YEDİNCİ BÖLÜM
M. Sarmış: Günümüzde de örnekleri var, ama o dönem daha çok: Hafızlar aynı zamanda mevlithan. Babanız da öyle. Aynı zamanda müzisyen. Hepsi beraber mi başlıyor?
H. Altıngöz: Urfa'daki müzik alanındaki kaynak kişilerin kahir ekseriyeti hafızlar, hocalardır. Yani bize gelen türkülerin, çiftelerin kaynak kişileri…
M. Sarmış: Çifte demek, ilahi demek mi?
H. Altıngöz: Evet, Urfa'da o anlama geliyor. Uzun hava, gazel gibi solo, yani tek okunan ritimsiz olanlarına "tek" denir. Bir de koral, yani toplu okunan kıvrak, coşkulu ve ritme dayalı ezgiler vardır; onlara da çifte denir. Tek kişi de okuyabilir, ama o zaman tek okumak yaygın değil. Çiftede asıl önemli olan nağmeden çok güftedir. Sözü anlatmaktır önemli olan. Mesela bizim geleneğimizde bir gazel farklı makamlarda okunabilir. Uşşakta okunur, navruzda okunur, hicazda okunur, Kürdi'de okunur. Bu, bize, yani Urfa'ya hastır. Başka bir yere gittiğiniz zaman bir gazelin hangi makamda okunacağı bellidir. Bizde öyle değildir. Bakarsınız gazelhan Nabi'nin "Sakın terk-i edepten" diye başlayan meşhur gazelini bugün uşşaktan okudu, yarın başka bir gün hicazdan okuyabilir. Gazelhanın tercihine bağlıdır. Bazen de bulunduğu meclisteki talebe göre okur. Mesela meclis hicaz faslındadır veya meclistekiler "bize bir hicaz oku" derler, hicaz okur. Yani bize "Sakın terk-i edepten" gazelini oku denilmez, bize bir hicaz veya Kürdi veya başka bir makamdan oku derler. Gazelhan da aynı gazeli o makamdan okur. Yani gazelde makam öndedir, makam önemlidir. Çiftede ise makam değil, anlatılmak istenen söz, yani güfte, yani mesaj önemlidir.
Neyse… Genç hafızlar ve hocalar, bu kaynak kişilerle oturup kalkarken hafızlığın yanı sıra mevlithanlığı da, dini musikiyi de, diğer müziği de meşk ediyorlar. Kur'an okuyor, mevlit okuyor, çifte okuyor, aynı zamanda şarkı türkü de söylüyorlar. Babam da öyle…
M. Sarmış: Herhangi bir müzik aleti çalar mıydı?
H. Altıngöz: Yok, çalmazdı.
M. Sarmış: Def de mi yok?
H. Altıngöz: Def de yok.
M. Sarmış: O isimler arasında kimler var?
H. Altıngöz: Eskici Dede Osman (Aydın), babamın en yakın dostlarından biridir. Büyük bir gazelhandır. Şıh İbrahim de öyle. Babam bir süre bu ikisi ile ekip olarak mevlit okudu. Yine Halil Hafız (Uzungöl) ve onun kardeşi Ahmet Uzungöl, Saatçi Yusuf Amca, Akif Hoca (Baybostancı). Daha birçok isim. Babam sık sık bunlarla bir araya gelir, ilahi, mevlit ve musiki meşklerinde bulunurdu. Çoğuna ben de hizmet ettim.
M. Sarmış: Evinize mi geliyorlardı?
H. Altıngöz: Evimize de gelirlerdi, başka yerlerde de buluşurlardı. Ben de hizmet için oralara giderdim.
M. Sarmış: Arada sormuş olayım, sık sık bahsi geçen Gayberiler'in Tetirbesi'ndeki o eviniz duruyor mu hâlâ?
H. Altıngöz: Duruyor. Bir değil iki hayatlı ev. Birisini restore ettik. Bir gün inşallah sizi de davet eder, beraber gezeriz.
M. Sarmış: İnşallah! Babanız arkadaşları ile sıra mı geziyor?
H. Altıngöz: Tabii, sıra da gezerlerdi. Mesela mahalle arkadaşlarından bir sıra grubu vardı. Biraz kabadayıvari bir grup. Onlarla dağa, mağaraya, giderdi. Çok yatıya kalmazdı. Gider, geri gelirdi. Evde yatmak isterdi. Alışkanlığını bozmak istemezdi.
Başka bir ekip hafızlardan oluşurdu. Yaşar Hafız, merhum Hac Mehemed Dönmez Hafız, Cahit Hafız, Sallanbaş Ömer Hafız, Kürt Ömer Hafız, isimlerini hatırlayabildiklerim…
Dabakhane'nin sağ köşesinde merdivenle çıkılan bir yer vardı. Allah rahmet eylesin Yaşar Hafız (Şekerci) oranın imamı idi. Oradaki sıralarına ben de giderdim. Hem Urfa usulü çiğköfte, tatlı yer, içer, hem de meşk ederlerdi. Gazel, ilahi, çifte…
Fakat özellikle altını çizmek isterim, babam kesinlikle para kabul etmezdi. Öbürleri kabul etse bile kendisi almazdı. Sade mevlitten değil, mukabeleden de almazdı. Israrcı olanlara birkaç defa çok sert tepki de göstermişti. İhtiyacı da yoktu zaten.
