M. Sarmış: Sadece o değil. Terzilik de geriledi. Kadın terziliği de erkek terziliği de, her türlü terzilik geriledi. 

S. Savaş: Tabii. Hazır giyim arttıkça mesleğimiz ölmeye başladı. Ben dernekte iken Urfa'da 600 kadar üyemiz vardı. Şimdi nüfus kaç kat arttığı halde sayı 150-160'a düşmüş. Onların çoğu da aşair terzisi veya yoksul kesime hitap ediyor. Şimdi birkaç arkadaşımız var; kumaş götürdüğün zaman iki bin liraya filan takım elbise dikiyorlar. Kimse kalmadı. Ben belki 15 senedir pantolon dikmemişim. Eskiler bıraktı. Yeniler de yetişmiyor.

M. Sarmış: Aşağı Çarşı'da köylü kesime hitap edenler devam ediyor.

S. Savaş: O şalvar, zıbın işleri devam eder. Ama o da dur bakalım ne zamana kadar?

M. Sarmış: Bence o da çok uzun sürmez. Çünkü köylülerimiz de hızla değişiyor. Şehirde ne varsa köyde de o var. Köylere gittiğim zaman gençlerin kılık kıyafetlerinin şehirdekilerden farklı olmadığını görüyorum.

S. Savaş: Doğru, haklısınız.

M. Sarmış: Urfa'da usta terzi çok. Bazıları bir zamanlar çok meşhur. Bekir Urfalı Kaplantaş diye bir arkadaşımız var. İyi bir şair. Şiirlerinde Bekir Urfalı adını kullanıyor. Belediye'den emekli oldu; ama eski bir terzi. Yaşar Dülger ustanın yanında çalışmış. Onun sosyal medyada yayınladığı Urfa'da terzilik mesleği üzerine bir yazısı var. Urfalı meşhur terzilerden de söz ediyor.

S. Savaş: Yaşar'ı da tanırım. Çok usta var. Hangi birini sayayım?

M. Sarmış: Ben bazılarının ismini okusam, siz de onlarla ilgili olarak düşüncelerinizi söyleseniz…

S. Savaş: Olur.

M. Sarmış: Ahmet Köylü'yü söylediniz, sizin ustanızmış. Mustafa Cincik… Ya da "Cincıh"… Ahmet Mısırlı… Mustafa Alay… Bekir Kızılok, Muhiddin Akıllı…

S. Savaş: Hepsini tanırım. Mustafa benim dükkân komşumdu. Ahmet Mısırlı benim arkadaşım, aynı zamanda akrabamdır. Mustafa Alay da çocukluk arkadaşım. Mesela Eyyüp Sabri Ulakoğlu vardır. Paris'te akademiden mezun olup diploma almıştır. Gelip Urfa'da terzilik yaptı. Dükkânı Yusuf Paşa Camii'nin ön tarafında, Şekerci Ab-ı Hayat'ın dükkânının iki altındaydı. İki dükkânı vardı. O zaman terziler böyle senatör gibi giyinirdi, takım elbiseli, fötr şapkalı… Ulakoğlu da öyleydi. Büyük bir ustaydı. İsmail Karakapıcı bizim ustamızdır, çok iyi bir terzidir. Allah rahmet etsin. Oğlu Sezai de önemli bir terzidir, ama o bizden küçüktür. Hepsi hoştu, iyi insanlardı. O günler iyi günlerdi.

M. Sarmış: Bir de Halit Usta diye ilginç bir adam varmış. Halit Aybar… Bekir Urfalı'nın bir yazısında okudum.

S. Savaş: Tanıyorum. Terzi değildi o. Kumaş satardı. Benim kumaşlarımı da satardı. Antika bir adamdı. Kumaş sattığı adamların adını defterine yazardı, ama çok acayip şekilde yazardı.

M. Sarmış: Evet, evet. Durun Bekir Urfalı'nın yazısından okuyayım:

"Onu herkes tanırdı. Çıraklar taksitle alır, tanısın tanımasın herkese veresiye verirdi. Sevilen, hoş sohbet, yüzü devamlı mütebessim birisiydi.

