ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

M. Sarmış: Peki, başka bir konuya geçelim. Daha önceki telefon konuşmamızda bana söylemiştiniz. Babanız Urfa'nın en meşhur hattatı Behçet Arabî ile de tanışıyormuş. Yakubiye'deki evinizde onun yazıları varmış.

M. Yazıcı: Kasap Taşı'ndaki Elif Sitesine 1994'te taşındık. O zamana kadar Yakup Kalfa İlkokulunun öncesindeki Talimhane Sokağında oturduk. Babam Urfa'ya geldikten sonra bir iki yıl kiracı oturmuş. Dergah'ın yakınlarında Şemsettin Aksoy'un evinde. O da hocaymış. O zamanlar Yakubiye tarafı imara açılmış, parsel parsel satılıyormuş. Babam da bir parsel almış ve üzerine bir ev yaptırmış. 1964 yılında. Demek geldikten iki yıl sonra.

M. Sarmış: O zaman Behçet Arabi ile tanışıyorlarmış. Tanışıklıkları nasıl olmuş, bir bilginiz var mı?

M. Yazıcı: Sanıyorum Arap Hoca vasıtasıyla tanışmışlar. Behçet Arabî'nin Buluntu Hocaya karşı büyük bir muhabbeti varmış. Malum, Arap Hoca da Buluntu Hocanın talebesi. Oradan birbirlerini tanıyorlar. Babam da Arap Hoca'nın yanında Behçet Arabî ile tanışmış. Zaman zaman görüşüyorlarmış, biri hoca, biri hattat olunca çeşitli yerlerde birbirlerine çok denk geliyorlarmış. Babam bu evi alıp yaptırınca, Behçet Arabî ona demiş ki; 'Hoca benim sana ev hediyesi alacak param yok. Fakat ben hediye olarak gelip senin evine yazı yazacağım.' Malum Behçet Arabî'nin maddi durumu çok zayıfmış. O evin karşılıklı iki odası vardı, o kapıların üstüne yazmış.

Birinin üstüne Kehf Suresi 39. Ayeti yazmış: 'Bağına girdiğinde 'Maşaallah! Kuvvet yalnız Allah'ındır' deseydin ya!' Altına da 'İlahî fazlı lütfunla kerem babın küşad eyle/Bu hane sahibin ya Rab iki alemde şad eyle' beytini yazmış.

M. Sarmış: Kimin bu beyit? Ben bilemedim.

M. Yazıcı: Ben de bilmiyorum.
(Sonradan internette aradığım halde bulamadım. M. S)

Diğer odanın kapısının üzerine ise 'De ki: 'Ancak Allah'ın lütuf ve rahmetiyle, yalnız bunlarla sevinsinler. Bu, onların toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.' ayet-i kerimesini (Yunus Suresi, 58) yazmış. Hani babam ev yapmış ya, ona mesaj veriyor galiba. (Gülüyor) Bu ayetin altına da Leyla Hanımın meşhur 'Bakma yüzümün karesine rûz-i cezada/Bağışla beni Ahmed-i Muhtar'e İlahî' beytini yazmış.

O ev de o kapıların üzerindeki yazılar da duruyor hala. Behçet Arabi'nin babama hediye ettiği birkaç orijinal tablosu da var. Bazılarını kız kardeşlerim aldı benden. Bir de babamın isteği ile yazdığı İmam Şafii'ye ait bir şiir var.

M. Sarmış: Evet, onları da daha önce söylemiştiniz. Bir de yine bana telefonda anlattığınız Behçet ArabÎ ile ilgili bir husus vardı. Allah ismini yazmasına dair. Çok etkilenmiştim. Onu da anlatsanız.

M. Yazıcı: Ben Behçet Arabî'yi hiç görmedim, gördüysem bile hatırlamıyorum. Babam öyle diyordu. Bahçet Arabî, ayetin içerisinde veya ayrı olarak her lafzatullahı (Allah adını) yazdığı zaman, şöyle bir geriye çekilir, yazdığı 'Allah' adına bakar ve şöyle dermiş: 'Ya Rabbi! Senin adını bu kadar güzel yazan bir eli cehennemde yakmazsın değil mi?'

