ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
M. Sarmış: Çocukluğunuza geri dönelim. Sizinle beraber hafızlık çalışan arkadaşlardan hatırladığınız kimseler var mı?
Ö. Nacar: Rafi Hafız'ın yanına giderken hatırladığım isimler var: Osman Kıvır, Sait Uyanıkoğlu, Mahmut Bostancı…
M. Sarmış: Yeğenim İsa'nın, damadınızın amcası Mahmut Hafız'ı (Kasap) tanır mıydınız?
Ö. Nacar: He ya! Haşimiye Meydanı'nda Emniyet Oteli'nin altında dükkânı vardı. Pazar Camii'nde beraber okuduk.
M. Sarmış: O zaman hocalar talebelere nasıl davranırdı?
Ö. Nacar: Sert davranırlardı. Bazen döverlerdi. Ali Pabuççu'nun bir değneği vardı. Öyleydi eskiden. Beni dövmediler hiç. Fakat diğerlerini döverken benim de ibret almamı isterlerdi.
M. Sarmış: Hafızlık konusuna devam edelim. Gözleri görenlerin elinde cüz ya da mushaf var; istedikleri zaman yüzüne okuyup ezber yapabilirler. Siz nasıl ezber yapardınız?
Ö. Nacar: Önce şunu belirteyim; Kur'an'ı tam öğrenmeden hafızlığa başladık. İkisi beraber yürüdü. Hocalarımız ya da halfe'lerimiz (kalfa) kelime kelime okur, biz de tekrar ederdik. Sonraları birkaç kelime, birkaç cümle şeklinde devam ettik. Gittikçe daha çok satır, daha uzun bölümler şeklinde ezberledik. Yarım sayfa, derken bir sayfa almaya başladık. Hocamız birkaç kere okurdu, sonra biz ezbere okumaya başlardık. Tamamını ezberlemek bana 11 yaşında nasip oldu. Bitirdiğimiz sene hemen mukabele okumaya başladık. Tam 57 sene mukabele okuduk.
M. Sarmış: Hiç okula gitmediniz ama ilkokul diplomanız var. Ne zaman ve nasıl aldınız?
Ö. Nacar: 1979'da Şerif Özden İlkokulundan aldım.
M. Sarmış: Kamberiye Mahallesinde bizim okulumuzdan. Müdür kimdi zaman?
Ö. Nacar: Münir Altıparmak.
M. Sarmış: İşe girmek için mi diplomaya ihtiyacınız vardı?
Ö. Nacar: Ben zaten o sırada çalışıyordum. Abimin ihtiyacı vardı. O alırken ben de aldım. Beş hafız beraber aldık.
M. Sarmış: Okuma yazma biliyor musunuz? Hani görme engellilerin özel alfabesi var ya!
Ö. Nacar: Yok, hayır, bilmiyoruz. Bize yardımcı oldular. Sonra abimle beraber Diyanet'ten hafızlık belgesi almak için Ankara'ya gittik.
M. Sarmış: İkinizin de gözleri görmüyor; nasıl gittiniz?
Ö. Nacar: Kardeşimin oğlu da bizimle beraber geldi. Orada ikimizi de imtihana aldılar. Kazandık. Belgelerimizi verdiler.
M. Sarmış: Abiniz hafızlığa devam ederken siz Et Balık Kurumunda çalışıyorsunuz. Ne iş yapıyordunuz orada?
Ö. Nacar: Bir çeşit çobanlık yapardım. Hayvanların olduğu bölümde oturur kendi kendime Kur'an okurdum. Bir ara telefon santraline de baktım.
M. Sarmış: Anladım. Görme engellilerin santral işinde çok başarılı olduklarını duymuştum. Hafızaları çok güçlü olduğu için isimleri unutmazlarmış.
Ö. Nacar: Doğrudur. Ben de unutmazdım. Sadece telefonda değil. Tanıştığımız herkesi sesinden tanırdım. Herhangi bir yerde o sesi duysam hemen hatırlardım.
M. Sarmış: Şimdi nasıl?
Ö. Nacar: İhtiyarladık artık. Eskisi kadar değil.
