M. Sarmış: 1974'te liseyi bitirmişsiniz. Sonra muhasebecilik… 
A. Akbıyık: Evet. Dedim ki güzel sanatlarla ilgili bir okula gideyim. O ara Fikirtepe Matematik Bölümünü kazandım. 
M. Sarmış: Nasıl yani? Matematik okumak istemiyorsunuz da nasıl kazanıyorsunuz?
A. Akbıyık: Detayını hatırlamıyorum. Güzel sanatlarla ilgili okullar özel yetenek sınavı ile alıyor, diğer okullar ise tercihlere yazılıyor; bu nedenle tercihlerinin arasına mecburi bazı okullar yazıyorsun. Dışarıda kalma korkusu var. Boş kalmayayım, hani bir okul olsun da ne olursa olsun misali, sosyal bilimler, matematik, Türkçe, ne olursa yazıyorsun. Ama gerçekte hesap kitapla ilgili bir okulda okumak istemiyorum. Fikirtepe'nin resim bölümü de var. Oraya girmek istiyorum. Ama onun için özel yetenek sınavı yapıyorlar. 
M. Sarmış: Bu arada Fikirtepe'de hangi okul var? 
A. Akbıyık: Fikirtepe, İstanbul Kadıköy'de bir semtin adı. Orada Atatürk Eğitim Enstitüsü var. Şimdi Marmara Üniversitesine bağlı Eğitim Fakültesi…
M. Sarmış: Tamam, devam edelim. Bu resim merakı nereden geliyor?
A. Akbıyık: Ortaokul ve lisede kendimce karakalem ve sulu boya ile güzel resim yapıyorum. Bir resim öğretmenimiz de var, ismini hatırlayamıyorum, bir bayan, sonra Amerika'ya gitti. Hani Pikasso'nun (Pablo Picasso) yaptığı resimlere ne derler? Soyut resim... Modern resim… Artık neyse… Demek ben de öyle bir şeyler yapmışım. Hoca onları önce okulda sergiledi. Amerika'ya giderken de "Bunları bana verir misin, beraber götüreyim." dedi. Evleniyor muydu, gezmeye mi gidiyordu, bilmiyorum. "Tamam hocam, götürün." dedim. Yani diyeceğim, resme karşı bir ilgim eskiden beri var. Evde de resim, çizim yaparım. Ayrıca oyma yapmışımdır, yakma yapmışımdır. Biraz yağlı boya da var. Onun için o bölümü okumayı arzu ediyorum. Bir de matematikten, hesap kitaptan kaçmaya çalışıyorum. Aynı dönemde Emin Ergin'in küçük kardeşi Vedat da Fikirtepe'de müzik bölümüne girmeye çalışıyor.  
M. Sarmış: Halk Kütüphanesi Müdürü Emin Ergin…
A. Akbıyık: Evet, aynı zamanda Urfa ile ilgili ilk derlemeleri yapan bir zattır. Urfa Manilerini, Urfa Ağzı Sözlüğü'nü ilk derleyenlerdendir. Onun kardeşi de müzik bölümünün özel yetenek sınavına giriyor. O sırada eski Türk filmlerinde oynayan bir adam vardı; adı Altan mı, neydi? 
M. Sarmış: Altan Günbay… Kötü adam rollerinde oynardı. Onun konservatuvar mezunu olduğunu, Batı Müziği ile ilgilendiğini duymuştum. 

