GÜNÜN SABAHINDA…
Gözlerimde hep bir yorgun bekleyiş
Bir taraftan üzerime vazife; temizlik, bitmeyen iş
Eyvâh! İşte yine olacak akşam.
Ve o; getirecek korkuları koluna takıp
Kim bilir, birlikte hangi dürtülerle anlaşıp
Yanında dünden kalan intikam
Yemeğe hazır soğumamış eksik küfürler, eksik bağırış
Dumanı üstünde yarım kızgınlık, yarım öfke
Yarım bakış ve sonra beni bekleyen çılgın tehlike
Bugün hepsi olacak tamam!
Geceye kadar bitmeyecek kavgam
Ben, yine dudağımda yalvarış…
“Dur, yapma!” Diyeceğim. “Ne olur sus!”
Yıllarca kapında yaşadım mahpus
Fakat ses etmedim, hep boyun eğdim
Ya bir eziyetin ya bir işkencenin içindeydim
Bir ihtimâl; bunlar olmazsa
Ölüme denk bir korkunun, birazcık kızsa
Ulan rûhsuz adam! Seni ben bunlar için mi sevdim?
Oysa bilseydin ben; kadındım, anneydim, çocuklarındım, evdim…
GÜNÜN AKŞAMINDA…
Ne zaman gidecek diye sabahı bekliyorum
Çabuk geçsin diye dakikaları itekliyorum
Gözlerimi yumuyorum fakat uyuyamıyorum
Kulağım kapı koluna odaklı, başka bir şey duyamıyorum
Dökülüyor gözyaşlarım, ağrıyor sol yanım, saat dört
Dışarıda köpekler; tazarru’ ediyor, uluyor
Sol elimde mendil, sağ elimi göğsüme koyuyor
Eşlik ediyorum köpeklerin ulumalarına
Ve duâya kalkanların Allâh’ı ululamalarına
O, gidecek de, belki biraz hafifleyecek kaç dert
Unutmak istiyorum; çocuklar, ev, iş, belki bir
Komşu ziyareti, rutinim bellidir.
Geçici olsa da unutturacak bütün korkularımı
Sâhî, bu kadar korkan bir başkası daha var mı?
ERTESİ GÜNÜN SABAHINDA…
Yine ölemedim, bir gün daha yaşayacağım
Yine akşam olacak, korkular ve o, buluşacağım
Saklanmış bütün duygularıyla zorba
Odamın ışığında dökülecekler ortaya
Baş başa kalacağız, kimseler giremeyecek araya
Ben, nasibimde olanları toplayacağım zorla
Ve üleştireceğim muhtelif yerlerime, canıma
Yüzüme, gözlerime, çeneme
Yine en ağır tekmeyi alacağım sîneme
Kollarıma, ayaklarıma, kafama…
Diyecek: “Kadın, sus! Boşuna ağlama!”
Kollarım çaresiz, kalkamayacak bu adama
Bağırıyor: “Bekleme! Kimseler yetişemeyecek imdâdına
Kocasına itâat etmek yaraşır bir kadına...”
Böyle diyordu, aralarda. Peki, ya bir erkek?
Ona yaraşan mıdır kadınına böyle muâmele etmek?
Haklıydı! Çocuklarım; onlar daha çok küçüktüler ama
Nasıl yetişeceklerdi nasıl, ‘İmdât!’ Çığlıklarıma?
Ve komşular; yazık, çok yazık! Girmiyorlardı aramıza
Anlaşmış gibi; o saatlerde kendi dünyâsındaydılar
Yok, ya bir yürekli ya bir merhametli, yok müdâhale eden
Ve sanki eşlik ediyorlarmış gibi kanlı kavgamıza
Meskenlerinden eşzamânlı, sesi gittikçe yükselen
Bir vahşet şarkısını koro halinde çalıyorlardı
Bilmiyorlardı ki o şarkılar yüreğimi daha da parçalıyorlardı
Âh o şarkılar! Yok mu o şarkılar? Sanki azmini
Daha da kamçılıyordu, tutamıyordu kendini…
Sanki hiç inmeyecekti, ölümü çağıran, çıldıran gecelerde
Oklar üstüme üstüme yağıyordu ’Çâldırân’ gecelerde
Selîm’in pençesiydi bu, kaplan gücüyle yüzüme saldıran her zamânki
Bir meydân savaşı ki bu; Yâvûz’un zaferi, Şâh İsmâil’in yenilgisiydi sanki
Çalan şarkılara ve çocuklarımın ağlamalarına eşlik ederek
Bir gece daha böyle ağır ve kanlı, gözü yaşlı geçecek
Kırgın ve üzgün, dargın ve yüreğimi dağlamaklı
Ve yorgun düşünceler, bütün bunlarla iltisâklı
Sol elimde mendil, sağ elimi göğsüme bastırıp
Ardından moraran uzuvlarıma dolaştırıp
Bekleyeceğim sabahı teselliyle. O, gitsin diye
Ve eşlik ederek köpeklerin ulumalarına
Ve namâza kalkanların Allâh’ı ululamalarına
Hiç olmazsa birkaç saat bu korkunç kâbûs bitsin diye
Doğru; pek çok devletle güreş tutmuştu, boynu tâ ki eğildi
Altı asır sonra yıkılacaktı biliyorum. Bâkî değildi
Bu çâğlar ki güçlüydü eli, onun en yükselme devriydi
Gördü; duraklama, gerileme, çökme ve dağılmayı. Küme devrildi…
Tastamam elli yılı devirdik bu şekilde
Târifsiz acılar yaşadım, yaşlandım bu ilde
O; elli sene önce ne idiyse bugün yine aynısı. Behey!
