BEŞİNCİ BÖLÜM
M. Sarmış: Peki, üniversite konusuna geri dönelim. İngilizce bölümünü kazandınız ama gitmediniz.
M. Karakaş: Evet. Abimin ısrarı ile Tıp Fakültesi imtihanına da girdim. Fakat aklım hep ilahiyatta…
M. Sarmış: Babanız, abiniz ne diyor o konuda?
M. Karakaş: Yakın arkadaşlarım da karşıydı. "Ölü yıkayıcısı mı olacaksın?" diyerek benimle dalga geçiyor, engel olmak istiyorlardı. Babama ve abime de söylediler. "Bu adam ilahiyata niçin gidiyor? Hayatını mı öldüreceksiniz?" filan dediler. Babamın kafasını da karıştırdılar biraz. Ama benim niyetimin kat'i olduğunu anlayınca kabul etmek zorunda kaldılar. Abimin dediğine göre tıbbı da kazanmışım. Ben bakmadım bile. Aklım hep ilahiyatta… Aslında İlahiyatı da kazandım ama canım sıkıldı, o sene okuyamadım. Bir sene Urfa'da boşta kaldım. Ertesi sene Ankara İlahiyat'ın imtihanına girdim, kazandım, kaydoldum. Yıl 1964…
M. Sarmış: Hazırlık sınıfı da var mı?
M. Karakaş: Yok, 4 yıl.
M. Sarmış: Nerde kaldınız?
M. Karakaş: Birkaç ay Trabzon yurdunda kaldıktan sonra Cebeci Erkek Yurdu'na geçtim. Hukuk Fakültesinin yanında olduğu için biz kısaca "Hukuk Yurdu" derdik.
M. Sarmış: Maddi durumunuz pek iyi değil. Masrafları nasıl karşılıyordunuz?
M. Karakaş: Haklısınız. Burs veya kredi almam lazım. Doldurduğum form dilekçede babamın mesleği olarak "değirmenci" yazdığım, onlar da bunu "değirmen sahibi" olarak anladığından ve zengin olduğumuzu zannettiklerinden bana vermediler. Durumu babama yazdım. Babam bana hiç unutamadığım bir cevap verdi: "Oğlum sen oku, ben aynen yorganımı bile satar, sana para gönderirim." Allah gani gani rahmet eylesin; sözünü tuttu, ne yapıp edip bana her ay para gönderdi. Sınıfta kaldığım o son yıl kendim de iş bulup 4-5 aya kadar çalıştım. Önce üniversite, sonra Türk Tarih Kurumu Matbaasında…
M. Sarmış: Ne olarak?
M. Karakaş: Osmanlıca mürettibi olarak. Yani basılacak olan Arapça ve Osmanlıca yazı ve kitapların dizgisini yapıyordum. Latin harfleri gibi sayfa sayfa olmazdı. Harf harf dizmek gerekirdi. Zor bir iştir.
İki tane sevdiğim hoca vardı. Birisi İranlı Azeri İsa Seyf. Farsça hocamızdı. Onun sayesinde Farsçayı bir hayli ilerletmiştim. Hocayla karşılıklı oturup Farsça konuşurduk. Hoca, aynı zamanda İran konsolosluğunda çalışıyordu. Bana İran'da okutulan bazı ders kitaplarını vermişti. Konsolosluğa gelen dergileri de getirirdi. Hâlâ o dergilerden 5-10 tanesi durur. Diğer hocamız da Fuat Köprülü'nün asistanlığını da yapmış olan Fevziye Abdullah Tansel. "Klasik Dinî Türkçe Metinler" dersimize gelirdi. Biz kısaca "Osmanlıca" derdik. Onun sayesinde de Osmanlıcam çok gelişti. El yazma metinleri rahatça okuyabilecek duruma geldim. Zaten mürettiplik işini de onun sayesinde buldum. O iş de Osmanlıcamın biraz daha gelişmesine sebep oldu. Hatta Tarih Kurumu'nda, gitme, burada çalış dediler. Kalsaydım, belki zengin de olmuştum. Ama benim hayalim ilahiyattı, öğretmenlikti.
