ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
M. Sarmış: Hayatının kronolojik sırasına devam edelim. Biraz da askerliğinden ve evliliğinden söz eder misiniz?
A. İnan: Askerden önce evlendi. Evlenmesi şöyle oldu. Akif Abimi dergide şiirleri ve yazıları çıkınca, Sevim Yengem kendisiyle edebiyat üzerinden temas kuruyor. Şiir, takdir, değerlendirme derken mektuplaşmaya başlıyorlar. O mektuplar halen elimizde. Yemin ederek söylüyorum, hem ağabeyimin hem yengemin yazdığı mektuplar adeta birer edebiyat şaheseridir. Birbirlerine hitapları hem edebi hem ahlaki noktada. Çok özene bezene yazılmışlar. O sıralar Sevim yengem Beşikdüzü'nde edebiyat öğretmeni. Yazışarak tanışıyorlar. Görüşme yok. Sonra abim gelip anneme açıyor. O sıralar babam yeni vefat etmiş. Annem ablamla birlikte Uşak'a gidip klasik bir şekilde istediler. Anlaşma olunca söz kestiler, evlendiler.
Yengem Ankara'ya geldi. Gül Apartmanı 1 numaraya taşındılar. O evlilikten de annemin adını verdikleri Şakire Banu adında bir kız evlatları oldu. Sevim yengem kısa süre içerisinde kısmi bir felç geçirdi. Kızına yeterince ihtimam gösteremeyeceğini beyan edince çocuğu Urfa'ya Sevim ablama gönderdiler, o baktı. Annem de baktı. Bilahare abimin tayini Uşak'a çıkınca oraya gittiler. Daha sonra tekrar Ankara'ya geldiler. Abim, çeşitli liselerde görev yaptı. Bir süre Gazi Eğitim Enstitüsünde öğretim üyeliği de yaptı. En son Ankara Fen lisesinde görev yapıyordu. Ağabeyim orada da çok sevilen bir öğretmendi. Halen öğrencileri beni ararlar, rahmetli abimi yad ederiz.
M. Sarmış: Ben sormadan öğretmenlik hayatını da anlatmış oldunuz. Ben de bir öğretmen olduğum için, biyografisini yazarken öğrencileri ile ilişkilerine özellikle dikkat etmiştim. Gerçekten çok örnek bir öğretmen. Sadece okulda ve sınıfta değil, okul dışında da onlarla ilişkilerini sürdürüyor. Çok samimi davranıyor. Evine misafir edip onlara kendi elleriyle çiğköfte, kebap yapıp yediriyor. Farklı fikirdeki öğrencileri bile kendisine çok saygı duyuyor. Bunları öğrenince bir kere daha kendisine gıpta etmiştim.
Askerliğini unutmayalım. Kısaca ondan da söz eder misiniz?
A. İnan: Askerliğini geç dönemde yaptı. İzmir'de Narlıdere Kışlasında yaptı. Abim askeri disipline çok alışkın olmamakla birlikte fotoğraflarına baktığımız zaman askeri kıyafetler içinde o edaya bürünmüş olduğunu hayretle görüyoruz. Kısa dönem olarak 6 ay askerlik yaptı. Hemşerimiz şair yazar Mehmet Atilla Maraş da asker arkadaşlarından biridir. Askerliği müteakip tekrar Ankara'ya görevinin başına döndü.
M. Sarmış: İlkini Maraş'ta, daha çok genç yaşta verdiği, sonra da Üstad'ı Necip Fazıl gibi kendine görev bildiği bir yanı daha var; konferansçılığı. Ben de kendisini ilk defa Urfa'da Türkmen sinemasında verdiği bir konferansta tanımıştım.
