BİRİNCİ BÖLÜM
Adını, çocukluğumun ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği Kamberiye Mahallesinde çok duyardım. Herkesin çok saygı duyduğu bir isimdi. Biz çocuklar da çok severdik, sayardık.
İlk röportajımda, oğlu Mehmet Yazıcı'dan Derviş Hoca'yı dinlerken, Arap Hoca (Muhammed Tokmak) ile beraber en çok onun adı geçmişti. Arap Hoca, ona o kadar çok değer vermiş ki, 'Öldüğüm zaman beni Hac Abdullah Emminin ayağının kıltına defnedin.' diye vasiyet etmiş.
Mahmut Karakaş Hoca'nın 'Urfa'da Tasavvuf İzleri' adlı kitabında hakkında yarım sayfa kadar malumat vardı.
Oğlu Halil Kırıkçı'yı ve başta Mahmut Kırıkçı olmak üzere onun oğullarını tanıyordum. Acaba onlardan kendisi hakkında daha fazla bilgiye ulaşamaz mıydım? Bu sorunun peşine düştüm. Mustafa Kırıkçı'ya telefon edip niyetimi söyledim. Tamam, dediler. 11 Kasım 2021 Perşembe akşamı Halil Kırıkçı'nın Şenevler Mahallesindeki evinde buluştuk. Halil Amca ve oğulları Mahmut, Arif, Mustafa ve Abdullah Kırıkçı ile beraber Derviş Hocanın oğlu Mehmet Yazıcı da gelmişti. Aslında konuşmamız röportajdan çok bir sohbet havasında geçti. Zaman zaman başta Mahmut Bey olmak üzere oğulları da devreye girip babalarını tamamladılar.
Önce Abdullah Kırıkçı'nın oğlu Halil Kırıkçı hakkında bilgi vermek istiyorum:
1938 Yılında Kamberiye Mahallesi'nde doğmuş. Abdullah Kırıkçı'nın ikinci hanımı olan Fatma Hanımdan olan dört çocuğun en büyüğü. Önce mahalledeki Emine Hoca'dan Kur'an dersi almış. Sonra Kamberiye Camiine devam edip Molla Muhammed'in yanında iki yıl okumuş. Kur'an öğrenmenin yanında Busayrî'nin 'Kaside-i Bürde'sini de ezberlemiş.
Halil Amca, sözünün burasında o dönemlere ait iki ilginç olay anlattı. Yakın tarihimizi anlamak açısından nakletmeyi gerekli görüyorum.
Birinci olayın içinde kendisi de var. Kamberiye'deki camide derslere devam ederken, ayağından ortopedik engelli bir vatandaş da dış kapıda gözcülük yaparmış. Zira camide ders vermek yasakmış. İhbar alan polisler baskın yapıyorlarmış. Bir gün gözcülük yapan o kişi polisleri görünce içeriye haber vermiş. Polisler bundan dolayı kendisinin tekmeleyerek dövmüşler. Sonra da hem hocayı, hem talebelerini alıp Sarayönü Polis Karakoluna götürmüşler. Ellerindeki cüzleri, Ku'an-ı Kerim'leri, rahleleri ve minderleri de suç aleti gibi kendilerine taşıtmışlar. O sırada karakol, Yusuf Paşa Camiinin yol üzerinde bulunan ikinci katındaki müştemilatında imiş. Polisler, çocukları da hocaları ile birlikte karakolun damına çıkarıp akşama kadar güneşin altında aç susuz bekletmişler. Yemek getirmek isteyen esnafa da izin vermemişler. Sonra da, tekrarı halinde kendilerini de hocalarını da hapse atmakla tehdit edip evlerine göndermişler.
İkinci olay da şöyle: O sıralar ezan ve kamet Türkçe okunuyor, Arapçası yasak. Bir gün vatandaşın biri yine bu Sarayönü Polis Karakoluna gidip, bizim camimizde hoca kameti Arapça okudu diyerek ihbarda bulunmuş. Komiser, adama 'Sen şurada biraz bekle.' demiş, çay ısmarlamış. Karakol boşalınca, kalan görevlileri de bir vesile ile uzaklaştırdıktan sonra, 'Demek, hem namaz kılıp hem hocayı şikayet edersin ha!' diyerek adama küfürler savurmuş ve tekme tokatla merdivenlerden aşağı yuvarlamış.
