DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
M. Sarmış: Mazeretinizden dolayı askerliği sormuyorum.
Ö. Nacar: Sorun, sorun!
M. Sarmış: Ya! Var mı o konuda anlatacaklarınız?
Ö. Nacar: Çook acı bir hatıram var. Yıl 1983… Bir kış günü akşamüzeri aniden evimize bir kaç asker geldi. Dediler; "Sen asker kacağısın, seni götüreceğiz." Dedim; "Yapmayın, etmeyin, ben mazurum, âmâyım, bu sebepten muaf tutuldum." Dediler; "Sen yalan söylüyorsun, muayene olacaksın, doktor karar verecek." O dönemin şartlarında Urfa'daki askeriye gelişmiş değil, beni apar topar Diyarbakır'a götürmeye karar verdiler. Orada askeriyenin iki doktoru baktı. Gözümün gördüğüne hükmettiler. Dediler ki; "Biz böyle bir âmâ görmedik. Yalan söylüyorsun. Senin gözün açık, görüyorsun. Askerden kaçmak için bize numara yapıyorsun. Seni sürüm sürüm süründürürüz." Böyle şeyler söylediler, hakaret ettiler. Nerdeyse döveceklerdi.
M. Sarmış: Hayret edilecek bir durum. Görmediğiniz açıkça belli değil mi?
Ö. Nacar: Aslında şunu da söylemeliyim. Gençliğimde gözüm gerçekten de bozuk bir görünüme sahip değildi. Görmediğim hemen anlaşılmazdı. Neyse… Dedim; "Ben görmüyorum. Yapabileceğimi düşünüyorsanız beni askere alın." İnanmadılar. Dinlemediler. Bin bir hakaretten sonra beni nezarete attılar. O halde bir gece yalnız başıma nezarette kaldım. Ertesi gün başka bir doktorun daha bakmasına karar verdiler. Neyse ki o doktor gözümün bebeğini büyüterek bakınca âmâ olduğumu anladı. Ancak ondan sonra bana muafiyet belgesi verdiler.
M. Sarmış: Urfa'ya nasıl döndünüz?
Ö Nacar: Beni iki askerle beraber Urfa'ya geri gönderdiler. Şunu da söyleyeyim de iyice şaşırın. Askerlerin yol ve yemek ücretlerini de ben ödemek zorunda kaldım. O vakit erlerde para ne arasın?
M. Sarmış: Allah razı olsun. Bu arada aileniz kim bilir ne haldedir?
Ö. Nacar: Haklısınız. Ben tek başıma iki gün öyle evden uzak kalınca çoluk çocuk üzüntüden perişan olmuşlar. Allah'ın imtihanı. Elden ne gelir. Çekeceğimiz varmış. Günümüzde böyle şeyler olmuyor çok şükür. Engellileri aşağılamak şöyle dursun, baş tacı ediyorlar. Meslek sahibi yapıyorlar. Allah devletimize zeval vermesin.
M. Sarmış: Akıl alır gibi değil. Hem de askerlik çağına girdiğiniz zaman değil, ta 38 yaşında.
Ö. Nacar: Ya, öyle oldu işte! Kötü bir macera yaşadık.
M. Sarmış: Şimdi biraz da hoş şeylerden bahsedelim. Evlilik konusuna gelelim. Yenge Hanım akrabanız mı?
Ö. Nacar: Yok, değil.
M. Sarmış: Adı nedir?
Ö. Nacar: Fatma.
M. Sarmış: Hangi yıl evlendiniz?
Ö. Nacar: 25 Ekim 1964.
M. Sarmış: Bravo doğrusu. Gününü de biliyorsunuz. Hepimize ibret olsun. Bizimkiler, yıllardır sordukları halde hatırlamıyoruz diye bize sitem ediyorlar.
Ö. Nacar: Ben hiç unutmuyorum. (Gülüyor, gülüyoruz.)
M. Sarmış: Siz 19 yaşında idiniz. Yenge Hanım?
Ö. Nacar: O da ona yakın bir yaşta idi.
M. Sarmış: Peki, nasıl evlendiniz? Düğün müğün, bir şey oldu mu?
Ö. Nacar: Düğün olmadı.
M. Sarmış: Kaç çocuğunuz var?
Ö. Nacar: Dokuz çocuğumuz oldu. Beş kız, dört erkek.
M. Sarmış: Ben Akif Beyi tanıyorum. Bir de en küçük kızınız Esma Hanımla İsa'dan dolayı akraba olduk. Çocuklarınız hepsi evli galiba.
Ö. Nacar: Çok şükür, hepsi evli.
M. Sarmış: Kaç torun var peki?
Ö. Nacar: 29.
M. Sarmış: Bazılarına sorduğum zaman "Dur sayayım." diyor. Siz hiç beklemeden bir defadan söylediniz. Hiç kendi kendinize sayıyor musunuz?
Ö. Nacar: Yok, zaten biliyorum.
M. Sarmış: Adlarını biliyor musunuz?
Ö. Nacar: Hepsini biliyorum.
M. Sarmış: Çocuklarla, torunlarla ilişkileriniz nasıl?
Ö. Nacar: İyidir. İdare ediyoruz. Bir şey anlatmak istiyorum. Et Balık Kombinasına işe girmiştim. Bir gün ustabaşımız dedi ki; "Hafız Efendi. Yarın çocuklarının nüfus cüzdanlarını getir. Onları okula kaydedelim." Dedim ki "Ben onların hepsinin doğum tarihlerini biliyorum. Gerek yok. Zaten ben onları okula kaydettim."
M. Sarmış: Eskiler çocukları doğunca hemen nüfusa kaydetmezdi. Sonradan toplu olarak kaydederlerdi. Bu yüzden doğum tarihleri çoğunlukla yanlış yazılırdı.
Ö. Nacar: Yok, ben günü gününe kaydederdim. Ben gitmezdim, arkadaşlarımı gönderirdim.