A. Akbıyık: Ha, o da seçici komisyonun üyelerinden biriymiş. Neyse Vedat, ben, sınava girecek olan daha birçok arkadaş bahçede toplanmışız, sıramızın gelmesini beliyoruz, kendi aramızda konuşuyoruz.
M. Sarmış: Sonuç?
A. Akbıyık: Olmadı, kazanamadım. Bu sefer Güzel Sanatlar Akademisine başvurdum. Nasılsa İstanbul'a postu atmışım. Teyzem oğullarının Cihangir'de bekâr evi var, orada konfeksiyonda çalışıyorlar. Ben de onlarda kalıyorum. Dört ay boyunca... Bu arada nerede resimle ilgili bir sınav varsa oraya müracaat ediyorum.
M. Sarmış: Niçin müzik değil de resim? Müziğe daha yatkınsınız.
A. Akbıyık: Bilmiyorum, o sırada resim daha cazip geldi herhalde.
M. Sarmış: Söylüyor musunuz?
A. Akbıyık: Yok, iyi bir okuyucu olduğum söylenemez, okumam amatörcedir. Ben bağlama çalıyorum. Ustaların olduğu yerde bağlama da çalmam… Neyse Güzel Sanatlar Akademisinden sonra Tatbiki Güzel Sanatlar'ın sınavına müracaat ettim. O arada sınava giren üç beş kişiye sordum; hepsi kurs almış. Ben ne kurs almışım, ne kursa verecek param var. Biraz yetenek var, ama işin tekniğinden haberim yok. Hiçbir alt yapım da yok. Hocaların söyledikleri teknik kelimeleri bile anlamıyorum. O yüzden olmadı tabii. Ondan sonra Işık Mimarlık'ın sınavına girdim. Mimar olmak için. Ressam Remzi Kara'nın kardeşi rahmetli Celal Kara ile beraber… O orayı kazandı. Ben yine açıkta kaldım. Matematikten kaçış, ama nereye kadar? Sonunda diğerleri olmayınca mecburen boynumu büktüm. O sırada Afyon'da ve Kütahya'da yeni okulların açıldığını duydum. Afyon'da "Maliye Muhasebe Yüksek Okulu". Sonradan ismi Mali Bilimler Fakültesi oldu. Kütahya'daki okulun adı da "Yönetim Bilimleri Yüksek Okulu" idi .
Bu arada dayımın adını zikretmem lazım. Dayım rahmetli Mahmut Nedim Atlas… Ortaokul ve lisede onun yanında çalışıyordum. Asfalt Yol'da Oto Işık adında yedek parça dükkânı vardı. O beni çok severdi, okumamı desteklerdi. Ben de onu çok severdim. Allah rahmet etsin.  Urfa'dan İstanbul'a gelince ilk olarak İtfaiye Meydanı'nda bir otelde kaldım. Otelin parasını verince, cebimde neredeyse param kalmadı. Dayım Mahmut Nedim'e PTT'den telefon edip durumu arz ettim. O zaman, bankaymış, havaleymiş, şimdiki gibi hızlı para gönderme imkânları yok. Dedi "Ben bir arkadaşımı arayacağım, git oradan paranı al." Gidip aldım. Oradan Kütahya'ya gittim. Bir handa kaldım. Bildiğimiz bir han. Faruk Nafiz Çamlıbel'in "Han Duvarları" şiirinde anlattığı gibi. Aşağıya hayvanları bağlamışlar, üst tarafta da kalacak olanlar için odalar var. Bir odada belki sekiz on kişi bir arada kalıyor. Onu da bulduk diye şükrediyoruz. Çünkü dışarıda kalmak da var. Yağmur yağıyor, hava çok soğuk. Üstelik cepte para yok, kalabileceğimiz en düşük yer orası. Sınava girdik. Yine olmadı. Ondan sonra Afyon'a gittik. Nihayet onu kazandık. Yine matematik, muhasebe, hesap, kitap… Demek ki nasibimiz öyleymiş.  Artık mecburen devam ettik.
Bu okuldan mezuniyetimiz hayatımıza nasıl yansıdı? 25 yıl Urfa'da mali müşavirlik yaptım. Geçenlerde yanımda çalışan gençler hesap etmişler; yanımda da 75 kişi çalışmış. Bunlardan 20'ye yakını da mali müşavir oldu. Bizim orası, yani büromuz, bir tekke gibi, bir okul gibiydi. Bizden ayrılan elemanlar da hafta sonları gelirdi, sohbet eder, hep birlikte yemek yerdik.  
M. Sarmış: Oralara daha sonra geleceğiz. Sırayla gidelim. 1974'ten 78'e kadar Afyon'daydınız. O döneme dair söyleyecekleriniz var mı?
A. Akbıyık: O yıllar siyasetin civcivli olduğu bir dönem. Ben çok gencim. Liseyi bitirip İstanbul'a gittiğim zaman 16 yaşında idim. Şimdi biz o yaştaki çocuğumuzu kapının önüne çıkarmıyoruz değil mi?
M. Sarmış: Tabii tabii. O zaman o yaşlardaki çocukları evlendiriyorlardı. Kızlar 13-14 yaşında gelin oluyordu.
A. Akbıyık: O kötü günleri anmak açısından o döneme dair bazı şeyleri söylemek istiyorum. Ben yüksek okulu derece ile bitirdim. 1974 yılında öğrenime yeni başlayan Afyon Maliye Muhasebe Yüksek okuluna ilk öğrenciler olarak 400 kişi başladık, 1978'de Haziran döneminde ancak 25 kişi kadar mezun olabildik. Ben de o 25 kişinin içindeyim, ilk üçte miyim, beşte miyim, hatırlamıyorum. Mezuniyet törenlerinde bize çeşitli hediyeler verdiler. Hocalarımızla diyaloğumuz çok iyi. Neden? Çünkü okulumuzda devam mecburiyeti olmadığı halde, ben devama çok dikkat ederdim. Birkaç çalışkan arkadaşımız var; sınıfa en erken kim girerse ilk sıralara defter koyarak, diğerleri için kapatır, biz gelir otururuz. Hocalarımızın hepsi Eskişehir'den geliyor, Pek çoğu profesör. Mesela uzun yıllar Eskişehir belediye başkanlığı yapan, Anadolu Üniversitesi rektörü olan ve sonra Eskişehir Belediye başkanlığı yapan Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen benim hocam. Muhasebe dersinin duayeni Prof. Dr. Ferruh Çömlekçi benim hocam. Onun hanımı Profesör Necla Çömlekçi, yine Prof. Dr. Aykut Herekman hocam. Daha sonra Anadolu Üniversitesi rektörü olan Prof. Dr. Fevzi Sürmeli de bizim dersimize giriyordu. 

