Küçük çocuklar, akrabalık bağlarını kolaylıkla özümsemez, bunun bilincinde değildir.
Önce ' Anne', sonrasında ' Baba' hecelenerek söylenirken en yanındakilerin adı, ismi ile bilinmez, henüz.
' Kardeş, Abla, Ağabey, Hala, Teyze, Dayı, Amca, Dede, Nine' hangi dille konuşuluyorsa konuşulsun, işaret edilen aynıdır.
Ekmek, Arabî ' Hıbeys', Farsî ve Kürdî ' Nan', Türkî' Ekmek', İngilizî' Bread' olarak ifade edilir.
Kalkıp su için watter, ma, ab, av demeye gerek var mı?
Dün nahiye, bucak, kaza iyi bilinirdi de ilçe daha benimsenmedi.
Vilayet ve şehir için ' İl', sirke olmamış sıvı misali.
Askerlik yapan bilir:
- Nerelisin Asker?
- Ruha Komtanım.
- Sen Asker?
- Diyarbekir Komtanım.
- Sen Asker?
- Mamuretu'l- Aziz.
-Sen?
- Colemerg.
- Sen?
-Cebelî Bereket.
- Sen?
-Erzenî'r-Rûm.
Biliyoruz, çoğu okur bu şehirlerin günümüzdeki adını merak eder.
Daha dün kullanılan bu isimler, çamlar nasıl bardak olmuşsa öyle...
Bir başka dert, şehirlerin birbirinden üstünlüğüdür, bazen.
Futbol maçlarında kıran kırana seyirci tezahüratını bilmeyen yoktur.
Kimileri, Her yemeği kendi şehrine ait bilir. Şehrini sorarsanız altmış sene önce köydü, kırk yıl önce kaza...
Bazı şehirlerde düşmanı kovma günleri düzenlenir, işgale uğramışlığı yok iken, Mardin gibi, seneler 1900'lü yılların ilk çeyreğine rast gelir.
Kimi şehirlerde çekişme yaşanır, bir köprü paylaşılmaz. Malabadî'ye Batman göz kırpıyor, arada bir.
Malatya ve Adıyaman arasında Nemrut Dağı, halen muamma.
Ruha 'Urfa' olduktan sonra şanını lahmacundan, ciğköfteden, ciğerden yana isotla sürdürmek isterken lahmacuna Anteb, İsota Maraş, Ciğkofteye Samsat, içli köfteye Mardin, ciğere Diyarbekir itiraz hakkını kullanır.
Bilinmeyen husus şu olmalı:
Hepimiz köy, kaza ve şehir olmak üzere ülke vatandaşıyız. Doğrusu her şehir, bizimdir. Özel mülkiyet dışında toprağın, ormanın, sokağın, caddenin her santiminde hakkı vardır, vatandaşın.
Şehirler arasındaki bu gereksiz ve anlamsız çekişmeleri bir araya bırakalım da, kimi şehirde şehrin sahipliği sorgulanır:
- Şehrin sahibi biziz.
- Biziz, dediğine inanmayın.
- Bu doğru değildir, biziz!..
Mızıkçı çocuk kavgası gibi, didişen didişene. Dededen ya da babadan kalan miras için anlaşamayanlar benzeri, gazetelere yansıdı, bu kavgalar.
Ben, şahsen bu sehri 1982'de ikametim bildim, 17 sene önce de kazasında doğmuşum. Şimdiye kadar geçen zaman, matematik hesabı istemez.
300-350 Sene önce zorunlu göç söz konusu. Gidilen yer Mardin. Dağılan iller Trabzon, Antakya, Konya, Anteb, Konya, İstanbul, Ordu,..
Yıllardir, akraba arar, dururuz. Laz'dan, Seğmen'den de akrabayla tanıştık, bu arada.
Sorulduğunda şehrimiz, ortaktır. Ileride birbirini tanımaları için kara üç nesne belirlenmiş: şûva reş, şeva tarî, miya reş...
Kimi kendi diline çevirir, belirtir.
Konuya bu şekilde girdik, gibi.
Bir şehrin sahibi kimdir?
