DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
M. Sarmış: Bu üçünün hayattaki yakın ilişkisi vefatlarında da devam etmiş.
M. Yazıcı: Evet. Hacı Abdullah Amcam vefat ettikten sonra, Arap Hoca zaman zaman öldüğüm zaman beni onun ayak kıltına gömün derdi. Hastalığı sırasında babamla beraber ziyaretine gittiğimiz zaman da şöyle vasiyet etmişti: 'Beni Hac Abdullah Emminin ayağının kıltına defnedin. O kaside söyler, karşılıklı sohbet ederiz, kıyametin nasıl koptuğunu anlamayız.' İsterseniz o son hatırasını da anlatayım.
M. Sarmış: Tabii tabii, çok iyi olur.
M. Yazıcı: Arap Hoca artık çok hastaydı, çok bitkindi. Artık yapacağımız bir şey kalmadı diye hastaneden de eve göndermiştiler. Kamberiye'deki evindeydi. Babamla beraber ziyaretine gitmiştik. Oda kalabalıktı. Hoca hulhu dar bir adamdı. Babam da tam tersine çok genişti. Bir ara babama dedi 'Hoca bana biraz Kur'an oku, ama uzun etme.' Babam sanırım üç ayet okumuştu ki babama fırsat vermeden kendisi 'Sadakallahul azim', yani yeter dedi.
Bir şey daha anlatayım ama gerekirse siz silin hocam. (Gülüyor. Gülüştük.) Yine o gün oğluna dedi ki: 'Abdurrahim, hele bir cigara yakıp ver'. Abdurrahim bir sigara yakıp verdi. Hoca şöyle bir nefes çektikten sonra babama 'Hoca, benlen sen orda da bunu içeceğiz.' dedi. Babam da dedi ki: 'Hocam deyiler ki Cennet'te ateş yok.' Arap Hoca 'O ahmaklar benim Rabbimi anlamamışlar. Azap için ateş yoktur. İhtiyaç için Rabbim her şeyi her yere götürür.' dedi.
M. Sarmış: Benim bunu yazmam lazım. '(Gülüyoruz.)
M. Yazıcı: Sonra dedi ki 'Hoca! Helalleşelim.' Birbirlerine karşılıklı olarak iltifat etmeye başladılar. Babam dedi ki: 'Ben Urfa'ya geldim. Sen kol kanat gerdin. Burada hiç kimseyi bilmezdim. Sahibim oldun. Senin bende hakkın çok hocam. Ben senin neyini helal edeyim? Sen helal et.' O da dedi ki, 'Öyle deme hoca. Biz eskiden (Haşa!)davar gibiydik. Sen bizi 'sadat'la tanıştırdın. Biz adam olduk.' Ondan sonra dedi ki, 'Di hade kalkın gidin.' Sonra 'Hoca! Uzağa getme!' dedi. 'Yakındır. Bögün, yarın...' Babam 'Yoksa korkuyor musun?' diye takılınca 'Yoh lo!' dedi. 'Ben sevgiliye gidiyem. Resulullah'a gidiyem. Sadat'a gidiyem. Neden korhum lo! Beni sen yıha. Kabre de sen endir. Uzağa getme.'
Biz kendisini Cuma sabahı ziyaret etmiştik. Eve dönünce her cuma olduğu gibi babam sünnete mutabaat için guslederdi. O daha banyoda iken Abdurrahim Abi aradı. 'Babana söyle, babam ila rahmetillah vefat etti.' dedi.
Onlar bir araya geldikleri zaman ilim konuşuyordular, Sahabenin hayatını konuşuyordular. Peygamber Efendimizi konuşuyordular. Onların ne çekleri vardı, ne senetleri vardı, ne ticaretleri vardı. Bütün sohbetleri bunlar üzerineydi. Molla Abdullah Kırıkçı Amcamın yanında 'Ruhu'l-Beyan Tefsirini okuyordular. Babam okuyordu. Hepsi alim olduğu için tercüme etmeye gerek yoktu. Sadece Farsça ibareler geçtiğinde babam tercüme ediyordu. 'Hadikatü'l- Evliya' (Evliyaların Bahçesi) diye bir kitapları vardı. Oradan da evliyanın hayatını okuyordular. Her gün birinin. Geçen gün Abdullah Kırıkçı Hocanın oğlu Halil Amcaya sordum; 'O kitap bende duruyor.' dedi.
