M. Sarmış: İmam Hatip'teki hocalarından bahsetmek ister misin? Gerçi olumsuz şeylerden bahsedersen hoş karşılanmayabilir. Yaşayanlar vardır, duyarlar.
M. Kurtoğlu: Mesela Lütfi Yalman vardı. Sonradan Konya milletvekili oldu. Bizim fıkıh dersi hocamızdı. Java bir motoru vardı. Hanımı çarşaflı idi. Tabii bizim hocalarımızın hepsi sürgün gelmişlerdi. Çoğu Konyalı idi. Ben 1979'da İmam Hatip'e başlamıştım. 79'dan 86'ya kadar hocalarımızın hepsi her yıl sürgün geliyor, sürgün gidiyordu. Hepsine şeriatçılık, Humeynicilik, Atatürk karşıtlığı gibi suçlar atfediliyordu. Bak, sevmiyorum, metotlarını doğru bulmuyorum, ama itiraf edeyim, hepsi entelektüel adamlardı. Alanlarında kendilerini çok iyi yetiştirmişlerdi. Hepsi çok idealistti. Samimilerdi. Yanlışları şuydu: Her şeyi dayakla, zorla öğretmeye ve yaptırmaya çalışıyorlardı.
M. Sarmış: Çünkü onlar da öyle yetiştirilmişti.
M. Kurtoğlu: Doğru, haklısın. Ama dediğim gibi çok idealistlerdi. Mesela siyer dersimize giren Mehmet Ali Yeşil diye bir hoca vardı. Peygamber'in hayatını ağlayarak anlatırdı. O yüzden anlattığı şeylerin her cümlesi kafana mıh gibi yerleşiyordu. Yine Fahrettin Pekinceler diye Konya'dan sürgün gelen bir hocamız vardı. Hiçbir sınır tanımaz, düz giderdi. Hatta sizi şikâyet ederiz diye şaka yollu takılırdık. "Edin oğlum." derdi. "Şikâyetinizden mi korkacağım? Benim babam Konya'da yemenicidir, öğretmenlik olmazsa gider yemenicilik yaparım. Allah rızkımı buradan keserse oradan verir. Onu yapamazsam karpuz satarım." Sadece meslekçi hocalarımız değil, diğerleri de öyleydi. Mesela Kemalist bir hocamız vardı. Saffet Coşun. İnkılâp Tarihi derslerimize gelirdi. Sonra üniversiteye geçti. Ben o hocayı da takdir ederdim. O da davasında samimi idi. Zaman zaman tartışırdık. Bazen aşırıya giderdik. Ama hoca bir gün bile bizi okul idaresine veya emniyete şikâyet etmedi. Hep bizi kazanmak için çabalardı. Yani İslamcısı da, Kemalist'i de, komünisti de samimiydi.
M. Sarmış: Esas konumuzdan biraz uzaklaşıyoruz, ama bununla ne demek istiyorsun? O zamankiler samimiydi, derken, bugünküler değil mi?
M. Kurtoğlu: Necip Fazıl'ın "Muhasebe" şiirinde şöyle bir mısra vardır: "Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası." Şu anda ortalıkta fikrin fahişeleri ve zamparaları dolaşıyor.
M. Sarmış: Sevdiğin dersler nelerdi?
M. Kurtoğlu. Edebiyatı çok seviyordum. Kompozisyonum çok iyi idi. İlk beş on dakikada yazıp veriyordum. Sonra da çevremdekilere yardım ediyordum. Hoca beni dersten çıkarırdı. "Boş kâğıt versen bile sana 10 veririm." derdi. Kitap okuduğum için kalemim güçlüydü. Çok idealist bir edebiyat hocamız vardı. Nadire Güneş isimli bir bayan. Edebiyatı sevmemizde çok önemli etkisi oldu.
Dediğim gibi hiç ders çalışmazdım. Meslek derslerim çok iyi idi, rahatlıkla geçerdim. Fen derslerim zayıftı. Onları da hasbelkader zorla geçerdim; bazen eylüle bütünlemeye kalırdım. Niçin ders çalışmazdım? Sinemaya giderdim. İmam Hatip'in normal öğrencisi değildim. Mesela babam eve televizyon koymuyordu. Ben her hafta sinemaya gidiyordum. Uçuk kaçık filmler izlerdim.
