M. Sarmış: Bunlar tek başınıza hazırladığınız eserler. Bir de ortak çalışmalarınız var:
“Şanlıurfa Uygarlığın Doğduğu Şehir” (Müslüm Akalın-Cihat Kürkçüoğlu-Sabri Kürkçüoğlu-Selahattin Güler)
“Urfa Millî Mücadele Albümü” (Müslüm Akalın-Cihat Kürkçüoğlu)
“Çizgilerle Urfa Kurtuluş Destanı” (Müslüm Akalın-Yusuf Sabri Dişli)
“Başlangıcın Tarihi Şanlıurfa” (Müslüm Akalın-Ebru Okutan Akalın)
“Urfa’nın Kurtuluşu İle İlgili Arşiv Belgeleri” (Müslüm Akalın-Mahmut Karakaş)
“Dr. Andreas Vischer-İsviçreli Bir Doktorun Türk Milliyetçileri Arasındaki Anıları-Urfa 1919-1920” (Müslüm Akalın-Abdülkadir Gürüz)
M. Akalın: Aslında beraber çalıştığımız eserleri paylaşmak güzeldi. Mesela Başbakanlık Arşivi’nden bir hayli evrak getirdim. Onları okudum, ama sonra Mahmut Hocayla tekrar değerlendirdik. Hocanın o kadar zamanını aldıktan sonra ben tek başıma yaptım demek olmazdı. (“Urfa’nın Kurtuluşu İle İlgili Arşiv Belgeleri”, Müslüm Akalın-Mahmut Karakaş)
“Milli Mücadele Albümü”nde de Cihat Hocayla (Cihat Kürkçüoğlu) çalıştık. Cihat Hoca o işin ilk başlatanı. Kurtuluş Savaşı fotoğrafları sergisini ilk açan oydu. Benden önce derlemiş, toplamıştı. Sonra hepsini bana verdi. Ben onun üzerine belki yirmi katını koydum. Ama yayınlarken Cihat Hocanın adını yazmamak olabilir miydi? Çünkü faaliyet onunla başlamıştı. (“Urfa Milli Mücadele Albümü”, Müslüm Akalın-Cihat Kürkçüoğlu)
Bunların hepsi güzel ortaklıklar.
M. Sarmış: Son zamanlarda Urfalı bir takım önemli aileleri araştırıp yazıyorsunuz. O aileleri hangi kriterlere göre seçiyorsunuz?
M. Akalın: Bilim, kültür, sanat, edebiyat, bürokrasi alanlarında topluma yaptıkları katkılarla öne çıkmış isimlerin ailelerini anlatmaya çalışıyorum.
M. Sarmış: O aileleri anlatırken Urfa’nın tarihi de ortaya çıkıyor.
M. Akalın: Evet, tabii.
M. Sarmış: Kimleri yazdınız bugüne kadar?
M. Akalın: Arabîkatibizadeler Ailesi, Azabistanağasızadeler Ailesini yazmıştım. Soyadı Kanunu ile beraber Alpan soyadını almışlar. Abozadeler, yani Coşkun ailesini yazmıştım. Ayrıca Mollazadeler var. Kürkçüoğlu Ailesi var. Şıhzadeler Ailesi var. Hocazadeler Ailesi var. Ondan sonra Saraç Ailesi var. Hatipzâde Ailesi var. Bunların hepsi ŞURKAV Dergisinde yayınlandı.
M. Sarmış: Az önce bir de “Urfa’nın En Eski Ailesi”nden söz etmiştiniz.
M. Akalın: Evet. Bir tweet yazdım; “Urfa’nın en eski ailesini tespit ettik.” diye. Bir hayli yankı yaptı. Daha yazıyı okumadan bazıları “Vay efendim, nasıl olur? Biz onlardan daha eskiyiz, şöyle böyle…” dediler. Aile, Bediüzzaman Şıhı ailesi…
M. Sarmış: Urfa’da benim bildiğim “Bediüzzaman” sıfatı iki isim için kullanılır. Biri Bediüzzaman Mezarlığına ismi verilen Ahmed- el-Hemedani, diğeri de Said-i Nursi.
