iflas ettim, borçlarımı ödeyemiyorum demek. Tarihimizde ikinci bir örneği yok. Ama seçilmiş hükümetin darbeyle devrilmesinin tasvip edilmesi mümkün değil tabii. Halkoyuyla kabul edilen 1961 Anayasası, temel hak ve özgürlükler, özellikle sosyal ve ekonomik haklar bakımından Türkiye’nin önünü açıcı ve Anayasa Mahkemesi, Cumhuriyet Senatosu gibi kurumları ihdas etmesi nedeniyle de ileri bir Anayasa olmakla birlikte “Tabii Senatörlük” ve bir kısım vesayet çağrıştıran kurumlar nedeniyle de çok eleştiriye uğramıştı.
M. Sarmış: O yüzden bize bol geldi eleştirileri yapanlar olmuş.
M. Akalın: Tabii. O yüzdendir ki 1971 yılında “12 Mart Muhtırası”nı verecek olan devrin Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, “Sosyal gelişme, ekonomik gelişmenin önüne geçti, bunu durdurmak gerekiyor.” demişti. Aynen bu cümleyi kullanmıştı. Gerçekten de 1960-70 arası Türkiye’de toplumda büyük bir hareketlilik başlamıştı. Gazetelerin, dergilerin, kitapların yayın ve satışlarında büyük patlama yaşanıyordu. Öğrenci hareketleri artmış topluluklar düzeyinde edebiyat, düşünce kulüpleri oluşmuştu… Urfa’da bile üç dört tane dergi çıkmaya başlamıştı. Nabi, Anzılha, Balıklıgöl dergileri gençlerin toplandıkları edebiyat kulüpleriydi…
M. Sarmış: 27 Mayıs ihtilali Urfa’da nasıl karşılandı?
M. Akalın: Halkın açık bir tepkisi yok. Ama sonraki seçimlerde oylarıyla Demokrat Parti çizgisindeki Adalet Partisini destekleyerek karşı tavırlarını ortaya koydular.
M. Sarmış: Said-i Nursi’nin Urfa’ya gelişi, vefatı, kabrinin açılıp na’şının bilinmeyen bir yere götürülmesi gibi konulara siz nasıl bakıyorsunuz?
M. Akalın: Naci İpek ağabey sağ olsun, cenaze töreniyle ilgili özel arşivindeki fotoğrafları vermişti bana. O fotoğraflarda da kalabalığı görmek mümkün. Cenaze bizde zaten hep öncelikli ve özellikli bir konudur. Söz konusu olan Said-i Nursi gibi bilinen, sevilen, sayılan bir figür olunca bu ilgi haliyle daha büyük oluyor. Dolayısıyla Urfa halkı cenazesine çok büyük bir rağbet göstermiştir. Cenazesinin sonradan ihtilâl hükümeti tarafından götürülmesi herkes tarafından hâlâ eleştiriliyor. Bir adamın cenazesini götürürseniz düşüncelerini de mi götürmüş olursunuz?