Tezimi de Fevziye Abdullah Tansel'den aldım. Nabi'nin "Hayrabad"ı… Urfalı olduğum için hoca tavsiye etti. Eserin transkriptini yaptım, tanıtımını yaptım. Matbaada dizgisini de ben yaptım. Gece saat 10'lara kadar kalıp o işi yapıyordum. Tabii yetkililerden müsaade almıştım. Tez bitmeden matbaadan ayrılınca geriye kalan 15-20 sayfasını da daktilo ile yazdım. Bitince hocamıza takdim ettim. Kabul etti, beğendi.
M. Sarmış: Ankara İlahiyat'ın hocaları, dersleri, diğerlerinden biraz farklı. Yaygın İslami düşüncelerden farklı bir ses olmuştur hep. Şimdi de öyledir. O döneme dair neler anlatmak istersiniz?
M. Karakaş: Orada benim hoşuma gitmeyen bir felsefe dersi vardı. Eskiden beri hiç sevmem felsefeyi. Hep zayıf alırdım. Arapçam da iyi değildi. Dolayısıyla bir sene de orada kaybettim. Son sınıfta kaldım.
M. Sarmış: O yılların gençlerine bütün dünyada 68 Kuşağı deniliyor. Türkiye'de de birçok etkileri görülmüş. Üniversiteli gençler birçok eylemler yapmışlar. Tabii sol kesim gençleri. Sizi de etkiledi mi?
M. Karakaş: Dediğiniz gibi onlar sol kesimin gençleri. Bizim fakültede bu gibi şeyler olmazdı. Bilmiyorum bizdeki başörtü eylemlerini o kategoriye dahil edebilir miyiz?
M. Sarmış: Evet, sizin yakın arkadaşınız Mehmet Oymak'la yaptığımız röportajda anlatmıştı. O da aynı dönemde aynı fakültede öğrenci imiş. Muhsine adlı bir kız varmış.
M. Karakaş: Adını hatırlamıyorum. Başörtülü tek bir kız vardı. Bütün uyarılara rağmen başını açmıyordu. Fakültenin memurlarından biri bir gün kızın başından örtüsünü çıkarıp kaçırmış. Bu olay üzerine başı açık başka bir kız da başını örttü.
M. Sarmış: Meşhur Hatice Babacan.
M. Karakaş: Evet, yukarıdan gelen baskılar, öğrencilerin direnişi derken, idare Hatice Babacan'ı ve ona destek veren bir erkek öğrenciyi fakülteden attı. Talebe Birliği, okulu boykot etti. Fakülte bahçesine bir çadır kuruldu. Atılan iki öğrenci açlık grevine başladı. O günlerde başlayan imtihanlara kimse girmedi. Boykot iki ay kadar sürdü. Ben de birçok arkadaşım gibi fakültede yatıp kalkıyordum. Sonunda okuldan atılanlar geri dönmedi, ama dekan değişti. Bazı meselelerin kabulü ile boykot sona erdirildi. O hadiseden sonra başını örten kızların sayısı artmaya başladı.
M. Sarmış: Ne zaman mezun oldunuz?
M. Karakaş: 1970 yılının eylül ayında.
M. Sarmış: Sonra?
M. Karakaş: Milli Eğitim Bakanlığına öğretmenlik için müracaat ettikten sonra Urfa'ya döndüm.
Bu arada, az önce bahsi geçen Farsça Hocamız İsa Seyf, "Senin Farsça'n çok iyi. Mektuplaşalım. Farsçanı geliştir." dedi. Ama nerde? Urfa'ya gelince o işleri unuttuk.
M. Sarmış: Peki, Arapça?
M. Karakaş: Okulda iken Arapçamın pek iyi olmadığını söylemiştim. 1980'lerden sonra Urfa'da Yasin Kahyaoğlu'ndan Arapça dersleri aldım. Arapça tefsir okuyorduk. Bir öğretmen arkadaş daha vardı. Üçümüz okuyorduk. Epey ilerlettik.
M. Sarmış: Şimdi nasıl Arapçanız?
M. Karakaş: Maalesef, zamanla o da gitti.