M. Akalın: Bediüzzaman biliyorsunuz, spesifik bir isim değil, bir unvan, lakap… Urfa’da Bediüzzaman Şıhı ailesinin soyadları “Önen”.
M. Sarmış: Milletvekili Emin Önen’in ailesi.
M. Akalın: Evet, o da o ailenin mensuplarından.
M. Sarmış: Bediüzzaman ne alaka?
M. Akalın: Eski kayıtlarda öyle geçiyor. Osmanlı arşivinde, aileye şart edilen M.1374 tarihli Emir Mencek Vakfı Zaviyesi’nin diğer adının Bediüzzaman Zaviyesi olduğu yazılı. Onlar da Bedüzzaman Şıhı’nın torunları tabi.
M. Sarmış: Az önce aile çalışmalarınızın devam ettiğini söylemiştiniz.
M. Akalın: Evet, yazmayı düşündüğüm üç beş aile daha var.
M. Sarmış: Nasıl çalışıyorsunuz?
M. Akalın: Arşivlere müracaat ediyorum. Şer'i mahkeme sicillerine, eski nüfus kütüklerine, tapu kayıtlarına bakıyorum. Aile üyeleriyle görüşmeler yapıyorum, varsa ellerindeki belgelere bakıyorum. Araştırıyorum, soruşturuyorum. Ne bulursam değerlendiriyorum.
M. Sarmış: Çok da titiz çalışıyorsunuz. Geçenlerde GAP Gündemi Gazetesinde yayınlanan “Firuzpaşa Sokak” yazınızı okumuştum. Çok güzeldi.
M. Akalın: Teşekkür ederim. Firuzpaşa, Urfa’nın en meşhur sokaklarından biridir. Halk arasında daha çok “Harun Beg’in Yokuşu” adıyla tanınır. Haşimiye Meydanından doğuya, Arapmeydanı’na doğru uzanan Meşarkiye caddesi üzerindedir. “Çarhoğlu Camii”nin karşı tarafında kuzey-güney istikametinde uzanır. Çocukluğum o civarda geçtiği için çok iyi bilirim. Uzun uzun da yazdım. Yazı güzel olabilir, ama içeriği çok üzücü. Onu yazarken ağlayasım geldi. İmar canavarları tarihi sokağı yıkmışlar! Sokağın adı bile yanlış yazılmış. Urfa cehalete gömülmüş ne yazık ki.
M. Sarmış: Maalesef, Urfalıların çoğu da bu yüzden Urfa’yı terk etmiş. Siz kalanlardansınız.
M. Akalın: Evet.
M. Sarmış: Gitmek istemediğiniz için mi? Bazılarımızın Urfa ile ilişkisi kara bir sevda gibi. Onunla da olmuyor, onsuz da olmuyor. Ben de öyleyim. Üniversite eğitimi için ilk ayrıldığım yıllardan beri böyle. Nereye gidersem gideyim Urfa’yı özlüyorum. Urfa’ya dönmeyi seviyorum. Seviyorum, ama döndükten sonra da birçok şeyine kızıyorum. Başlıyorum eleştirmeye… O yüzden kara sevdaya benzetiyorum. Sevmekle, nefret etmek değil de kızmak, hatta çok kızmak, çok eleştirmek arasında bir duygu. Mehmet Kurtoğlu’nunki de öyle. En çok Urfa üzerine yazmış. Övüyor, göklere çıkarıyor, hemen arkasından yerin dibine batırıyor. Fakat bir türlü vazgeçmiyor ya da vazgeçemiyor. O Urfa’dan gideli çok oldu. Sabri Dişli de onun gibi. O da tamamen gitmese de bir ayağını İstanbul’a attı. Yazın gidip kışın geliyor. Bakalım ne zamana kadar? Hakeza Cihat Kürkçüoğlu, kardeşi Sabri Kürkçüoğlu, Abuzer Akbıyık, Ankara’ya yerleştiler. Böyle çok isim var. Sizin durumunuz nedir?