Halil Amcanın kısa hayat hikayesine devam edecek olursak…
Üç yıl kadar Gümrük Hanı'nın üst katında Molla Hamit'ten ders almış. Sonra da Rızvaniye Medresesinin bir odasında, devrin Müftüsü Eyüp Sabri Kunduracıoğlu'nun derslerine devam etmiş. Kur'an ilimlerinin yanı sıra Arapça öğrenmeye başlamış. 1960 öncesi askere gidinceye kadar, bir yandan terzilik yaparken, bir yandan tahsil hayatını sürdürmüş. İlkokul diplomasını çok sonraları 'dışardan' almış.
Askerden geldikten sonra Hacı Kamil Hanı'nda gömlekçi dükkanı açmış. 22 Yaşında iken 'Hanım' Hanımla evlenmiş. Bu evlilikten üçü kız, yedisi erkek 10 çocuğu dünyaya gelmiş. Mahmut Bey en büyükleri. Torunlarının sayısı da 40'ı geçmiş.
15-16 yıl terzilik yapmış. Sonra kısa dönemler halinde manifaturacılık, emlakçılık, bakkallık ve son olarak oto alım satımcılık yapmış, ama bana göre değil diye bırakmış ve Bağ-kur'dan emekli olmuş.
Halil Amca kendini iaşe işleri ile sınırlamamış; onun dışında birçok işlere girişmiş. Siyasetle yakından ilgilenmiş. Milli Selamet Partisine üye olmuş. İbrahim Halil Çelik'in belediye başkanlığı döneminde (1984-1989) Refah Partisi listesinden beş yıl meclis üyeliği yapmış, bunun son bir yılında başkanlık görevini üstlenmiş.
Yine İbrahim Halil Çelik ile beraber Harran Üniversitesi Kuruluş Derneği'nin de üyesi olmuş. 'Asım Paşa' ve 'Hz. Abbas' (Siverekli) gibi bir dönem vatandaşlara satılmış olan camilerin geri alınmasında Rafi Görgün ve Abdulkadir Özen ile beraber çalışmış. Erkek ve Kız İmam Hatip Liselerinin dernek yönetimlerinde görev almış, bazen başkanlık yapmış.
14-15 yaşlarından itibaren şiirle uğraşmaya başlamış. İlk gençlik dönemi şiirlerini sonradan imha etmiş. Diğerlerini bir dosya halinde muhafaza ediyor. Aruzu da denemiş ama çoğunlukla hece veznini tercih etmiş. Türkçe, Arapça ve Kürtçe olmak üzere üç dilde şiirleri var. Birkaç örnek okudu, ben çok beğendim. Yazısı da çok güzel; hem eski, hem sonradan öğrendiği halde yeni yazıyı çok güzel kullanmış. Şiir çalışmalarında Akif İnan'ın da etkisi olduğunu söyledi. 'Benim dükkanım Hacı Kamil Hanında idi, onun da Mençek Hanı'nda bir odası vardı, sık sık görüşürdük.' dedi.
Yıllarca yerel Şafak Gazetesinde, sonraları bir yıl kadar da GAP Gündemi Gazetesi'nde köşe yazıları yazmış. Uzun yıllar günlük tutmuş.
Ve 60 yaşından sonra hüsnü hat sanatına başlamış; Harran Üniversitesi öğretim üyesi Mehmet Memiş'ten hat dersleri almış, azmi sayesinde çok ilerleme kaydetmiş, 100 kadar eseri var; bir sergi bile açmış.
Kendisi ile ilgili sözlerinin sonunda, çocuklarının bile haberinin olmadığı ve dünyada benzerinin bulunmadığını iddia ettiği bir çalışmasından söz etti. Ve odasındaki çekmecesinden getirtip bize gösterdi. Kur'an-ı Kerim'in hangi sayfasında kaç tane 'lafzatullah' (Allah'ın adı) olduğuna dair bir cetvel. Büyük emek verilmiş bir çalışma
Bütün bunları öğrenince çocuklarına ısrarla Halil Amcanın, köşe yazılarını, şiirlerini, günlüklerini ve hat levhalarını toparlayıp kitap olarak bastırmaları gerektiğini söyledim. Umarım yaparlar.