İKİNCİ BÖLÜM

Ara sokaklardan geçerek Yakup Kalfa İlkokuluna doğru yürüdük.

Bu okul bu semtin en eski okulu. Fakat benim şimdi bu okula olan ilgim okul olmasından değil, okul olmadan önce yerinde bulunan tarihi bir eserden kaynaklanıyor; Surp Sarkis, Deyr Sarkis ya da Aziz Efraim Manastırı. Müslümanlar 'Hızır İlyas Kilisesi' diyormuş.

Miladi 4. Yüzyılda yaşayan Aziz Efraim tarafından yaptırıldığı rivayet ediliyor. Devrinin önemli Hıristiyan ilahiyatçılarından olan Aziz Efraim Urfa doğumlu bir Süryani. Ömrünün son yıllarını, daha sonra manastırın inşa edileceği kayalıklarda geçirdiği söyleniyor.

1873'te eski manastır ve kilise büyük ölçüde yıkılmış ve yerine yenisi yapılıp 1878 tarihinde kutsanarak hizmete girmiş. Bağların bahçelerin arasında yüksek duvarlarla çevrili çok geniş bir alanı kaplayan, tabir caizse bir çeşit külliye… İçinde kilise, şapel, misafirhane, kütüphane, hamam, havuz ve çok sayıda oda ve salon bulunuyormuş. Kütüphanesinde çok sayıda elyazması eser, mesela bunlar arasında çok kıymetli bir İncil varmış. Surp Sarkis yortusu sırasında Urfalı Ermeniler burada toplanıp ayin düzenler, o vesile ile kurbanlar kesilir, oyunlar oynanır, ziyafet verilir, ziyaretçiler müzik, dans ve şarkılarla eğlenirmiş.

1895'te ve daha sonrasında Urfa merkezde yaşanan Ermeni olaylarından sonra bir kısım Ermeniler bu manastıra sığınmış; bu yüzden manastır bünyesinde Ermeni yetimleri için okul ve yetimhane, sahipsiz kadınları için de barınma evi inşa edilmiş. Manastır bünyesindeki vakıf aracılığıyla da dindaş fakirlere, işçilere ve yaşlılara yemek verilir, çeşitli ihtiyaçları karşılanırmış.

Manastır Ermenilere ait ama Aziz Efraim Süryani olduğu için burası Ermeni ve Süryaniler arasında bir çekişme konusu imiş. Süryaniler Aziz Efraim'in mezarını buradan çıkarıp başka bir yere nakletmek ister, Ermeniler de buna müsaade etmezmiş; bu yüzden aralarında sık sık sorun çıkarmış.

Ne garip! Her dinin mensupları arasında böyle şeyler oluyor. Tanrı'yı memnun etmek için Tanrı'nın kullarının çekişmesi, tartışması, kavga etmesi, hatta savaşması, akıl alır gibi değil ama gerçek. Bizde az mı sanki? Sadece Sünni-Şii değil, aynı mezhebin alt grupları arasında, tarikatlar, cemaatler arasında, aynı tarikat ve cemaatin klikleri arasında bugün de devam etmiyor mu?

Ermenilerin Urfa'dan ayrılmasından sonra her metruk yer gibi bu manastır da yıkılmaya yüz tutmuş. Şehir dışında olduğu için sık sık hazine avcılarının saldırısına uğramış ve tabii harabeye dönmüş. Bugün hayatta olup da o halini hatırlayanlar var. Çocuklar etrafında ve içinde oyun oynarmış.

Sonra 1950'lere geliyoruz… Fotoğraflarını gördüğümüz o devasa bina 1950'lerin ortasında dinamitlerle yıkılmış ve sanki etrafta başka bir yer yokmuş gibi yerine okul binası yapılmış. Yedi derslikli, tek katlı, küçük bir bina. 1963 yılında eğitim öğretime başlayan okula, az önce türbesini ziyaret ettiğimizi söylediğim Halveti şeyhinin adı verilmiş; Yakup Kalfa İlkokulu… Daha sonra mahalle büyüyüp ihtiyacı karşılayamayınca 1968 yılında bu binanın doğusuna üç katlı, 14 derslikli ek bir bina daha yapılmış.