M. Sarmış: Siz Et Balık'ta görevli iken Aziz Hoca da orada çalışıyormuş. Allah rahmet eylesin.
Ö. Nacar: Öyle olsun. İyi hatırlattınız. Biz Aziz hocayla mesai arkadaşıydık. O, camide vaaz ederken ben de Kur'an tilavet ederdim. Bilhassa cuma günleri cami çok kalabalık olurdu. Çok iyi konuşurdu. Sırf onu dinlemek için çok uzaklardan gelenler olurdu. Çok iyi bir insandı. Her sabah Hekimdede Mahallesindeki evinden gelip beni Nimetullah Camii'nin yanındaki evimden alırdı. "Hadi hafız!" deyip koluma girer kombinaya kadar götürürdü.
M. Sarmış: Kaç yıl çalıştınız orada?
Ö. Nacar: 16 sene, 3 ay. 1992 yılında emekli oldum.
(EK: Röportajı yapmış, yazmaya başlamıştım. Bahsini ettiğim zaman iki büyüğüm Ömer Hafızın hafızasının gücüne dair hatıralarını anlattılar. Önemli olduğunu düşündüğüm için araya eklemek istedim:
İlki aynı apartmanda oturduğumuz eski Urfa İl Milli Eğitim Şube Müdürü Müslüm Gürdal'a ait. "Benim Kur'an hocamdır." deyip anlattı:
"İmam Hatip Lisesi, ilk açıldığı Bıçakçı Meydanı'ndaki Eski Urfa evindeydi. O zaman ortaokul 4, lise 3 sınıftı. Daha sonra tersi oldu; yani ortaokul 3, lise 4 yıl oldu. Biz de ortaokul 4. sınıftan mezun olacağız. Henüz Kur'an'ı tecvidiyle, kıraatıyla doğru dürüst okuyamıyoruz. Emin Fidan ismindeki Kur'an hocamız dedi ki "Arkadaş! Beni dövseniz de, bana sövseniz de sizi Kur'an dersinden geçirmem. Ta ki güzel okuyuncaya kadar…" Bizi Kamberiye Mahallesindeki, eski adı Circis Peygamber olan Peygamber Camii'nin Kur'an kursuna kaydettiler. Birçok başka arkadaşla beraber oraya gittik. Tecvit derslerini, o zaman askerden yeni gelmiş olan çok sevdiğim Cahit Hafız'dan (Uyanık) aldık. Kendisi daha sonra Rızvaniye'nin imamlığına getirildi ve oradan emekli oldu. Allah sağlık afiyet versin. Kur'an'ı seri okumayı da Sallanbaş Ömer Hafız'dan öğrendik. Her ikisinden de çok istifade ettik.
Ömer Hafız, biri sağında, biri solunda, biri de karşısında olmak üzere üç kişiyi aynı anda dinlerdi. Herkesin dersi farklı olduğu halde şaşırmazdı. Bir gün üç arkadaş karşına beraber oturduk. 78 numaralı Mehmet Durmaz, 101 numaralı Abdurrahman Yetkin ve ben. Mehmet Durmaz çok mukallit bir arkadaş. Allah ona da sağlık afiyet versin. Dedi ki "Derslerimiz farklı farklı. Gelin üçümüz de yanlış okuyalım; bakalım hoca farkına varacak mı?"
Tamam dedik ve bilerek yanlış okuduk. Ömer Hafız hemen anladı. "Hoop! Üçünüz anlaştınız mı?" dedi. Çok zekiydi. On sene görüşmesek, on senenin sonunda selam versem elini omuzuma vurur "Müslüm merhaba!" derdi. O kadar zekiydi yani. Çok severdim. Sesini de çok severdim. Dinlerdim. Bir keresinde dedi ki: "Ben Arapça dersi alırdım. Hoca bir kere okurdu, ben ardından hemen tekrar ederdim. Abisi Şıhe Hafız da çok iyi bir hafızdı."
Diğer hatıra da emekli öğretmen, eski Kent Konseyi başkanı, sevgili dostum Erkan Sözen. Kendisi Ömer Hafız'la aynı cemaatten. Dedi ki:
"Bir gün Yıldız Meydanı'nın orada "Esat Giyim Mağazasında buluşmuştuk. Beraberce Camikebir Mahallesinde bir eve sohbet için gidecektik. Ben evi tanımıyorum. O "Ben tanıyorum." dedi. Daha önce gitmiş. Yola düştük, sokaklara daldık. Ben görüyorum, o görmüyor, ama o bana rehberlik ediyor. Şu sokak senin bu sokak benim. En son sokakta kapıları saydı, sonra burası dedi. Kapıyı çaldık, doğru yere gelmişiz.")