Anlatmaya devam edelim, kimsenin gönlü kırılmasın, ataların ruhu incinmesin.
Bir tartışma açmak değildi, niyeti bu satırları yazanın.
Yine de öğrenmek isteği hasıl oldu, ister istemez.
Bu şehrin sahibi kim?
Resmîyette yöneticiler, şehrin sahibi olduklarını ifade eder, yönetici tayin edildikleri için.
Öbür yanda kimi uygulamayı eleştiren bazı oda başkanları, şehrin sahibi olarak kendilerini işaret edip, yöneticilerin uygulamalarını kabul etmiyor.
Yöneticiler, muhattabına şehir sahibi olmadıklarını ifade ediyor.
Şehir sahibi olduğunu, Resmîyette yönetici olanların bu sahiplik hakkına yetkili olmadığını ifade ediyor, cevaben kimisi.
Ali mi Veli mi?
Hangisi söz sahibi?
Bir bilmece gibi.
Elbette siyasî görüşleri farklı olmanın gündelik yaşantıya aksetmesi olan bu sürtüşme, 'Şehrin sahibi kim?' sorusunu gündeme taşıdı.
Herkesin merak ettiğini sanmayın.
Vatandaş, akşama kadar ne kazandığına bakıyor, ev- iş arasında mekik dokuyor.
Kiracı, bir ayın 45 gün olması hayaliyle yaşıyor.
Asgarî ücretli elektrik, doğalgaz, kira, mutfak ve ulaşım problemini çözmek için ek iş peşinde...
Üniversiteli dört yıllık fakülteden mezuniyet sonrası, alanı dışında çalışmak istemiyor.
İşçi, hakkını söke söke almanın tavrında.
Emekli öğretmen, ek dersi, sınavları bir yana bırakıp emeklilik döneminde maaşının 35, üçte bir oranında azalmasıyla geçimsizlik içinde. Özel ders, dershane gibi ek iş yapmayan, altmışında öğretmen, kara kara düşünüyor.
Temizlik hizmetlisi, etrafın kirletilmesini eğitimsizlikle görgüsüzlüğe bağlıyor.
Ömründe karpuz çekirdeğini toprakla buluşturmayan, saksıda çiçek bile yetiştirmemiş dünün gençleri, ağaç kesimlerine karşı tedbir peşinde. Bir fidan verseniz, ekmesini dahi bilmez eli kalem tutanlar çevreci çevreci...
Bu nasıl bir komedidir, alkışlayacak olanın elleri yok, gülecek olanın dişleri mevcut değil.
Bakkal, markete karşı yenik düşmenin sıkıntısı içinde.
Her AVM, elli-altmış esnafın işyerinin maketini barındırıyor, bazen yüzü aşıyor, bu sayı.
Lokantacılar, AVM'lerdeki satışlardan şikayetçi.
AVM'de kasap olur mu?
Ekmek satılır mı?
AVM, mobilya satış yeri mi?
Sinemacılar bile adrese isyan ediyor.
Ev veya iş yeri sahibi, kiracısından fazla aylık peşinde.
Bankalar, ağa takılan balık misali müşteri toplama telaşında. Bire aldığını üçe vermedikçe kazanmadığını ifade eden karaborsacı vasfında.
Çay evi ya da ocağı sayısı azaldı.
Kıraathane nedir, bilinmez oldu.
Kahvehaneler, cafee karşısında ezik...
Pazarlarda işporta tezgahı açan, yeminsiz satış yapmıyor, gibi.
Akşama kadar belli bir satış olmazsa büyükşehirlerde yaşam zor.
Şener Şen' in Jilet reklamı misali satıcıdan çok var, ayak üstü.
Şehirde analar ekmek kuyruğunda.
Bir şehir düşünün nüfusu iki milyonu geçmiş, büyükşehir olmuş, vatandaşına halk ekmek uygulamasını hayata geçirmemiş olsun.
Kim ne yaparsa öbürü itiraza hazır.
Oda itiraz ediyor.
Resmîyet karşı çıkıyor.
Bazen tam tersi.