M. Sarmış: Mezar konusuna dönecek olursak.
M. Yazıcı: Evet, Arap Hoca vefat edince, vasiyeti gereği Hacı Abdullah Kırıkçı'nın ayağı kıltına defnedildi. Aradan bir zaman geçtikten sonra bir gün, sanıyorum bir cenazeye iştirak ettikten sonra dönerken, ben, babam ve o sırada belediyede park bahçeler bölümüne bakan, dolayısıyla mezarlıklardan da sorumlu olan Hacı Abdullah Kırıkçı'nın torunu Mahmut. Mahmut Kırıkçı ile yaşıtız, çocukluktan beri arkadaşız. Gelmişken onların kabirlerini de ziyaret edelim dedik. Fatihalarımızı okuduk. Babam biraz Kur'an okudu. Sonra bastonu ile Arap Hocanın yan tarafındaki boşluğa bir çizgi çekti. 'Mahmut! Beni de buraya gömersiniz.' dedi. 'Hacı Emmi kaside söyler. Biz de hocamla muhabbet ederiz. Kıyametin nasıl koptuğunu görmeyiz.' Başka bir zaman tekrar gittiğimizde Hacı Halil Kırıkçı da yanımızdaydı. Babam yine aynı şeyi söyleyince Halil Amca, 'Oraya ben göz dikmiştim' dedi. Babam da 'Anlaşalım ağam o zaman. Kim önce ölürse onun olsun.' dedi. Babam öldü biz de dediği yere defnettik. Halil Amca yaşıyor hala. Allah hayırlı ömürler versin.
(Mehmet Beyin aklına Derviş Hocanın arkadaşları konusu gelince oraya döndü.)
Babamın Urfa'daki yakın dostlarından biri de Sabri Hocaydı. Sabri Yazar. Onunla da çok muhabbeti vardı. Molla Sait Tekin Hocamla da iyi bir dostluğu vardı. Onunla ilgili bir hatırasını anlatayım. Bir vaazında babam ağalara dokundurmuştu. Onlar da bundan rahatsız olmuştular. Sait Hocaya 'Biz onu döveceğiz' demişler. Sait Hoca da başından sarığını çıkarıp 'Hadi bakalım, hocalık bitti. Birbirimize girelim. Hocalarla ağalar… Siz hocaya eğer bir tek şey yaparsanız, bilin ki biz hepimiz sizin karşınızda oluruz. Bunu babam da duymuş ve Sait Hocanın bu tavrından çok duygulanmıştı. Ayrıca babamın dostlarından Yahya Pakiş Hoca vardı. Menzil'in, Şeyh Mehemed Reşat'ın halifesidir. Türkçesi çok zayıftı. Bazen ona 'Bizi davet et' diye takılıyorlardı. Ailesi çok kalabalıktı, maddi durumu da zayıftı. 'Eğer eve gelirseniz, her şey var, başım gözüm üstüne. Fakat dışarı derseniz 'pere' yok' diyordu.
Babamın arkadaşları arasında ayrıca Zeki Hafız (Dayı), Yaşar Hafız (Şekerci), Halil Hafız (Uzungöl), Kürt Ömer Hafız (Altun), Şevki Hafız (Altıngöz), Kurra Mehmet Ali Hocayı (Bayar) , Halil Hoca (Uzungöl), Yaşar Hafız (Şekerci), Hacı Rafi Hoca (Görgün) sayabilirim. Her biri ile sıcak bir dostluğu ve hatıraları vardır.
Babamın hocalar dışında da dostu çoktu. Özellikle garip gurabadan çok tanıdığı vardı.
Yeri gelmişken söyleyeyim. Babamın sürekli baktığı on bir yetim aile vardı. Birinin yetimi büyüyüp de yetimlikten çıkarsa yerine yetimleri olan başka muhtaç bir aileye hamilik yapardı. Hem maddi, hem manevi. Gücü yetiyorsa kendisi, yetmiyorsa, etrafındaki dostlarına söylüyordu. 'Şuraya bir ton odun al. Şunun bu seneki kirasını öde.' gibi. Yıllar içinde onlarca aile demektir. Birçoğuna ev yaptı. Haleplibahçe'deki bir evin inşaatında bizzat çalışıyormuş. Üstü başı toz toprak içinde eve dönüyordu. Bir gün sebebini sorunca 'Oğlum biz millete sevaptır, diyoruz, bize de sevap lazım değil mi?' dedi. Çok alçakgönüllü idi.