Muharrem kardeşim, bedenen sıkıntılar, iki ayağı bir pabuca bırakır.
Uzun zaman yazmadım. Hem bu demde mektup mu kaldı?
Sohbetleri mektuplaştırma, bizim alışkanlığımız.
Alışkanlık dedim de ayranı halen tasta içerim. Gittiğim bir yemekte ayaklı bardaktaki ayranı reddettim.
Reddetme, ayaklı kadehin ayran ve su dışı kullanımına yorumlandı, Muharrem.
Muharrem, halen mal gibi olanlar, ön yargılı davrananlar tükenmemiş, mantar gibi çoğalmış:
- Abi, müessesemizde içki yokturdur.
Anladım, Malatyalı olduğunu patronun.
Benim istediğim bir tastı, iki elimle alıp ayranı yudum yudum içmek.
İçi fesat olanların içimizde olduğunu bilmek, sadece benim talihime mi düşer, Muharrem?
Yüzü aşkın davetlinin bol yıldızlı oteldeki yemeğine katılmamış biriyim, anladığın.
Bir toplantıda herkes tıkışırken ben sadece çay içtim, yanımdaki suyumdan içtim, Muharrem.
Dışarda yemek yedikten sonra beni görenler gülmez mi, halime?
Biz, içeride hakkı ve adaleti toplumun herkesimine dağıtmak için yemin içenler olarak, kahvaltıya ve yemeğe esir olmuştuk, Muharrem.
Benim ayranı tasta içme gibi masum isteğim dahi yanlış yorumlanmışken, kahvaltıda pasif direnişim ve konuşmacı olduğum toplantıda radikal çıkışım kimin umurunda, Muharrem.
Muharrem, ne zaman ayaklı cam kadeh görsem, tiksinirim. İlk kez sana ifade ediyorum. Bilmem anlayabildim mi?
Söylemiştim, Muharrem.
Kahvaltının verildiği otelde bulunacağımı. Kahvaltıya müdahil olmayacağımı önceden dile getirmiştim.
Sen gel kahvaltısını reddettiğim otelde hem konuşmacı olarak çağır hem toplantıyı yemekli yap.
Ben Muharrem, kimi sofraların alasına oturmamış insanım.
Muharrem, mesele ayaklı cam kadehten dolayı, ' Hoca içkiyi kast ediyor.' Yanlışına kapılma, sakın.
Ayağı topa değmeyenin sahada ne işi var?
Namaz kılmayanın camide olsa olsa avluda cenaze işi vardır.
Kumar oynamanın casinoda olmasının sebebi nedir?
Muharrem, masada birçok peynir çeşidi, közlenmiş biber, domates, iki-üç çeşit zeytin, reçellerden tahine ve pekmeze uzayan zincir.
Muharrem, evde iken iki dilim peynirle beş-on zeytin yetmiyor mu?
Öğle yemeğinde bulunmadım da bilmem.
Kendi insanım aç iken, üç nimeti bir arada bulamazken ben nasıl mideyi doldurmak için ter içinde kalayım?
Muharrem, dünyada yaşamak için mi yemek yeriz, yemek için mi yaşarız?
Anladın mı, ne dediğimi Muharrem?
Emperyalizme karşı çıkarken piyango bileti alır, bahis oyunları oynarız.
Demezler mi adama, ' Bu ne iş ula oğlum?'
Muharrem, ben insanım yokluk ve sıkıntı içinde iken alayla valayla bu tür kahvaltılarla yemeklere katılmam. İsterse içkisiz yer olsun.
Beyefendinin biri katıldığımız sempozyumda misafir olan bize yemek verecek.
Üniversite öğrencilerinin arasında oturdum, önümde tabildot.
Yemeğimi yedim, yerimden kalkmadan öğrencilere afiyet çektim.
Bayların olduğu paravanla ayrılmış hususî yere gidince gelmeyisim sebebiyle beni dışarda arayan olmuş.
Her ne kadar cepten arayan biri olsa da telefonu açmamıştım.
- Yemek vakti namaza mı gittin?
Yemeği öğrencilerle yediğimi, gecikmenin sebebini belirttim.
Masada neler yoktu, Muharrem?
Misafirdik de doğru.
Böyle de yapılmaz, Muharrem!..
Şaşkın bakışlardan rahatsız olmadım, hiç bir zaman.
Huyum kurusun Muharrem...
Hep böyle yaşamışım...
Muzları atıştırmadım, çok sevmeme rağmen kiraz yiyemedim.
Ayrıca üzüm ki üzüm.
Diyabet hastası sadece tadımlık alır, Muharrem.
Gelen baklava yanında bilmediğim bir tatlı.
Meğer ben burnu havada imişim tavırları.
Şart mıdır, toplu yemeğe ayine katılır gibi durmak?
Birazdan eve gitmem lazım.
Müsaade istiyorum, dışarı çıkarken.
- Hocam, şehri gezdireceğiz, size.
Evimin burada olduğunu, farklı şehirden gelmediğimi, bir saat sonra okulda dersimin olduğunu, beni bekleyen öğrencilerin bulunduğunu ifade edince öğretmen olduğum gün ışığında 'Merhaba' diyor.
Kimi doktor kimi doçent olduğunu sanmış, sonradan anlattılar. Öğretmen olma, güzel bir bildiri sunmaya engel miydi?
Bir öğretmen, sempozyuma katılırken edebiyat dışında arkeoloji tebliği sunamaz mı?
Ben, tarih, mimarî, musıkî olmak üzere bir sempozyuma katıldım, bildirilerle.
Bir diş doktoru türkücü olursa doğal imiş.
Muharrem, ön yargılardan kendimizi alamıyoruz.
Ertesi gün, yine sempozyum.
El öpene izin vermiyorum.
Tokalaşıyoruz, doçent öğrencimizle.
Asistanı bizi profesör sanmış.
Nihayetinde farklı bir tebliğimiz vardı, o gün. Sanat tarihçiliğine yakın ya da bağlantılı bir konu.
Tarihçi olduğumuza hükmetmiş, birkaç kişi.
Çıkışta biri sordu.
- Edebiyat Öğretmeniyim...
Ah Muharrem, bizi bu şehir araştırmaları yok etti.
Bu şehirlerle ilgili kitap okumasaydık, şehir şehir dolaşmasaydık...
Müzikçi, tarihçi bilen var, arkeolog mu dersin ilahiyatçı mı dersin....
Muharrem, sana demem o ki ön yargılı olmamak lazım. At gözlüklü olanlardan kaçın.
Seni çoktan görmedim. Dünya gözüyle bir daha görme nasib ola!...
Selam ile...