M. Akalın: Allah Kerim. Aslında çoktan gitmemiz lazımdı. Urfa tabiriyle “belamızı satmışız”.
M. Sarmış: Gidenler niye gidiyor? Kalanlar niye kalıyor?
M. Akalın: Urfa’da yerli doku çok zayıflamış. Eskiden burası Fırat’ın doğusuydu. Lisenin olmadığı dönemde hiç tahsil yapan adam yoktu. Yani yüksek tahsil yapan yoktu. Urfa’ya lise kurulduktan sonra, Birecik’te de köprü açıldıktan sonra, ki 1946-1956 arası olup, aşağı yukarı 10 yıllık bir dönemdir. Ondan sonra lise okuyanlar yüksekokul için dışarı gitmeye başladı. Böyle tahsil için gidenlerin hiçbiri geri dönmedi. Urfa’nın dışında tahmin etmediğimiz kadar çok sayıda, kendi alanında uzman, yetişmiş düzgün adam var. Bilim adamı, sanatın, kültürün veya hayatın herhangi bir alanında çok başarılı insanlar… Ama çoğunu hiç kimse tanımıyor. Çünkü Urfa’nın bilinen soyadlarından değiller. Bir daha dönmeyi düşünmemişler Urfa’ya. Burada kalanlar da bir sebeple kalıyorlardı. Ya arazi, ya evi, ya malı mülkü var burada. Toprak Reformu’ndan sonra onların da bir kısmı gitti. Çocukları şimdi İstanbul’da. O çocuklar da yavaş yavaş arazilerini satıp ilişkilerini koparıyorlar. Urfa’da da küçük yüzdelik dilimi kalıyor. Bizler Urfa’yı seviyoruz. Ama Urfa’nın şu anda tahrip edilen mekânlarını, dokusunu görünce, Urfa’yı Urfalılardan daha çok sevdiğimizi söylüyoruz. Şu anda Urfa’da yaşayanlar kamu yönetiminin za’fiyeti eşliğinde Urfa’ya ihanet ediyor. Hayatın bütün alanlarında Urfa bir dünya şehri, muhteşem bir şehir olabilir. Burası başka bir ülkenin elinde olsa dünyanın bir numarası olur. Ama bizdeki insanlar bunu algılayamıyor.
M. Sarmış: Evet, maalesef. O konu öyle uzayıp gider. Biz size dönelim. Artık sona geliyoruz. Şimdi hayatınız nasıl geçiyor?
M. Akalın: Depremde evimiz yıkıldı, büromuz yıkıldı.
M. Sarmış: Aslında Bahçelievler’de Atatürk Bulvarı üzerindeki eviniz depremde yıkılmadı, sonradan yıkıldı.
M. Akalın: Depremde zarar gören bitişiğimizdeki evi yıkarken bizim evi de yıktılar. Oradan taşınmak zorunda kaldık. Büromuz da Stat Apartmanında idi. Malumunuz, depremde ağır hasar alınca onu da yıktılar. Şimdi Karaköprü’de bir büro tuttuk. Artık mesleği icra etmekten çok eldeki dosyaları bitirmeye çalışıyorum. Çünkü bizde mesleği bıraksanız bile eldeki dosyaları bitirmek gerek. Biz de o yüzden bir süre daha devam edeceğiz. Onlar bitse bile zaten yazıhane şeklinde bir yere ihtiyacınız var. Akşama kadar evde oturamazsınız. Dışarı çıkmanız, dostlarınızla, arkadaşlarınızla buluşmanız gerekir.
M. Sarmış: Bu arada tarih çalışmaları, aile tarihleri de devam ediyor.
M. Akalın: Ediyor. Notlarını almış olduğum üç beş aile daha var. Onlar da bittikten sonra ne yaparım bilmiyorum. Devam ederim, ya da yeter artık derim.
M. Sarmış: Yetince ne olacak ki? Ben de bazen bırakmayı düşünüyorum. Ama okuma yazma olmayınca ne yapacağım diyorum. Onun için devam ediyorum.
