M. Sarmış: Berberlik diğer esnaf arasında temizlik yönüyle çok öne çıkan bir meslek.

N. Yıldırım: Peygamber Efendimiz pirimiz Selman-ı Farısî'ye dua ederken ilave olarak "Senin ikinci ismin de 'Selman-ı Pâk' olsun." demiştir. Pâk demek temizlik demektir.

M. Sarmış: Eyvallah! Fakat işin bir yönü daha var. Berberler sürekli kıllarla, tüylerle uğraşıyorlar. Her taraf kıl. Üstleri başları kıllarla doluyor. Tabii gittikleri yerlere de götürüyorlar, eve de götürüyorlardır. Suya düşebilir, yemeğe düşebilir. Yenge rahatsız olmuyor mu?

N. Yıldırım: (Güzel bir kahkaha attıktan sonra) Doğrudur. Ben o konuda çok titizim. Buradan çıkmadan önce üstümü başımı güzelce temizlerim. Şimdi önlük giymiyorum, ama eskisi kadar çok tıraş etmediğim için. Yoksa eskiden önlüğüm vardı, tıraşa başlarken mutlaka giyerdim. Ellerimi sık sık sabunlarım. Bir kız kardeşim var, İsmet, şimdi İstanbul'da kendisi, bir gün bana dedi ki "Abi senin ellerin kirli." "Niye?" dedim. O zaman bekârız daha. Dedi "Sen her türlü insanı tıraş ediyorsun." Öyle bir gün oldu ki babam onu bir berbere verdi, eşi de berber. Öyle olunca dedim ki "Bak zamanında beni beğenmiyordun, ama şimdi eşin de berber." "Ah!" diyor, "Ben berberlere kurban olurum. Berberler çok temiz." Temiz ya! Ama her berber mi? Bakın benim tırnaklarıma. Kısa ve temiz olmasına çok dikkat ederim. Birçok berber gördüm, tırnakları uzun ve dibi kirli. Yav sen insana hitap ediyorsun.  Çok temiz olmalısın. Üstün başın temiz olmalı. Bazı berberler var, kokuyor. Ha bazı müşteriler de var, onlardan daha çok kokuyor. Ben çok rahatsız oluyorum.

M. Sarmış: Sağlık açısından da çok önemli.

N. Yıldırım: Sadece beden temizliği değil, ağız ve diş temizliği de önemli. Yakın temas oluyor. Nefesler birbirine karışıyor. Dikkat etmek lazım. Pandemi döneminde berberlere yasak getirilmesinin sebebi de buydu zaten. Ben mesela ustalara kurs verdiğimi söylemiştim. Kursun sonunda da imtihan ederdim. Mesela sorardım "Berberle müşteri arasında en az kaç santim olması lazım?" "15 santim" diyen oldu. Yanlış. "Asgari 30-50 santim olması lazım. Ağzı kokabilir. Hasta olabilir. Rahatsız olabilir." Ben Pandemi döneminden önce de maske takmayı savundum. Hatta taktım da. Gören "Geçmiş olsun Necdet Usta. Neyin var?" dedi. Hasta olduğumu zannettiler. Oysa diş doktoru takıyorsa biz de takabiliriz.

M. Sarmış: Artık sonlara geliyoruz abi. Siz de her Urfalı gibi sıra gezmişsinizdir. Bize sıralarınızdan bahseder misiniz?