Şehirle ilgilenen biri olduk, artık.
Vatandaşa soran kimseler yok.
- Ey vatandaş, ne dersin?
' Dersiniz?' demesinler, resmîyet kokar.
Her iki taraf da 'Hamîli kart yakınımdır.' hükmünde değil.
Kimseler, seslenmemiş, Memiş'e, mışmışın fiyatının ne kadar olduğunu sormamış..
Siyasîler, ne kadar oy almışsa şehri o kadar sahiplenmiştir.
Bir şehrin sahibi olarak zenginler, daima kendilerini görür.
İş adamları yerine kadın faktörüyle iş insanları, kendileri olmadan şehrin harap olacağını ifade eder, durur. Ne kadar fabrika sahibi, işletme sahibi olurlarsa kazandıkları kadar şehrin kalkınacağını belirtir.
Aslında insanların fakirliği yoksulluktan değil, zenginlerin ortadan kaldırılamayan doyumsuzluğundan kaynaklı tarih boyunca.
Fatma Nine'ye, Ahmed Dede'ye sorulsa insanın gözünü bir avuç toprağın doyuracağını söyler de araya bilim insanları, üniversitelerin akademisyenleri, ihale takipçileri girince bu gümbürtüye gider.
Bu hususta şehrin sahibi ya da sahipleri aranıyorsa yaşlılara dedeleri sorulmalı.
Şehrin sahibi ya da sahiplerinin kim olduğunu onlar çok iyi bilir.
Soran olursa biz de cevaplarız da sıra bize gelecek halde değil.
Şehrin sahipleri gittikçe artıyor, gördüğümüz kadarıyla.
Biz, size soralım:
- Şehrinizin sahibi kim?
Büyükler, aksaka?lılar her şeyin sahibi olarak ' Allah' der.
Her şeyin insana emanet olarak verildiğini, malın ve mülkün, zenginliğin, eş ve çocukların aile reislerine emanet olduğunu, emanete ihanetin insanı eşref-i mahlukattan hayvandan daha den'î konuma düşürdüğünü söyler.
Hak, adalet, aş ve iş...
Sonrasında ahlaklı, inançlı olma hali.
Eğitim ve sosyal değerlere sahiplik.
Şehirde kimsenin evi, komşusundan fazla yüksekliğe sahip değildi.
Çok çok iki katlı olurdu.
Şimdi, zengin olanlar şehirde cıtylere, sitelere hapsetmiş, kendisini, gönüllü biçimde.
Bu nasıl şehirlilik, bilinmez!..
Amaç, şehrin diğer insanından kendisini koruma, güvende hissetme hali imiş, açıkça söylenmese de.
Her iki tarafın alışveriş yaptığı yerler farklı: kasap, manav, bakkal, kahve,...
Çocukların okulları, oyun alanları, giyimleri ve kuşamları ayrı.
Şehrin sahipleri kim?
Mutlu azınlık mı huzursuz hale getirilen çoğunluk mu?
Karar, elbette sizin...
Trabzon Sürmene'ye akrabalarımızı görmeye gitsek mi, bu mevsimin zor şartlarında?
Ya Rize?
Haymana, Antakya, Ankara, İstanbul, Gaziantep,...
Şehirler, bilirsiniz dün yaşayanlarındı, bu gün yaşamakta olanların ve yarın yaşayacakların.
Kimsenin horoz dövüşüne girmesine gerek yok, özetle.
Bu ülke de bölge de şehirler de hepimizin.
Bunun kırk senedir kahrını çeken biri olarak, bu tarz çekişmelerin faydasız olduğunu, zarar getirdiğini belirtelim.
Yazıyı bağlayalım, ölçüsünü aşmadan, sabrı taşırmadan
Elbette sözümüz kavga edenleredir.
- Ya hu, bu şehir biraz da benimdir. Tapusu ceddimin mezarlarıdır. Ne diyorsunuz?
Benim tapulu şehrimin içinde hisseniz varsa belgeleyin, sonra konuşun!..
Şehrini sahiplenenlere ve birlik- beraberlik içinde yaşayanlara selam olsun.