Veresiye verdiği kişileri kendi usulüyle küçük cep defterine tükenmez kalemle not ederdi. "Beykapısı'nda fırının önünde kırmızı gömlekli oğlan", "Harrahman'da balıklara yem atan adam", "Köprübaşı'nda boyacı çocuk" gibi yalnız kendisinin hatırlayacağı notlar tutar ve zamanı geldiğinde nerede olursa olsun gider bulurdu.

Bir keresinde bir öğrenciye pantolonluk kumaş vermiş ve öğrenci borcunu ödememiş, kayıplara karışmış. " Nasıl olsa okul bitti, beni bulamaz" diye düşünmüş olsa gerek. Halid Usta peşini bırakmamış, araştırmış, çocuğun Diyarbakır'da olduğunu öğrenmiş. Alacağı paradan daha fazlasını harcayarak Diyarbakır'a gidip, öğrenciyi bulmuş ve parasını almış. "Beleş veririm ama hakkımı kimseye yedirmem." derdi.

Ben terzilik yaptığım dönemlerde ustamın yanına uğrar, alacaklılarıyla ilgili maceralarını anlatır güler, güldürürdü. "Tanımadığın insanlara niye veresiye veriyorsun? Bak, peşlerine düşüp yoruluyorsun." diyenlere, "Bunlar gariban insanlar. Her yerden, herkesten almaya güçleri de yetmez, yüzleri de tutmaz. Onlara yardımcı oluyorum. İçlerinden birer tane çiğ süt emmiş çıkıyor, onun da yanına bırakmıyorum." derdi.

Urfa'nın, gönlü gözü tok, gariban sevindiren renkli simalarındandı."

Mahmut Temizoğlu: Ben de tanıyorum. Bir oğlu Urfaspor'da oynadı. Bir oğlu da müteahhitlik yaptı.

S. Savaş: Allah rahmet etsin.
    
M. Sarmış: Sizin yetiştirdiğiniz terziler de vardır tabii.
S. Savaş: Oldu tabii. Mesela Ahmet Öncel var; şimdi İstanbul'da. Onun kardeşi Mehmet de şegirdimdi. Haftada, on günde bir gelir "Bir emrin var mı?" diye sorar. Mehmet Canbek vardır; o da 15-20 günde uğrar yanıma, bir çay içer. Çoğu rahmetlik olmuş. Geçen gün Mehmet Canbek'le saydık, on bir kişi rahmetlik olmuş. Hacı Hüseyin oğlu Yaşar Tokmak vardı. Onun akrabası Mehmet Emin Tokmak vardı. İkisi de rahmetlik oldu. Kendirli Halil ve onun emmisi oğlu Kendirli Ahmet vardı; onlar da rahmetlik oldular.

M. Sarmış: Sizin bir de futbol merakınız varmış. Az önce de bahsi geçti. 
    
S. Savaş: Amatörce… Bir mahalle takımı kurduk. Adı Doğanspor. Sonradan milletvekili olan Osman Doğan o takımdan arkadaşımızdır? Ali İpek vardı, Osman Nahya vardı. Hepsinin ismi şimdi aklıma gelmiyor. Daha sonra kimisi öğretmen oldu, kimisi benim gibi esnaf oldu.

M. Sarmış: Hangi yıllardı?

S. Savaş: 1956… Ben 58'e kadar oynadım. Kulübün yöneticiliğini de yaptım. Sonra bu dükkân açma işleri çıktı, bıraktım.

M. Sarmış: Nerede oynuyordunuz?

S. Savaş: Sanat Okulu'nun arkasında oynardık. Urfaspor'un stadında da maç yaptığımız oldu. Bir keresinde "Gümrük Alayı"ndan maç istedik. Yendik. Paşa kızmış, bu sefer onlar maç istediler. Kabul ettik. Bir dahaki hafta sahaya çıktık. Ben de santrforda oynuyorum. Bu sefer birinci "haftaym"a (half time, ilk yarı) kadar dayandık, ama ikinci haftaym çözüldük. 8-0 oldu. Kalecimiz Ömer'in adının "Ambar Üme" olması oradan kaldı.

