Hakkı Kaysı ile yaptığım röportajının birinci bölümü yayınlanınca sosyal medyada "beğenen" ve beni takip etmeye başlayan "Kör Ası" isimli hesap dikkatimi çekti. Sayfasına girdim esas ismi Yasin Kaysı imiş. Hemen numaramı gönderip görüşmek istediğimi söyledim. O da numarasını gönderince akşam aradım. Daha sonra da birkaç görüşme yaptık.

Kendisinin, Kör Ası'nın oğlu Mehmet Kaysı'dan torunu olduğunu söyledi. 1975 doğumlu olup Haliliye Belediyesinde çalışıyormuş. Yaptığımız görüşme kısa bir röportaja dönüştü.

M. Sarmış: Bize dedeniz hakkında bilgi verir misiniz?

Y. Kaysı: Dedem 01.07.1899 tarihinde doğmuş. Babasının ismi Bakır, annesinin ismi Adle. Büyük dedemiz Şeyh Mustafa; onun babasının adı da Şeyh İsmail. Şeyh Mustafa'nın yedi oğlu olmuş.

M. Sarmış: Hakkı Kaysı da o büyük dedelerinizden söz etti. Irak'tan Suriye üzeri Urfa'ya gelmişler. Dedenizin de babasının amcası oğlu olduğunu söyledi.

Y. Kaysı: Doğrudur.

M. Sarmış: Dedenize niçin "Kör Ası" demişler.

Y. Kaysı: Sol gözü görmediği için öyle bir lakapla tanınmış. Ama kör olduğu dışarıdan pek belli olmuyormuş.

M. Sarmış: Nasıl kör olmuş? Savaş sırasında mı?

Y. Kaysı: Onu bilmiyoruz.

M. Sarmış: Peki "Ası" ne demek?

Y. Kaysı: Dedemin sürekli yanında taşıdığı bir asası varmış. İkiye bölününce içinden artık kılıç mı, hançer mi ne, bir şey çıkıyormuş. Dedem herhalde onu sonraları, yakın arkadaşı Arap Reşo'ya veya Mükrimin İnciler'e (İnci Baba diye meşhur Nabi İnciler'in babası) hediye etmiş. Mükrimin İnciler ile dedem çok yakın dostmuş, çok samimilermiş. 

M. Sarmış: Bundan dolayı mı "Ası" demişler kendisine?

Y. Kaysı: Evet. Bir de çok asi bir adammış dedem. Ama hak yolunda asi. Birinin hakkı birine geçtiği zaman peşine düşermiş. Mesela bir adam haksızlığa uğradı diyelim. Veya birisi malını gasp etti. Kendisine gidip yardım istermiş. Dedem aynı zamanda çok şiddetli bir adammış. Derhal o zalime gidip o adamın malını alır mazluma teslim edermiş.

M. Sarmış: Nerede yaşıyormuş? Urfa merkezde mi, köyde mi?

Y. Kaysı: Harran taraflarında Ummu'l-Kubur/Helava adlı bir köyü var. "Haleva'l-Kaysî" diyorlar. Yeni adı "Sınırören".  Orada büyük toprakları varmış. Çiftçilik yapıyormuş.

M. Sarmış: Urfa'da savaş başladığı zaman henüz çok genç.

Y. Kaysı. Evet, 21 yaşında.

M. Sarmış: Nasıl katılmış?

Y. Kaysı: Fransızlar Urfa'yı işgal ettiği zaman,  kendisi gibi gençlerden bir çete ekibi oluşturmuş ve onların başında savaşa katılmış. Adını duymuş olmanız lazım; Arap Reşo diye başka bir savaş gazisi daha var. O da dedemin akrabasıdır. Dedemin halasının kızı ile evlenmiş. Dedem savaşa da onunla beraber katılmış.

M. Sarmış: Savaş sırasında neler yaptığına dair bilginiz var mı?

Y. Kaysı: Herhangi bir yerde okumuş değilim. Dedeme de yetişmedim. Büyüklerimizden duyduğuma göre Fransızların komutanı Sacor ile yapılan görüşmeye katılanlar arasında o da varmış.

M. Sarmış: Fransızların karargâhı Mahmut Nedim Konağı. Oraya mı gitmiş?

Y. Kaysı: Öyle olmalı.

M. Sarmış: Sonra?

Y. Kaysı: Daha sonra büyük bir çatışmaya girmişler. O çatışma sırasında dedem bir Fransız askerinin kamasını almış. O kama babama kaldı. 12 Eylül döneminde, evlerden silahlar toplanırken görevliler o kamayı almak istemişler, ama babam "babamın yadigârıdır" diye vermemiş.

M. Sarmış: Şimdi nerede?

Y. Kaysı: Şimdi bizde duruyor.  Üzerinde "Made in France" yazıyor. Numarası da 911.

Dedem, Fransızlar şehri terk ederken Akabe civarında yapılan çatışmalara da katılmış. Elinde "beşli mavzeri" varmış. Sizin de gördüğünüz fotoğrafta elinde görülen silah o beşli mavzer. Dedem çatışma sırasında bir ara ayağa fırlamış. Yanındakiler  "Ne yapıyorsun? Zaten bir gözün görmüyor. Yat hemen. Yoksa şimdi seni vururlar. Ölürsün."  demişler. Dedem de "Olsun, ben Urfa için gerekirse ölürüm." demiş.

Benim bir halam 100 yaşında öldü. Onun dediğine göre dedem bir çatışma sırasında bir Fransız askerini öldürmüş, kellesini koparıp kılıcına takmış ve atın üstünde koşarak herkese göstermiş.

M. Sarmış: Savaştan sonra gazilere İstiklal Madalyası verilmiş. Dedeniz almamış mı?

Y. Kaysı: Maalesef… Dedem dermiş ki, "Esas savaşa katılanlar bir çöp dahi almazken, hiç savaşa katılmadıkları halde, dışarıdan gelen bazıları, ayıp olmasın diye isim vermeyeyim, savaş bittikten sonra Fransız mallarını yağmaladılar." Altınlar, bakır tas, bakır sahan, artık Fransızların kaçarken bıraktığı ne kadar değerli eşya varsa, hepsini yağmalamışlar. Onların çocukları da ben falanın, ben filanın çocuğuyum diye fors atmışlar. Bazı uyduruk fotoğrafları oraya buraya astırmışlar. Dünyalık işlerin peşine düşmüşler. Mal mülk sahibi olmuşlar, çoluk çocuklarını şurada burada işe koymak için çalışmışlar. Gerçekten savaşa katılan, canını siper eden, kurşun atan, kurşun yiyen, yaralanan, sakat kalan, canlarıyla beraber mallarını mülklerini de gözden çıkaranlar da geri planda kalmış. Bunlar isimsiz kahramanlar.

M. Sarmış: Her devirde olduğu gibi o devirde de böyle tipler olmuştur. Fakat tabii bunları genellememek lazım. Hepsi böyledir diyemeyiz. İsimsiz kahramanların yanında ismi bilinen ve madalya alanların çoğu hak etmiştir şüphesiz. Şüphesiz Allah kimin ne yaptığını çok iyi biliyor. Allah gerçek kahramanlardan razı olsun.

Y. Kaysı: Tabii, tabii, haklısınız. Söylediklerim herkes için geçerli değil. Zaten bizim şu saatten sonra istediğimiz herhangi bir şey yok. Sadece dedemizin bilinmesini ve kendisine dua edilmesini istiyoruz. O kadar.