A. İnan: Tabii. Abim bir defa herkesin kabul ettiği üzere çok iyi bir hatip. Engin bilgisi ve yazarlığı davudi sesiyle birleşince ortaya gerçekten güçlü bir hatip çıkıyor. O zamanlar televizyon yok, internet yok. Medya bu kadar güçlü değil. Sosyal kültürel faaliyet denildiği zaman akla ilk gelen organizasyonlardan biri konferanslar. Özellikle bu tür faaliyetlere hasret olan Anadolu şehirleri için konferanslar çok önemli. O zaman her yerde uygun bir salon ve gerekli alt yapı yok. Daha çok sinema ve tiyatro salonlarında düzenleniyor. Küçük bir tahta masa ile bir mikrofon yetiyor. Ağabeyim devrinin en tanınmış konferansçılarından biri olmuştur. Çok zaman cebinden harcayarak davet edildiği her yere gitmiştir. Yıllar içinde pek çok şehirde ve ilçede konferanslar vermiştir. Bilhassa da gençlere hitap etmiş, onlara bir şuur kazandırmaya çalışmıştır. Bunda çok başarılı olduğu da herkesin malumudur.
M. Sarmış: Çok yönlü biri. Gazeteciliği de var.
A. İnan: Doğru, çok haklısınız. Birkaç gazetede yazdı ama en önemlisi Yeni Devir'dir. Yazmaya Yeni Devir'de başladı. Uşak'tan Ankara'ya geldiği zaman ben de Ankara'da Tıp Fakültesindeydim. Hem Yeni Devir Gazetesinde yazı yazıyor, hem de o en yakın arkadaşları ile birlikte Zafer Çarşısı'nda bir yayınevi işletiyorlar. Yazılarını her gün kendisine ait küçük bir odada yerde rahle üzerine yerleştirdiği daktilosunda yazıyordu. Ben ve amcam oğlu Burhan da o yazıları alıp gazeteye teslim ediyorduk. Aynı zamanda Nuri Pakdil'in öncülüğünde Edebiyat Dergisini çıkarıyorlardı. Yazılarını Akay Yokuşu Demirciler İş Hanında bulunan dergiye bazen ben götürürdüm. Böylece Nuri abi ile de sohbet etmiş olurduk. Sonra biliyorsunuz kendi kuşağındaki yazarlarla Mavera Dergini çıkardılar ki, bizim camianın en etkili dergilerinden biridir.
M. Sarmış: Mehmet Akif İnan ve siyaset üzerine neler söylemek istersiniz.
A. İnan: Ağabeyim siyasetin çok önemli olduğuna inanır ve yakından ilgilenirdi. Ancak açık söyleyeyim, kendisi için siyaseti düşünmezdi. Bu konuyla ilgili bir hatıramı anlatmak isterim. Refah Partisi'nin çok aktif olduğu bir dönemdi. Bir seçim öncesiydi. Abim partinin seçim çalışmalarında kullanılan afiş ve sloganların tespitinde bir nefer gibi çalışıyordu. Televizyonda haberler var. Milletvekilliğine müracaat için son gün olduğunu söylüyorlar. Akif abim daktilosunun başında yazısını yazıyor. 'Abi dedim, milletvekilliği için müracaat etsene.' Duydu ama eminim duymazlıktan geldi. Ben yine 'Abi bak, bugün milletvekilliğine müracaat etmek için son gün' dedim. Bu sefer başını kaldırdı, gözlüğün indirdi.
'Evet' dedi. 'Abi dedim. Erbakan Hoca seni seviyor, herkes sana abi diyor, sayıyor. Ne olursun müracaat et.' Sırf beni başından savmak için 'param yok' deyip tekrar daktilosunun başına döndü, yazmaya devam etti. 'Abi para sorun değil, ben karşılarım' dedim. O zaman İstanbul'da ihtisastayım, Ankara'ya bir vesile ile gelmiştim. Yine başını kaldırdı 'Eee, dedi. Sen götürüp müracaatımı yaptın. 'Tamam abi, dedim. Milletvekili olursun, Milli Eğitim Bakanı olursun. Bilginle birikiminle Milli Eğitim Bakanlığı yapacaksın. Memlekete hizmet edeceksin.' Hayretler içindeyim. Daha ne olsun? Abim, gözünden gözlüğünü indirdi. 'Ahmet, dedi. Bak sen doktorsun, sağlık camiasının içindesin. Bana sağlık bakanlığı yapmış 5 bakanın ismini arka arkaya say bakayım.' Ben hemen o dönemin bakanının ismi söyledim. Sonra zihnimi zorlayarak bir önceki bakanı da söyledim. 3, 4, 5. isim mümkün değil, aklıma gelmiyor. 'Gördün mü yavrucuğum, dedi. Doktor olduğun, sağlık camiasının içinde olduğun halde bakanların ismini sayamadın. Yani unutuluyor. O zaman ben, verdiğim konferanslarla, yazdığım yazılarla, bıraktığım eserlerle, gençliğe yaptığım hizmetlerle inşallah unutulmayacağım.' Sonra devam etti: 'Buradan asla milletvekilliğini ya da bakanlığı küçümsediğim sonucunu çıkarma. Onun için benim yaptığım iş daha hayırlıdır.' dedi ve daktilosunun başına döndü ve adaylığını asla koymadı.