N. Yıldırım: Benim üç dört sıram vardı. Mesela biri çocukluk arkadaşlarımla gezdiğim sıra. Orada sohbet var, müzik var, çiğköfte var, çay var, kahve var, yüzük oyunu var, tolaka oyunu var. Geleneksel sırada ne varsa bizde de o var. Yine mesela hacca gittikten sonra hac arkadaşlarımla başladığımız bir sıramız vardı. Orada dini sohbet de olurdu. Ulu Cami'nin İmamı Yaşar hoca da o arkadaşlarımızdan biriydi. Kur'an-ı Kerim'den bir bölüm okurdu, sonra da onun tefsirini yapardı. Ayrıca dini sohbet olurdu. Onlar sabah namazına kalktığı için çiğköfte saat 09.00'da yapılır, 10.00'da herkes evine dağılırdı. Başka bir sırada yine sohbet vardı. Memleket meseleleri konuşulur. Ekonomik durumlar konuşulur. Mahallemizde fakir fukara var mı? Onlar için ne yapabiliriz? Böyle şeyler konuşulur. Bazı gençler yüzük oyunu oynar. Bizde kâğıt, domino, tavla gibi oyunlar yok. Kurallara uymayanlara ceza verilir. Toplanan paralar "kalle"de toplanır; baharda onunla pikniğe gidilir. Çiğköfteden sonra "Hadi bir müzik yapalım." denir. Çalanlarımız var, söyleyenlerimiz var. Yaklaşık bir saat… Ondan sonra tatlı ve acı kahve… Saat 11.00, 11.30, 12.00 gibi dağılırız. Tabii ayrılmadan önce gelecek hafta kime gidileceği de kararlaştırılır. 

M. Sarmış: Hangi günlerde toplanırdınız?

N. Yıldırım:  Genelde çarşamba günleri. Cumartesi benim dükkânım var diye… Reisleri de ben olduğum için kararı ben verirdim. Kimse fazla masrafa girmesin diye uyarırdım. Bazıları çok af edersiniz "s… yarışına" giriyor. Mesela tatlı olarak şıllık yapmış, yanında bir de çekçek, bastık, sucuk, ceviz çıkarıyor.

M. Sarmış: Maalesef bir yarışa dönüşüyor.

N. Yıldırım: Bir berberin meselesi var, onu biliyor musunuz?

M. Sarmış: Bilmiyorum, anlatın isterseniz.

N. Yıldırım: Ben bunu söylerken çok duygulanıyorum, ağlıyorum. Bir sıra var, arkadaşlar çok zengin. Biri var, diyelim adı Berber Necdet Yıldırım olsun. Durumum zayıf. Sıra bana geliyor. Ne yapayım? Diyorum ki "Benim soframın da onlardan geri olmaması, hatta onların üstünde olması lazım." Bir yorganla bir döşeğimi satıyorum. Öyle bir sıra yapıyorum ki bütün arkadaşlarım şok oluyor. Sıra başkanı olan arkadaş "Berber Necdet bunu yapamaz; çünkü bunun kazancı bir şey değil." diye düşünüyor. O gece kimseye bir şey demiyor. Sabah erkenden Berber Necdet'in evine gidiyor. Necdet erkenden dükkânına gidiyor ya, evde değil. Kapıyı çalıyor. Hanımı "Kim o?" diyor. Başkan "Bacı!" diyor, "Dün akşamki sıra çok güzel olmuştu. O kadar masrafın parası nereden geldi?" Kadın "Valla abi biliyorsunuz, bizim herifin o kadar parası yok, evde bir yorgan ve döşeğimiz vardı, onu sattı; size ikram etti." (Bu sırada Necdet abi ağlıyor.) Adam hemen mezat pazarına gidiyor. Araştırıp satın alanı buluyor. "Kaça aldın?" Diyelim 100 lira. "Satar mısın?" diyor. "Satarım." diyor. "Kaça?" Diyelim 150 liraya… "Al" diyor "sana 150 liranı, onu bana ver." Alıp Berber Necdet'in evine götürüyor. Ondan sonraki haftanın sırasında da diyor ki "Arkadaşlar bundan sonra sıramızda "s… yarışı" yok. Yalnız çay ve çiğköfte. Tatlı da yok. Ondan sonra sırayı o şekilde devam ettiriyorlar. Sayın hocam sıra gecesinin aslını bir televizyon programında anlattım. Eski Belediye Başkanımız Ahmet Bahçıvan gece saat 11.00'de beni aradı; dedi "Bir tek sen sıra gecesinin aslını az öz sade anlattın." Birinci Cihan Harbinden sonra Urfa'yı İngilizler işgal etti. Sonra onlar gitti, Fransızlar geldi. Urfa'nın ileri gelenleri, hani "On İkiler" diyorlar ya, onlar, kendi aralarında Urfa'nın kurtuluşu için neler yapabileceklerini konuşmak istiyorlar. Aramızda hainler de var diye herkesin duymasını istemiyorlar. Onun için diyorlar ki "Filanca tarihte, filanca yerde sıramız var; çiğköfte yemeğe gidiyoruz." Aslında amaç çiğköfte yemek değil. Kurtuluş Harbini konuşacaklar. İşte sıra gecesi böyle bir şey. Bir çeşit halk mektebi, üniversite. Sıra geceleri bana çok şey öğretti. Ben mağarada da sıraya katıldım, yatıya kaldım. "Dede'nin Serinci"nde… Arkadaşlarımın bazıları belki benden 30 yaş büyüktü. Elli yaş büyük adamlarla oturup kalktım. Onlardan edep terbiye öğrendim. Onların yanında ben hiç konuşmadım, hep dinledim. Son sözüm "Konuşmayı biliyorsan herkes seni dinlesin, konuşmayı bilmiyorsan sükût eyle herkes seni adam bilsin." Bu çok önemli bir meseledir.  