M. Sarmış: Mustafa Dişli ile de bir futbol hatıranız varmış. Hani takımı Akçakale'ye götürmüşsünüz de, o gençlere "Kazanırsanız size baklava ısmarlayacağım demiş, kazanınca da parası olmadığı için ceketini satıp baklava ısmarlamış… Onu bir de sizden dinlesek…
    
M. Sarmış: Baklava değil. Dediğiniz gibi Akçakale'ye maça giderken çocuklara söz verdi. Kazandılar. Döndük. Cebinde 50 kuruş mu Ya Rabbi, yetmiş beş kuruş mu, ne var? Çok az. Gitti. Biraz sonra baktım, bir kasa gazoz getirdi. Dedim "Sen hani param yok demiştin, nasıl aldın?" Dedi "Ceketi niye sormuyorsun?" O zaman farkına vardım; üzerinde ceketi yoktu. Onu satmış. Öyle bir adamdı Dişli. Allah rahmet etsin.
    
M. Sarmış: Saz ve ses sanatçısı Mustafa Savaş neyiniz olur?
    
S. Savaş: Amcamın oğlu. Ali Savaş amcamın. Zannedersem benden bir yaş küçüktür.

M. Sarmış: Urfalıların "Circe" dediği Ermeni sanatçı Corci Gümüşkalem'den keman dersi "Kanuni Kanunî Ayıbo"dan (Eyyüp Ereli) da kanun dersi almış.

S. Savaş: Evet, evet. Çok usta bir sanatçı. Öyle şimdikiler gibi sahneye çıkmazdı, düğün salonlarında çalıp, söylemezdi. Ağır adamdı. Kendi keyfine göre müzikle uğraşırdı. Radyo ve televizyon programlarına çıkardı. Çok meşhur besteleri vardır. Derlemeleri vardır. "Cabur dağdan kuş geliyor", "Karaköprü narlıktır", "Yaylalar içinde Erzurum yayla"… 2020'de koronaya yakalandı, öldü. Allah rahmet etsin. Oğlu Mehmet Ali de müzik öğretmenidir.

M. Sarmış: Bir de Maliye'de müdür yardımcılığı yapmış olan Mehmet Savaş var.

S. Savaş: O da amcazademiz. Ahmet Savaş'ın oğlu. Babalarımız amcaoğlu. Rahmetli çok iyi hoyrat okurdu. İsmail Demirkol'un, Kadri Barut'un, Yaşar Göncü'nün devamlı oturup kalktığı bir adamdı.

M. Sarmış: Sizin müzikle bir ilginiz var mı?

S. Savaş: Yok. Ben dinlerdim.

M. Sarmış: Çocuklarınızdan duydum; bir ara Süleyman Demirel'den fabrika istemişsiniz.
    
S. Savaş: Evet. Başbakan Demirel 1965 yılında Urfa'ya gelmişti. Dergâh'ın önünde miting yapıyordu. Çok kalabalık. Biz de daha genciz, gitmişiz, dinliyoruz. Yaşlı bir adam bize "Fabrika isteriz diye bağırın." dedi. Biz de "Fabrika! Fabrika!" diye bağırmaya başladık. Bunun üzerine Demirel dedi ki "Fabrika neyle olur?" Bilmiyoruz. Dedi ki "Suyla, elektrikle olur. Sizin suyunuz da yok, elektriğiniz de yok. Biz suyu, elektriği getirelim, fabrika da arkasından gelir." Sonra barajın suyunu getirdi. Haliyle elektrik de oldu. Hidroelektrik… Eskiden elektrik nerde, hal nerde? Şirket'teki jeneratörden elde edilirdi. Allah Demirel'e rahmet etsin.