Bu arada bahçenin batısında, biri büyük biri küçük iki kaya mezarı/mağara varlığını 1970'lerin sonuna kadar sürdürmüş. Aziz Efraim'in ve Theodoros'un mezarları… O dönemin okul müdürü Mustafa Biner (1976-1998) ile o mahalleden olup o sırada okulda öğrenci olan, şimdi de aynı okulda öğretmenlik yapan Memduh Turmak'la görüştüm. Her iki mağara da odun ve çeşitli malzemeler için depo olarak kullanılıyormuş. O sıralar okulun batısı tamamen fıstıklıkmış. Yağmur yağdığı zaman bahçeye sular akıyormuş. Güvenli değilmiş. 1978 yılında, hem bahçeyi genişletmek hem de bu temizlik ve güvenlik sorununu çözmek amacıyla bu mağaraların kaldırılmasına ve bahçenin batısına boydan boya duvar yapılmasına karar verilmiş. Yıkım çalışmaları sırasında ortaya daha başka ve çok sayıda kaya mezarı çıkmış. Bu mezarlarda çok sayıda da kafatası ve kemik parçaları varmış. Bunun üzerine valiliğe ve müze yetkililerine haber verilmiş. İnşaat bir süre durdurulmuş. Okul Müdürü Mustafa Biner'in dediğine göre bir ara 'Keti' adlı bir İngiliz kadın arkeolog gelip bu kafatası ve kemikler üzerinde incelemelerde bulunmuş ve M.S. 3. yüzyıla ait olduklarını söylemiş. Hepsi toplanıp müzeye gönderilmiş. Daha sonra çalışmalara devam edilip duvar örülmüş. Bu sırada o depo olarak kullanılan iki mağara yıkılırken, ortaya çıkan diğerleri de duvarın gerisinde kalmış. O duvar yetersiz geldiği için 1982 yılında askeriyenin desteği ile yeni bir çalışma başlatılıp duvarın yüksekliği 9 metreye çıkarılmış.

1990'ların ikinci yarısında sekiz yıllık kesintisiz eğitim uygulaması başlayınca mevcut bina yetersiz geldiğinden bahçenin kuzeyine ortaokul kısmı için ek bir bina daha yapma gereği hasıl olmuş. Bu amaçla 2002 yılında bahçenin kuzey tarafına 3 katlı, 18 derslikli bir bina yapılmış. İnşaat çalışmaları sırasında ortaya yine kaya mezarları çıkmış. Binanın güney doğusunda tek, güneyinde çok sayıda mezar… Okulu ziyaret ettiğim zaman konuştuğum emektar hizmetli Hasan Bey, mezarları bizzat gördüğünü, inşaat durdurulur diye aceleyle üzerlerinin perde betonla kapatıldığını söyledi. Aynı yıl bahçenin ortasında bulunan 1963 tarihli ilk bina da yıkılmış.

Okulun hemen kuzeyinde bulunan ve eskiden fıstıklık olan boş arsanın da altında çok sayıda kaya mezarı olduğunu söylediler. Arsanın mülkiyetini elinde bulunduran Kömürcüoğlu ailesinden Yakup Beyle Atatürk Mahallesindeki Bican Ahmet Ağa Hanı dolayısıyla daha önce telefonda tanışmıştık. Daha doğrusu o benimle bağlantı kurmuştu. Bu sefer de bu arsa dolayısıyla bağlantıya geçti. Bana bazı fotoğraflar ve resmi yazılar gönderdi. Meğer, belediye başkanlığı sırasında Ahmet Eşref Fakıbaba bu arsayı almak istemiş, anlaşmışlar. O sırada yaklaşan Kurban Bayramında kurban kesim yeri olarak düzenlemek için dozerler çalışmaya başlayınca bölgede sık sık olduğu gibi kepçe kaya mezarlarına dayanmış. Ve çalışmalar durdurulmuş. Arsa da öylece kalakalmış. Yakup Bey, konuşmamız sırasında 'Biz bir şey yapamıyoruz; yetkililer alsa ve gereğini yapsa…' diye dertleniyordu.

Mustafa Biner'in dediğine göre, kendisinden önceki yıllarda o arsada taşları çok süslü bir mezar bulunmuş ve arsaya el konulur korkusuyla alelacele parçalanarak okulun bahçesinde bulunan kuyuya atılmış. Kendisi bir ara o kuyuya inmiş ve o taş parçalarını görmüş. Kuyunun suyu temiz ve tatlı imiş. O sıralar bölgede su sıkıntısı olduğu için halkın hizmetine de açmış. Yine onun duyduğuna göre bu kuyu, Haleplibahçe'de bulunan 'Sakıb'ın Köşkü'ündeki kuyu ile irtibatlı imiş, Balıklıgöl'ün suyu da buradan besleniyormuş. Sonra inşaat çalışmaları sırasında ne hikmetse kapatılmış. Okulu ziyaretim sırasında hizmetli Hasan Bey, kuzey batı köşesinde bu kuyunun yerini bizzat gösterdi.

Mustafa Biner ile 1993'te Urfa'ya gelip de Haleplibahçe'de bulunan Fatih Sultan Mehmet İlköğretim Okulunda müdürlüğe başlayınca tanışmıştık. Komşu okullar olduğumuz için birbirimizi karşılıklı olarak ziyaret etmiştik. Okulun geçmişine dair ufak tefek bir şeyleri o zaman da duyduğumu hatırlıyorum. Fakat o zaman pek ilgimi çekmemişti.