M. Sarmış: Çok etkileyici gerçekten. Şimdi gelelim babanızın arkadaşlarına… Etrafı çok geniş, tanıdığı çoktur, ama ben burada özellikle Urfa'da kendisi gibi alim, hoca, şeyh olanları soruyorum.

M. Yazıcı: Dediğiniz gibi çevresi çok genişti. Ben aklıma gelen en önemlilerini söyleyeyim. Babamın geldiği dönemde Müftü Eyyüp Sabri Bey (Eyyüp Sabri Kundakçıoğlu, 1887-1966) var. Daha önce Akziyaret'in nahiye müdürü imiş. O sıralarda oldukça yaşlıymış. Çok hikmetli konuşurmuş. Babam ondan çok sık bahsederdi. Aklıma gelen bir hatırasını nakledeyim:

Müftü Bey, her hafta hocalarla toplantı yapar, toplantıdan sonra o haftanın hutbe konusu ne olsun diye sorarmış. Bir keresinde yine sorunca, el kaldıran bir hoca, 'Büyüklere saygı, küçüklere sevgi olsun.' demiş. Müftü Bey, dönüp babama 'Doğru mu dedi?' diye sormuş; babam da 'Hayır efendim, doğrusu; küçüklere sevgi, büyüklere saygı olmalı.' demiş. Diğer hoca 'Ben ne söyledim?' diye itiraz edince de Müftü Bey, 'Evladım! Sen küçüğü sevmezsen o sana saygı göstermez. Önce sevgiden başlamak lazım.' demiş.

Babamın sonraki Müftü Halil Gönenç Hocamla da araları çok iyi idi. Başta biraz söz etmiştim. Şu anda İstanbul'da yaşıyor. Yaşı 92-93 olmalı. İstanbul'a her gittiğim zaman uğrarım. Babamdan çok sitayişle bahseder. 'Unutamadığım dostlarımdandır.' der. Urfa'dan ayrıldıktan sonra ziyarete geldiği zaman babama misafir olurdu. Babamın vefatından sonra da, ona olan vefasından dolayı yine bize gelirdi.

Babamın çok iyi dostlarından biri de Hacı Hamit Hocadır. Onlarla ailecek tanışır, sık görüşürdük. Tatlıyı çok severdi. O eski Halep bardakları vardı. Önce şekeri doldurur sonra çayı dökerdi. Gelini Bedia Abla çayını doldurur, karıştırıp verirdi. Bazen bilerek iki şekeri eksik koyardı. Molla Hamit Hoca, bir yudum aldıktan sonra, ağzını buruşturur, 'bu acı olmuş, şekeri az' derdi.

Evlerimiz yakın sayılırdı. Biz Yakubiye'de, onlar Büyük Yolda. Sık sık giderdik. Annemle onun eşi Hacı Besime Teyze arkadaştı. Annem onun çok sevdiğini bildiği için giderken sütlaç yapıp götürürdü. Bir gün yine akşam karanlığında Haleplibahçe'den geçip gidiyoruz. İçi sütlaç dolu cam kaseyi ben taşıyordum. Taşa takılıp düştüm, kase kırıldı, sütlaç da döküldü. Gidince Molla Hamit Hoca, 'Hani sütlaç yok mu?' diye sordu. Annem durumu izah edip yere döküldüğünü söyleyince de 'Hiç üstünden de toplayamadınız mı?' dedi.

Babamın en yakın, en samimi dostu Arap Hoca idi. Daha önce de dediğim gibi babam her Cuma günü Yusuf Paşa Camiinde vaaz eder, çıktıktan sonra Kıbrıs Tekkesine giderdi. Ben de giderdim. İkindiden sonra da beraberce Abdullah Kırıkçı'ya giderdik.