Yani Akif abimin dünyaya bakışı farklıydı, insana bakışı farklıydı, inanın çocuğa bakış farklıydı, daha ileri götüreyim, tabiata bile bakışı farklıydı, güle, çiçeğe bakışı farklıydı. Biz galiba onun baktığı gözle görmüyorduk. Onun derin hassasiyeti, derin bir bakışı vardı. Ben bu bakışı daha ziyade rahmet bakışı olarak nitelendiriyorum. Yani biz kardeşleri olarak kendisiyle aynı kandan olduğumuz halde, aynı anne babanın çocuğu olduğumuz halde, onun hem sosyal hem kültürel anlamda dünyaya bakışı bizlerden çok çok farklıydı.
Sırası gelmişken bir hatıramı daha anlatmak istiyorum. Akif Abim Urfa'ya gelmiş, damadının evinde yemekteler. Ben de davetliyim. O sıralar Urfa Devlet Hastanesi'nde başhekimim. İşlerimin yoğunluğundan dolayı yemeğe geciktim. Abimin hassasiyetini bildiğim için gerçekten büyük bir telaşla içeriye girdim. Abim biraz sinirli. 'Nerede kaldın yavrum?' dedi. 'Hastanedeydim. İşlerim çoktu. İncelemem ve imzalamam gereken birikmiş dosyalar vardı.' diye kendimi mazur göstermeye çalıştım. 'Yavrucuğum, dedi. Sen zamanı kullanamıyorsun.' Ben bir an boş bulundum, densizlik ettim; '24 saat bana yetmiyor abi' dedim. Eyvah! Film koptu. Akif abim elindeki çatalı masaya bıraktı. 'Sen kimsin ki sana 24 sana yetmiyor yavrucuğum? Koskoca İmam Azam ki, mezhep kurucusu, devrinin en büyük alimi, şu kadar öğrenci yetiştirmiş, hayatında 40 kez hacca gitmiş, aynı zamanda ticaret yapan zengin bir insan, onun gibi bir zata 24 saat yetiyor da senin gibi bir adama nasıl yetmiyor? Sen zamanı kullanmasını bilmiyorsun. O bakımdan senin yaptığın şey eksiktir, yanlıştır.' İnanır mısınız? Bu, benim hayatımda bir dönüm noktası olmuştur. Ne zaman, zamanın darlığından, vaktin yetmezliğinden şikayetçi olmaya kalksam, hemen aklıma o gün gelir ve kendi kendimi frenlerim.
Yani anlatmak istediğim nokta şu: Akif abimin dünyaya, hayata, olaylara, zamana bakışı gerçekten çok çok farklıydı. Onun her davranışı, her hareketi, her bakışı insana bir örnekti. Elbette o da bir insan, o da etten kemikten yapılmış. Ben yapısını anlatmaya çalışıyorum. Akif abim iç dünyasında dervişan bir yapısı vardı. Tam sofi/sufi diyebileceğimiz bir yapıya sahipti. Aynı zamanda dış ortamda da heybet ve hiddet sahibi bir yapı. İşte bu iki özelliği de bünyesinde barındırıp gerektiği yerde gerektiği gibi kullanabilen bir insandı.