Şimdi, bu Eski Urfa yürüyüşlerim sırasında bu konulara olan duyarlılığım iyice pekiştiği için öğrendiğim bu detaylar beni üzüyor, hem de bayağı bayağı üzüyor. Sebebi ne olursa olsun, bu tarihi değerlere karşı bu hoyratlık kabul edilebilir değil. Cemaati olmadığı için bazı kiliselerin camiye çevrilmesi anlaşılabilir. Fakat yıkılmasını anlamak mümkün mü? Aradan şu kadar zaman geçtiği halde unutulmadı. Sosyal medyada da sık sık gündeme geliyor, fotoğrafları paylaşılıyor ve her görüşten herkes üzülüyor, müsebbiplerine kızıyor.

Urfa'nın gündeminden düşmeyen bir kilise daha var; Haliliye ilçesine bağlı Garmuç/Germuş Köyünde bulunan Ermenilerden kalma Surp Asdvadzadzin Kilisesi… İl merkezinin kuzey doğusunda 10 kilometrelik mesafede bulunan köyün/mahallenin şimdiki adı Dağeteği. Göbeklitepe'ye de 5 kilometre mesafede bulunuyor.

Ben henüz göremedim. Bir gün merkezin dışında da yürümek mümkün olursa ilk görmek ve yazmak istediğim yerlerden biri. Şimdilik kısaca bilgi vereyim:

Kapısının üzerindeki kitabe sökülmüş olduğundan inşa tarihi bilinmiyor. Farklı rivayetler var. Asırlar önce yaptırıldığı, zaman içinde doğal bir şekilde ve dış saldırılar dolayısıyla yıprandığı için tekrar tekrar onarıldığı veya yıkılıp yeniden yapıldığı söyleniyor. Mevcut binanın 1881 yılında inşa edilmiş. Konunun uzmanları, mimari açıdan da o dönemin özelliklerini taşıdığını belirtiyor.

Tehcir sonrası Ermenilerin terk ettiği köy, daha sonraları Atatürk tarafından, Birinci Dünya savaşının Irak ve Suriye cephelerinde önemli başarılar kazanan ve Osmanlı nişanı ile ödüllendirilen Uceymi Sadun Paşa'ya hibe edilmiş. Paşa, buraya yerleşmiş, evlenmiş, çoğalmış. Soyadı Kanunu çıkınca 'Sümer' soyadını almış. Köy halen onun mirasçılarının elinde.

Ancak köydeki tarihi doku zaman içinde ağır darbe almış. Halen Ermenilere ait okul, manastır, mezarlık ve çok sayıda evin kalıntılarına rastlamak mümkün. Yine eski dönemlere ait çok sayıda tünel ve mağara da bulunmakta. En görkemlisi de Surp Asdvadzadzin Kilisesi… Ancak o da, hazine avcılarının delik deşik etmesi, uzun yıllar gübre deposu ve hayvan ahırı olarak kullanılması dolayısıyla yıkılmanın eşiğinde. Hemen yanındaki başka kilise yakın zamanda yıkılıp yok olmuş. Bu, direniyor. Ama ne zamana kadar?

2011 yılında, Bakanlar Kurulu kararıyla Germuş Kilisesi ve çevresi 'turizm gelişim merkezi' olarak ilan edilmiş, ancak devamı gelmemiş. 2018 yılında, Haliliye Kaymakamlığı'nın hazırladığı 'Saklı Tarih Germuş' projesi Karacadağ Kalkınma Ajansı tarafından mali destek programına alınmış. Ancak yine sonuç yok.

Olmuyor, olmuyor, olmuyor… Urfa gibi, ekonomik kalkınmasının en önemli iki ayağından biri turizm olan (diğeri tarım) bir şehirde, bu gibi imkanların kıymetinin bilinmemesi, akıl alır gibi değil…

Kafam bütün bu düşüncelerle meşgul olarak okula doğru yürüdük. Dede Osman Mahallesi 2552. Sokaktan kuzeye doğru ilerledik. Mehmet Hocam, kilit taşlarıyla döşeli yolda yer yer görülen çökmeleri göstererek, buraların altında mağaralar olduğunu söyledi. Herkes mağara demeye alışmış ama aslında hepsi kaya mezarı. Dolaşmakta olduğumuz yerlerin yukarıda söz ettiğim üzere mezarlarla dolu olduğunu, ayaklarımızın altında binlerce yıl önce ölüp gömülen insanların kemiklerinin bulunduğunu düşününce ürperdim.