Her iftar vakti ayrı bir süzülüşün, ayrı bir dinleyişin, ayrı bir susuşun, ayrı bir uyanışın, ayrı bir dinlenişin uzaktan kopup gelen bir habercisi gibi. Dupduru bir sükûnetin içinde var olmanın verdiği o derin ve tanımsız haz, sessiz ve sakin bir şekilde akıp gelen iftar vaktinde hayat buluyor sanki her bir tende. Hayat bulmak ne kelime, bizatihi bitmesini istemediğimiz bambaşka bir hayat oluyor bize.
Her şey susuyor o anda. Gök derin bir mavinin içinde susuyor, göğün geniş karnında bembeyaz kuşlar susuyor, kıyam halinde ağaçlar, yapraklar susuyor. Cıvıl cıvıl halde çocuklar susuyor. Tabiat, eşya, alem susuyor. Bir ses, bir nefes, bir nida bekleniyor ötelerden. Kelimelerin bütün kalbiyle, harflerin bütün yoğunluğuyla ve ağırlığıyla dopdolu bir sesleniş bekleniyor uzaklardan.
Her şey hazır ve nazır ve fakat uzakta sanki. Çok çok uzakta gibi hem de. El gitmiyor bir türlü, uzanamıyor. Her şey var ve yok. Varlık ve yokluk daha bir anlam buluyor bedenlerimizde. Su var ama yok, ekmek var ama yok, aş var ama yok. Bu nasıl bir varlık ve yokluktur. Bu nasıl bir var ve yoktur. Bu nasıl hem var ve hem de yoktur.
Susup kalıyoruz o şekilde. Durup dinliyoruz sadece. Seyredebilirsek ne ala ama biz sadece bakabiliyoruz. Bir mananın eşiğinde gibiyiz. Anlamak nedir onu anlamanın derin acziyetinde yitiriyoruz kendimizi. Bütün kainat susup kalıyor işte. Adem susuyor. Âlem susuyor. Ekmek ve su, sesler ve nefesler susuyor.
Bir teselli bekliyoruz kendi kalbimizin en uzağından kendimize. İçimizden içimize akan kayıp bir yolun açığa çıkmasını, çıkarılmasını bekliyoruz kendi kendimize. Kendi kendimizle kalakalmanın, bir başımıza bırakılmanın o derin sükûnetini duymak için içimizde, içimizin derinliğinde bir teselli bekliyoruz işte.
Bekliyoruz. Hem de büyük bir sabırla bekliyoruz. Baharı bekler gibi, bayramı bekler gibi, sabahı, güneşi, ışığı bekler gibi bekliyoruz hem de.
İftar vaktinin habercisini bekliyoruz büyük bir sabır ve sükûnetle. Çocuklar gözleri ışıl ışıl bekliyor. Uzaktan, ötelerden akan sese muhtaç olmak nedir, sesin sahibine muhtaç olmak nasıl bir hazdır onu duyuyoruz bu bekleyişte.
Ve ışıklar yanıveriyor minarelerde. Ve rüzgarlar hafif hafif esiyor sessizce. İftar vaktinin müjdecisi çıkıp gelmek üzere. Bir ses ve bir nefes. Ve harfler ilmek ilmek süzülüyor gökyüzünün o derin maviliğinde.
Her şey susuyor o an. Akif'in diliyle söylersek, dinin temeli olan ezanlar akıyor her yerde. Bir nida, bir sesleniş var duyarsak. Bir rahmet, bir şefkat var. Şimdi her şey var. Var da var, yok da var. Varlıkta yokluğu anlamak neyse, şimdi de varlıkta varlığı, yoklukta yokluğu anlamanın eşiğine doğru adım atmalı. Anlamalı. Dinlemeli.
Ve ezanın kalbinde susmalı.