M. Sarmış: Hafta sonları mı?
M. Kurtoğlu: Hafta içi de… Çarşamba günleri öğlenden sonra rehberlik dersleri vardı. Ben bazı arkadaşlarla o dersten kaçıp sinemaya giderdim. Onlar şimdi ehl-i tarik olmuşlar, isimlerini vermeyeyim, ayıp olur. Erkekçe, Kadınca, Nokta, Aydınlık gibi dergiler de okurdum. Şimdi Erkekçe ve Kadınca gibi dergi okuduğumu kınayabilirsiniz. Ancak şunu unutmadan söylemeliyim. Ben Necip Fazıl ile yapılmış bir röportajı ilk defa Erkekçe'de okudum. Okuma vizyonum çok genişti. Yine ders kitapları arasına Batı klasiklerini koyardım. Lise 1. Sınıfta Batı klasiklerini keşfettim. Özellikle Sartre'ı, Camus'u keşfettim. Diyeceksin, o yaşta, üstelik İmam Hatip öğrencisi olarak nasıl keşfettin? Bizim İmam Hatip'teki öğretmenler Necip Fazıl'dan ötesini bilmiyordu. Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde Türkçeyi çok iyi kullanan şair ve yazarları da, Kemalist ve Cumhuriyetçi olduğu için beğenmiyorlar ve bize tavsiye etmiyorlardı. Kala kala elimizde Necip Fazıl kalıyordu. Oysa Türkçeyi en güzel kullanan, en güzel eserleri yazan yazarlarımız imparatorluk bakiyesi cumhuriyeti kuran neslin yazar ve şairleridir. Fildişi adamlar. Bir de o dönem İslam dünyasından yoğun bir şekilde tercümelerin yapıldığı bir dönemdi. Seyyit Kutup, Mevdudi, Ali Şeriati ve diğerleri çok revaçtaydı. Ben lise 1'de Ali Şeriati'nin bir kitabını okudum. Geçmiş gün, adını hatırlayamıyorum. Kitabında Camus'dan, Sartre'den, Kafka'dan, Dostoyevski'den bahsediyor. Dedim ki "Benim bu kitabı anlamam için o kitapları okumam lazım." Bu sefer Şeriati'yi bıraktım, Batı klasiklerine başladım. İlk olarak Victor Hugo'nun Sefilleri'nden başladım. Sefilleri'e bir hafta sonu sabah başladım, hiç yemek yemeden ertesi gün bitirdim. Altını çize çize okudum.
M. Sarmış: Bu arada o kitapları nereden buluyorsun?
M. Kurtoğlu: Kütüphaneden ödünç aldığım da olmuştur, ama ödünç almayı sevmiyordum. Genellikle kitapçıdan satın alıyordum. O dönem Davet Kitapevi vardı, İslami kitaplar satardı. Naci İpek'in Özlem Kitapevi vardı. Daha çok seküler, sol kitaplar satardı. Batı klasiklerini daha çok oradan alırdım. Neyse Batı klasiklerini keşfedince, evde babam ders çalıştığımı zannetsin diye ders kitaplarımın arasına koyarak okurdum. Okuma aşkım öyle öyle gelişti.
M. Sarmış: O dönem arkadaşlarından, adı duyulmuş başka kimseler var mı?
M. Kurtoğlu: Benden bir sene sonra, küçük biraderimle aynı sınıfta olan Mazhar Bağlı var. Sosyoloji profesörü.
M. Sarmış: Mazhar Hoca ile tanışıyor musun, görüşüyor musun?
M. Kurtoğlu: Tanışıyorum. Karşılaştığımızda konuşuyoruz.
M. Sarmış: İmam Hatip 1986'da bitti. Sonra?
M. Kurtoğlu: İmam Hatip'e babamın zoruyla gittiğimi söylemiştim. Öyle öğrenci olma, memur olma gibi bir düşüncem yoktu. Benim biraderlerin hepsi 1980'lerde İstanbul'a göçmüştü. Amcam 1950'lerde İstanbul'da terzilik yapıyor. Ben de 1982 tatilinde gittim. Görünce hayran oldum. "Ben de İstanbul'a gideceğim." dedim. Yani okul okumayacağım. Fakat babamın zoruyla liseyi bitirinceye kadar Urfa'da kaldım. Okulu bitirir bitirmez kaçıp İstanbul'a gittim. Konfeksiyon sektöründe işe girdim. Ütücülük yaptım. Terzilik yaptım. İyi de para kazanıyordum. 86'dan 89'a kadar orada kaldım. Sonra yine babamın zoruyla Urfa'ya gelip imamlık imtihanına girdim ve kazandım.