M. Akalın: Şiir yazma fikri fena değil. O ruhumuzu daha çok besler.
M. Sarmış: Sizin bu çalışma alanlarınıza çocuklarınızın ilgisi var mı?
M. Akalın: Yok. Onlar farklı. Biri avukat, diğeri iletişimci. Özel bir ilgileri yok, ama kitap okurlar. Küçük oğlum Engin’in doktora sürecinde yayınlanmış iki kitabı var.
M. Sarmış: Allah size hayırlı ömürler versin. Ama hayatın gerçeğini de biliyoruz. Demek istiyorum ki o geniş arşiviniz ve kitaplarınız sizden sonra ne olacak? Daha önce birçokları dile getirdi; bende çok yazdım. Hatta 2018’de Yazarlar Birliği başkanlığım sırasında yönetimdeki arkadaşlarla beraber Büyükşehir Belediye Başkanı Nihat Çiftçi’yi ziyaret ettik, teklif götürdük. “Şehir Arşivi”nden söz ediyorum. Urfa’da da kurulsun. Urfa ile ilgili her türlü yazılı ve görsel doküman orada toplansın ve dijital ortama aktarılsın. Böylece dünyanın her tarafında Urfa ile ilgili araştırma yapmak isteyenlerin hizmetine sunulsun. Başkan, tamam dedi, bazı elamanlarına talimat verdi. Hatta biz onlardan bazıları ile Gaziantep’e de gidip oradaki Şehir Arşivi çalışmalarını inceledik. Başında bizim Remzi Mızrak vardı, Urfalı, tanırsınız. Çok yardımcı oldu. Çalışmaları hakkında bilgi aldık, Urfa’ya uyarlanmak üzere mevzuat örneklerini getirdik. Ama maalesef olmadı, bir mesafe alamadık. Olsaydı eğer, sizin gibi, Cihat Hoca gibi, kardeşi Sabri Bey gibi, Yasin Küçük, Burhan Akar gibi arkadaşların ellerindeki arşivler oraya alınacaktı. Kim bilir bizim bilmediğimiz daha nice kimselerin elinde nice kıymetli malzeme vardır? Onlar toparlanacaktı. Ayrıca Urfa ile ilgili her türlü kitap, dergi, gazete orada toplanacaktı. Türkiye’de, Suriye’de, dünyanın her tarafındaki dokümanlar da aynı şekilde, orijinali veya kopyası alınacaktı. Osmanlı arşivleri de hakeza…
M. Akalın: Maalesef Türkiye bu konuda kurumsal olarak zayıf. Hayatın akışı ne kadar garip! Biz burada ŞURKAV’ı kurup restorasyonlara başladığımız zaman Gaziantep’ten heyetler gelip bu işleri nasıl yapıyorsunuz diye bizden sordu. Şimdi siz gidip Gaziantep’ten soruyorsunuz. Kent Müzesi var, metruk. ŞURKAV’ınki var, Üniversiteninki var, işlek değil. Toplum olarak zayıfız. Bunlar sağlam kurumlar ve ancak sağlam insanlarla yaşar. Bizde istisnalar hariç, ne sağlam kurum var, ne sağlam insan. Ama Antep müthiş. Sadece yemek konusunda kaç tane müze açtılar? Yemek müzesi yetmedi, bir de yemek aletleri müzesi açtılar. Belki şu anda yirmi beş tane müze vardır.
M. Sarmış: Biz açtığımız müzeleri de yeterince değerlendiremiyoruz.
M. Akalın: O yüzden Fatma Şahin haklı.
M. Sarmış: “Halfeti’yi bize verin.” demekle mi?
M. Akalın: Turistlere “Urfa’da ne diye kalacaksınız?” diyor. “Gelin Antep’te kalın. Canınız istiyorsa gidin Urfa’da bir tur atın, gezin, ayıp olmasın diye bir öğle yemeği de yiyin, ondan sonra da tekrar bize dönün.” diyor. Haklı.
M. Sarmış: Peki, Müslüm Bey, dert çok. Burada bırakalım, çok yordum sizi, biraz da dertlendirmiş oldum. Çok teşekkür ederim.
M. Akalın: Ben de size teşekkür ederim. Biraz içimizi boşalttık.