Rüzgarın uğultusuyla kulaklarım dolarken, adımlarımı daha hızlı ve seri atmam gerektiğini yüreğimden gelen bir hisle anladım. Hep ertelenen, yaklaştıkça uzaklaştığımı anladığım bu hayat macerasında, sevdanın ayak izlerinin, bana ne kadar erişilmez olduğunu anlamak için fazla çaba harcamaya gerek kalmıyordu.

Gidiyordum; ama arkamda bir günün yorgunluğunu bırakarak, yenilmişliği ve tükenmişliği..! Nereden geldiğimin hiç farkında olmadan, bilinçsiz bir baş kaymasıyla pencerelerden uzaklara bakan bir çift zümrüt renkli çeşm, hayatımın nasıl boş geçtiğini, anlamsız koşuşturmacaların beni hep derinliklerden uzaklaştırdığını, mana aleminden maddeye yönelttiğini her cihetiyle olmasa bile anladım, anladım ama yalnız ömrümün sensizlikle dolu olmasının ağırlığı altında ezilmekten kurtulamadım.

Yürüyordum soğuk bir akşamın başlangıcında, herkesin ve her şeyin bir yerlere yöneldiği bu zamanlarda… Benimde içinde bulunduğum bu yönelişte, bu gidişin bir parçası olmanın buruk, mağrur heyecanıyla kendimi mahzun bir ruh haliyle mutlu olmaya mı zorluyordum acaba? Bu çelişkiler yumağında sana gelmek, seninle olmak, senden merhamet dilemek isterdim yaşamın bu anlamsız, umarsız geçtiği bu zamanda. Hayatımın var oluş gayesi haline getirdiğim bu anlara boğulma seanslarını hep erteledim durdum.

Çok zaman havada asılı duran bir dua gibi, yeniledim hep tekrarladım bu kısır döngü ruh çarpıntılarımı. Unutmayı dene diyen o nasihat erinin elinde bir oyuncaktı sanki hayatım.

Bir kurulu saat gibi kendini tüketerek sonunu hazırlıyordu ilmeğini çekmeye hazır bir idamlık gibi. Hayatın tam merkezinde olduğumu, bu cümlelerin bir öznesi olduğumu unutturuyordu bana her nefes alış verişimle.

Hayatımın bana ait olduğunu söyleyen ve bunu tasarrufetme yetisinin de bende olduğunu söyleyen bir arsız nefs-i emmareyle, nasihat erinin ruhumu okşayan davudi sesiyle hep öteleri arzuladım. Anları yaşamayı hep erteledim, sevdaları doya daya yüreğimde yaşayamadan boşandım bu dünyanın en civan zamanlarından.

Yetişmek isterken sana, atını hızlıca güneşler ülkesine süren bir süvarinin terkisinde bakakaldım. Ve geç kaldım ey aşk hep sana. Bir delikanlı nasıl avucundan beyaz bir güvercini uçurup bırakıyorsa, ben de senin özgürlük dediğin benim ise tutuklu kaldığım mavi gözlerine. Ey aşk..! Seni Arakanlı bir mültecinin gözlerinde bulacağım diyerek hep sevmeyi erteledim başka zamanlara…!

Zaman artık çok geç herhalde; çünkü şu an mülteci gözlerinden akan kan kırmızısı gözyaşlarına soyut cümlelerle yazıyorum. Tarifi mümkün olmayan vicdan azaplarıyla yakılan bir dehlize attı beni rüzigar. Darmadağınık bir halde sana tebessüm etmeye çalışan bu fersiz gözlerim, senden af diliyor şimdi Aylan bebek. Sana uğur ola ey zulmün efendisi, hoşgörü abidesi(!) turuncu kıyafetli yarı çıplak yamyam Budist Rahip. Zümrüt mavisi bir çift gözü arzuluyorsa eğer, senden umudumu kesmemişim ey Aşk.

Şimdi sevme vakti.

Güzel haftalar dileğimle umut ve sevgiyle kalın.

Hoşçakalın.