M. Sarmış: Eskişehir'den günü birlik geliyorlar.

A. Akbıyık: Muhtemelen. Çünkü Eskişehir-Afyon arası 135 kilometre, bir buçuk iki saatlik yol. Hocalarla çok iyi bir diyaloğum var. Dersleri iyi takip ediyorum. Beni okula asistan olarak almak istiyorlar, yani şimdiki ifadeyle araştırma görevlisi. Ben de istiyorum, kendimi orada kalmaya konsantre etmişim. Eve de haber gönderdim, niyetimi söyledim. Fakat annem ve babam kabul etmedi. "İlla Urfa'ya geleceksin." dediler. "Yoksa seni evlatlıktan atarız." filan... Klasik tavırlar yani. "Yahu aman etmeyin! Hocalar beni seviyor. İşim hazır. Ortam güzel." Dinleyen kim? O dönem her yerde olduğu gibi orada da siyasi bir çalkalanma var. Ülke sağ-sol diye ikiye ayrılmış. Ben de sağ cenahtayım. Milliyetçi, muhafazakâr, demokrat bir çizgim var. Türkiye'nin her tarafında olduğu gibi bizim okulda da bir sürü olaylar oluyor. Ne kadar yalvar yakar ettiysem de bizimkiler kabul etmedi, gelmem için çok ısrar ettiler; ben de mezun olunca mecburen Afyon'u bırakıp Urfa'ya geldim.
M. Sarmış: Gelince ne yaptınız?
A. Akbıyık: Önce serbest çalıştım. Daha önce dayımın yanında yedek parça işini öğrenmiştim. Babam, abimle bana dükkân açtı. Koşu Meydanına giderken Yarışçılar Caddesinde, yeni ismiyle Cumhuriyet Caddesinde, eski "Alım Satımlar"ın orası. Bir tarafında ben yedek parça işi yapıyordum; bir tarafında da abimin kaporta dükkânı vardı. Babam evlerinden birini satıp bize sermaye yaptı. Yani Urfa'da kalmam için her türlü imkânı seferber ettiler; bırakıp gitmeyeyim diye. O şekilde iki yıl yedek parçacılık yaptım. Tabii benim bazı okul arkadaşlarım profesör oldu, rektör olan oldu. Bazen kendi işimden bunaldığım zamanlarda "Ane!" derdim, "Bırahsaydi şindi ben de profesör olırdım. Adamların rehet bi heyatları var. İşleri yolında. Düzenleri eyi. Tehtilleri (tatil) var, izinleri var. Ben geldim, senelerdir bırada çalışiyam. İznim yoh. Bi tehtile gidemedim." Tabii çok şükür, maddi bir sıkıntımız yok, ama hayatımızda bir memurun düzeni, rahatlığı da yok. 

M. Sarmış: Bütün bunlar bana da çok tanıdık geldi. Ben de annemin babamın ısrarı ile Ankara'yı bırakıp Urfa'ya geldim. Benim rahmetli annem de "Gelmezsen sütümü haram ederim." dedi.

A. Akbıyık: Evet. Müsaadenizle bu hatıranın son kısmını da söyleyeyim. Yıllar yıllar sonra, bundan birkaç yıl önce annem rahmetli olmadan, bir sohbet ortamında konu yine buraya gelince "Niye bı kadar ısrarla çağırdiz beni?" dedim. Dedi "Zamanında siye söliyemedih. O zaman Afyon'dan birisi bize bi mektup göndermişti. 'Bı oğlan bırda kalırsa öldürecağıh.' deye yazidi." Bak sen! Afyon'dan Urfa'daki adresimizi nasıl bulmuşlar? Orada bir iki tane sol tandanslı hemşerimiz vardı; artık onlar mı yazanlara söyledi, yoksa bizzat solcular mı yazdı? Bilmiyorum. Dedim ki "Ane, niye o zaman biye sölemediz?" Dedi ki "Oğlım siye nasıl söliyah? Sölesah, deyecahsan ki kabıl etmiyem. Gençsen. İnadi tutar. 'Gelsinler bahım, ne yapilarsa yapsınlar.' dersen. Ne bilah? Biz de korhtıh. Siye bi şe sölemedıh." Aha böyle ağam… Neyse artık, kaderimiz, kısmetimiz böyle imiş.