Hayat bir bakıma ayrılmalar ve kavuşmalardan ibaret.

Yokluktan ayrılıp varlığa kavuşuyorsun. Bir başka deyişle de esas vatanından ayrılıp geçici bir diyara geliyorsun.

Ananın o sıcak korunaklı rahminden ayrılıp dünyaya kavuşuyorsun. Sonra bebekliğin o sorumsuz kucağından ayrılıyorsun. Ananın göğsünden, orada hazır bulduğun sütten ayrılıyor, sorumluluğa adım atıyorsun. Gittikçe büyüyen bir sorumluluğa doğru ilerliyor hayat. Önceleri her fırsatta ananın kucağına, babanın korumasına koşarken, bir süre sonra onlardan arkadaşlarına kaçıyorsun.

Sokağa kavuşuyorsun ama evden ayrılmaya da alışıyorsun. Evden ve sokaktan sonra okula kavuşuyorsun. Uzun bir süreç. Arkadaş çevren değişmeye başlıyor. Öğretmenler, hocalar giriyor hayatına. İlkokul, ortaokul, lise… Hep birilerinden ayrılırken, başka birilerine kavuşuyorsun.

Üniversite, eğer başka bir şehirde ise daha büyük ve daha köklü bir ayrılık gerçekleşiyor. Doğup büyüdüğün, kendini bulduğun, sevdiğin, alıştığın şehirden; anadan, babadan, akraba ve arkadaş çevrenden ayrılıyorsun; tanımadığın bir yerde, sıfırdan, yeni bir fiziki ve sosyal çevrenin içine giriyorsun.

Sonra askerlik, sonra iş, sonra evlilik… Her biri yeni ayrılmalar ve yeni kavuşmalarla dolu. Hele evlilik… İçine doğduğun, kendini bulduğun ailenden ayrılıp, yeni bir ailenin kuruluşuna girişiyorsun. Canından koptuğun baban ve annenden uzaklaşıp, düne kadar sana yabancı olan başka biriyle hayatını birleştiriyorsun, onu kendinle eşitliyorsun, 'eşim' diyorsun, 'hayat arkadaşım' diyorsun.

Ve bundan sonra seninkine benzeyen başka başka süreçler başlıyor. Senin çocukların seninkine benzer bir serüvene atılıyorlar. Gözünün önünde, senin kontrolünde, gözetiminde, rehberliğinde…

Bu sefer onlar büyüyor, büyüdükçe de uzaklaşıyorlar. Önce sokak, sonra okul… Evet, tabii ki seni seviyorlar; ama arkadaşlarıyla beraber olmayı daha çok istiyorlar, onlarla daha çok beraber oluyorlar. Mesela, askerdeler veya başka bir şehirde okuyorlar; arkadaşlarını senden daha çok aradıklarını görüyorsun, duyuyorsun. Sen onları aramayınca onların aramadıklarını fark ediyorsun. Memlekete döndükleri gün, sana gelmeden arkadaşlarına gittiklerini öğreniyorsun veya gelir gelmez daha sen doğru dürüst hasret gideremeden onlara kaçıyorlar. Anlıyorsun aslında, sen de öyle yapmıştın zamanında; ama gene de içten içe bir kıskançlık, bir kırgınlık, bir hüzün, neyse işte, öyle bir şeyler hissediyorsun. Tabii ki sevgin galip, anlayışın, hoşgörün sonsuz… Olsun diyorsun, mutlu olsunlar da… Ben her şeye katlanırım…

Sonra daha büyük bir ayrılık gelip dayanıyor kapıya. Başka birileri çıkıyor karşılarına. Onları senden daha çok sevme iddiasında olan; onların da senden daha çok seveceği birileri… Ve onları senden daha çok uzaklaştıracak birileri... Rekabet edemeyeceğin birileri… Bir sevgili, bir eş; bir gelin veya damat adayı… Yaygın olarak oğluna gelini alıyorsun, kızını damada veriyorsun denir; ama aslında ikisi de vermedir senin için. Oğlunu da veriyorsun, kızını da... Besleyip büyüttüğün yavrularının yuvadan uçuş vakti gelmiştir artık; gidecek ve yeni yuvaların temellerini atacaklar. Canından bir can olan yavruların gidip başkalarının canı/cananı olacaklar. Senden uzaklaşırken onları senden daha yakın sayacaklar kendilerine. Diğer ayrılıklar neyse de, bu en zoru, en hazini. Geri dönmemek üzere kopuşu. Ama aynı zamanda en büyük mutluluğun. Sen istedin böyle olmasını, dua ettin, aradın, sordun, hazırladın, elinle yaptın, gönlünle yaptın her şeyi. Sadece gelinler hem ağlayıp hem gitmez; anne babalar da hem ağlar, hem gönderir evlatlarını… Öyledir hayat…

Ve devam eder ayrılmalar, kavuşmalar. Çeşit çeşit iş, çeşit çeşit şehir, çeşit çeşit arkadaş ve sosyal çevre… Ayrılık zincirine her geçen gün yeni halkalar eklenir. Gittikçe ayrılmalar artarken kavuşmalar azalır. Emekli olup işinden ve iş arkadaşlarından ayrılırsın. Çocukluktan ve gençlikten sonra olgunluktan da ayrılırsın, rota yaşlılıktır artık. Her an bitecek olan bir zamana demir atarsın. Bu arada amcan, dayın, halan, teyzen, diğer akrabaların arka arkaya ayrılıp gider. En zoru annenin ve babanın gitmesidir. Onların boşluğu hiçbir zaman dolmayacaktır.

Sıra sana gelmiştir artık. Önce saçlarından veya saçlarının karasından ayrılırsın. Sonra gözünden, kulağından, dişinden, ayağından, enerjinden, sağlığından ayrılırsın bir bir… Abilik, amcalık, dayılık geride kalmıştır, dedesindir artık. Bu devirdeki kavuşmaların en güzeli torunlardır. Onlar güzün en güzel gülleridir, cevizin içidir. Sen çürürken onlar yeşerir.

Arkadaşların bir bir terk eder seni. Her gün birilerinin vefat haberi düşer gündemine. İçin cız eder. Ölüm meleği etrafında dolaşmaktadır artık. Aklından çıkmaz, rüyalarına girer. Vücudunda htiğin her kıpırtı, 'aha şimdi tamam', 'vakit geldi' diye ürkütür. Sıra her an sana gelecektir. Şimdi en büyük sığınağın eşindir. Bir ömrü paylaştığın eşinin ayrılığına dayanmak zordur; o acıyı yaşamamak için 'önce ben gideyim' dersin. Bir çeşit bencillik. Elbette takdir Allah'ın.

Gidiş büyük ayrılığa ve büyük kavuşmayadır. O da er geç gelecek. Herkes gittikten sonra kalıp da ne yapacaksın? Sevdiklerine yeniden kavuşmanın yolu, buradaki ayrılıktan geçiyor. Doğum, ilk ayrılıktı ve bütün ayrılıkların başlangıcı; ölüm, son ayrılık ve kavuşmaların başlangıcı olacak.

Ölümü kavuşma günü sayanlara/yapanlara ne mutlu! Dünyadaki bütün ayrılmalar hüzün veriyor. Ölümden sonra ise hüzün yok. Tabii ki kavuşulması gerekene kavuşana…