Elli yıl onda değiştirememiş hiçbir şey
Ya ben; duygularım çetrefil, ağrılarım yamân
Düşüncelerim temelleşti, katılaştı giderek kat, kat
Fakat ne ondan ayrılabildim ne de bunlardan bir firkat
Âh, âh! Sen değişseydin bari be! Sen, Adıyamân…
Güçlü değil eskisi kadar ellerim, sıkamıyorum
Duygularımdan, düşüncelerimden çıkamıyorum
Yükseldiler bir gökdelen gibi kat, kat, bakamıyorum
Sağlamlar oturduğum dört katlı ev kadar, yıkamıyorum
Bu ev ki; yirmi beş yılı peşine takıp ardından götürdü
Son beş asrın en büyük iki de depremini gördü
Ve sonra o nispette art arda sayısız artçılar
Üstelik içinde on bir şiddetinde bir tokatçı var
Bu şekilde yirmi beş yılı o, elli yılı da ben
Bitirdik sallana sallana. Devrilemeden o, ölemeden ben…
ERTESİ GÜNÜN AKŞAMINDA…
Fakat her yıkılan, her ölen gibi biz de
Vedâ edeceğiz bu hayâta. Döneceğiz aslımıza
Kuşların gökyüzünde kanat çırpışı son bulacak
Çekilecek yeryüzünde sular, balıklar kuruyacak denizde
Taş taşın, toprak yine toprağın olacak
Cümle mevcûdât boyun eğeceğiz alın yazımıza
Gökyüzü yeryüzüyle barışacak, kucaklaşacak
Ve nihâyet rûhlarımız bedenlerimizden uzaklaşacak…
Duvarlar nasıl çatlıyorsa bir depremde, öyle ayrılıyor acılarım
Uzaklaşıyorlar birbirlerinden, küçülüyorlar ağrılarım
Bir gün yarılacağım ortamdan, tepemde duran tabla
Düşecek üzerime, kalacağım hâtırâların altında
Düşecek duvardan, elli yıl asılı kalmış tablo
Sana sesleniyorum son nefes aralığı: Ey o!
Yıktın beni darbelerinle, öldürdün sonunda. Bravo!
Tek başınasın artık. Senin olsun, mülkün de tahtın da!
Beni gömdükten sonra acele etme, elli gün bekle
Meşgûl olacak bedenim toprakla vakit geçirmekle
Bu sürede dilin, ellerin, yüreğin, aklın, olmasın başka bir kadında
Mutluluğu bulacağını zannetmiyorum zaten, sana uzak bir ihtimâl
Zîrâ rûhum huzûr vermeyecek ne sağlığında ne mezârında
Dinle! Sol elinde benim gibi mendilinle ve sağ elini göğsüne al
Döktüğüm gözyaşları kadar gözyaşı dökmeden
Moraran yerlerim kadar, sol yanım kadar ıztırâb çekmeden
İstemiyorum hemen ölmeni. İstemiyorum hiç gülmeni.
İstemiyorum bu tarafa azâb çekmeden gelmeni
Gittiğin her yerde tâkîb edeceğim seni
Rûhumun gölgesidir o, gördüğünde gölgeni
Sen artık azâbınla baş başasın, hiç azalmayan acınlasın
Kulağında her an aynı şarkının nakarâtı çınlasın
Âh çektiğim kadar sen de âh çek! Sen de âh çek!
Ve sanma bu âhlar bitecek. Ümitlenme! Hiç bitmeyecek!
(01.01.2024)