M. Sarmış: Eyvallah! Biz de artık bitirelim. "Şimdi hayat nasıl gidiyor?" diye sorayım.

N. Yıldırım: Az önce demiştim. Sabah 7, akşam 7, mesaiye devam ediyorum. Müşteri gelirse tıraş ediyorum. İlaç için gelenler oluyor. Dostlar ahbaplar geliyor. Namaza gidiyorum. Bazen basın mensupları geliyor, çeşitli konularda demeç veriyorum. Bazen dışarıdan gelen gazetecileri yanıma getiriyorlar, onlarla çeşitli konularda konuşuyorum.

M. Sarmış: Küçük bir kütüphaneniz var burada, herhalde kitap da okuyorsunuz.

N. Yıldırım: Tabii. Ayrıca bitkisel kitaplarım var, ilaç için onları okuyorum. Kur'an okuyorum. Aslını değil de mealini. Demiştim, zamanında hocadan kaçtığım için aslını okumayı öğrenemedim. Bazen kafama bir şey takıldığında veya televizyonda bir şey duyduğumda açıp oraya bakıyorum. Acaba Allah bu konuda ne demiş? Buradan hocalarıma da seslenmek istiyorum. Kur'an'ı anlamadan okuyup geçmeyin, ne dediğini de anlatın biraz.

M. Sarmış: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

N. Yıldırım: Dükkânımıza misafir olduğunuz için ve bize bu imkânı verdiğiniz için size teşekkürlerimi arz ederim. Tekraren söyleyeyim. Ben Urfalıyım. Bir de "Şanlıurfalı" var. Şimdi bir de "Şamlıurfalı" var. Bahçelievler'de onlar çok. (Suriyelileri kast ediyor.) Ben Urfa'yı çok seviyorum. Bu memleket için elimden gelen her şeyi yapmak istiyorum. Keşke şöyle sizin gibi kimselerle oturup Urfa'yı uzun uzun konuşabilsek… Ama Urfa'yı anlatmak kolay değil, Urfa'yı yaşamak lazım. Kimi çiğköfteme sahip çıktı. "Kıymalı ekmeğime" lahmacun dediler. Pizzayı rakip olarak çıkardılar. Kimi fıstığımı aldı, adını değiştirdi. Zaten Seyfettin Sucu demiş "Sahipsiz Urfam için ben ölüm." Doğru demiş. Ben de şimdi "Sahipsiz Urfa için Berber Necdet sen öl." diyorum. Hiç kimse bu memleket için elini taşın altına koymuyor.

M. Sarmış: Dert çok abi. Biz elimizden geleni yapalım. Çok teşekkür ederim.

N. Yıldırım: Asıl ben size çok teşekkür ederim. Bir dost kazandım. Her zaman beklerim.

("Bir acı kahve içmeden bırakmam." dedi. İçtik ve ayrıldık.)
-SON-