M. Sarmış: Yani maddi durumu iyi idi. Peki kazzazlık öyle çok kazandıran bir iş midir?
H. Altıngöz: İşi iyiydi. Babam çok iyi bir tüccardı. Hem kazzazlıkta hem daha sonraki işlerinde. Müthiş bir tezgâhtardı. Derlerdi ki "Hafızın çırnağına giren müşteri bir daha çıkmaz." Bir müşteri onunla konuştu mu, bitti. Döner dolaşır, yine gelirdi. Öyle ikna ederdi yani. Ben son zamanlarına yetiştim. Artık kazzazlık ürünleri yerlerini Suriye'den kaçak yollardan getirilen abaydı, neçekti, vesair hazır satılan ürünlere bırakmaya başlamıştı. Halep'te Ulu Cami'nin arkasında bizim Kazaz Pazarına benzeyen kapalı bir çarşı vardı, bir bedesten. Savaş dolayısıyla kaldı mı, bilmiyorum. Ben de gördüm. Bizimkine çok benzerdi, ama belki on misli büyüktü. Derlerdi o zaman, orada Corc varmış, Ebu Hasan varmış filan diye. Oradan kaçak yollarla gelirdi satılacak mallar. Babam daha sonra bir iki husustan dolayı rahatsız oldu; kazzazlığı bırakıp oto galericiliğine başladı. Yerini de bana devretti.
M. Sarmış: Galericilik dışında da işler yapmış?
H. Altıngöz: Evet. Alım satımda epey çalıştıktan sonra manifaturacılık yaptı. "Çukur Han" dediğimiz Hacı Kamil Hanı'nda. Bedesten tarafından girince sol köşedeki dükkân. Ondan sonra da Kazzaz Pazarındaki ilk dükkânda kuyumculuk yaptı.
M. Sarmış: Kuyumculuk yapmak için iyi bir sermaye gerekiyor herhalde…
H. Altıngöz: Evet evet, iyiydi durumu.
M. Sarmış: Şimdi biraz evliliğinden bahsedelim. Bu arada askerliği nerede yaptı?
H. Altıngöz: 1961 yılında İstanbul Haydar Paşa'da Göğüs Hastanesinde yapmış. Bundan dolayı o işlerden anlardı. Röntgen filmlerine bakar bakmaz hastalığın ne olduğunu bilirdi. Albay rütbesindeki komutanı kendisini çok sevmiş, onun sağ kolu gibiymiş.
M. Sarmış: O da sizin gibi müzikle meşgul olduğu için mi? Hani o dönemde hafızlık, mevlithanlık zordur ama, hiç olmazsa müzik olabilir.
H. Altıngöz: Yok babam, babam hafız olduğunu son güne kadar gizlemiş. Hatta onun hovarda olduğunu düşünürlermiş. Babam çok farklı bir hafız profili çizerdi. Bilmiyorum, tanıştınız mı?
M. Sarmış: Yok, uzaktan duyardım, ama tanışmak nasip olmadı.
H. Altıngöz: Kaşları, saçları gür, sakalı yok, bıyığını da makine ile tıraş ederdi. Oldukça yakışıklıydı. Giyime kuşama da çok meraklıydı. Hani ne derler, "efevari" bir havası vardı. Görenler "Bu mu hafız?" derlerdi. Biraz celalli bir adamdı.
Askerlikte kalmıştık. Orada iken maddi açıdan epey sıkıntı yaşamış. Hatta, gitme, askerde kal demişler, ama kabul etmemiş. Son gün hafız olduğunu söylemiş. Komutan "Bugüne kadar nasıl benden gizledin Memet?" demiş. Neyse askerliğinin tamamını orada yapıp dönmüş. O sıra nişanlı imiş, gelmeden 15-20 gün önce nişanlısı ölmüş. Daha sonra annemle nişanlanmış. Yine Kazzaz Pazarı'nda çalışıyor. Fakat maddi sıkıntı devam ediyor. Evlenmek öyle kolay değil. Annemin adı Zeliha. Vaveyli Mahmud'un kızı. Dedem, yani annemin babası, zorluk çıkarmamış, hiçbir şey istemeden "Oğlum gidin yuvanızı kurun." demiş. O şartlarda evlenmişler. Yıl 1964. Babam anlatırdı; felaket bir yokluk… Eyyübiye'de Hüsrüm'gilde avlulu bir evin içerisinde bir oda kiralamışlar. Karyolayı birisi vermiş, yatağı birisi vermiş, birkaç parça kap kacak, pencereye perde yerine çul… Urfalıların deyimiyle "İnnallahe meassabirin." ("Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara, 153) Öyle bir evlilik…
M. Sarmış: O sırada kazazlık yapıyor ama herhalde henüz çok yeni olduğu için işleri yoluna koymamış.
H. Altıngöz: Evet. Evlendikten sonra toparlamaya başlamış. Bir yıl sonra Şıh Hüveydi'gilin evine taşınmışlar. Orada ben doğmuşum. Derdi ki "Seninle beraber işler rayına girdi. Her doğan çocukla beraber rızkımız genişledi." Mesela 1972'de Gayberi Tetirbesin'deki büyük evi almış. Hem de o yıl hacca gitmiş diye biliyorum.