Onun aşkı tanımsızdı aslında, karmakarışık bir bilmeceydi. Her şiirde bir kadın ismi, farklı bir tat, farklı bir dokunuş, farklı gözler vardı. Aşk ne Nazım'ın Piraye'si, ne Vera'sı, ne Azize'si, ne de Sabiha'sıydı; aşk Nazım'ın yüreğindeydi ve Nazım peşinden koştu tüm şiirlerinde aşkın. Belki tek bir kadını sevdi; ama gönül kafesinde hiçbir zaman kanadı kırık kuşlar bırakmadı. Nazım sevdalı bir kafes aradı gönlüne her daim.
Nazım Hikmet tanımsız aşkların yolcusuydu kayıp yüreğinde. Aslında tek bir kadını sevdi Nazım ve hep onda kaldı. Belki adını dahi duymadığımız şiirlerinin en saklı dizelerinde, belki en anlamlı imgede sakladı sevdiğini kendince. Yanık baharı anlatır gibi anlattı onu bize, kimi anladı kimi ise tek cümlelik aşkı çıkardı en uzun şiirlerin arasından. Belki ilk aşkında tutuklu kaldı. Ne diyordu onun için: ''Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki…'' belki Sabiha'nın gözlerinde kayboldu, belki geriye kalan tüm kadınlarda onu aradı.
Sabiha'yı çok çabuk unuttu ya da kaybetti Nazım; çünkü on yedi yaşı Azize Hanım oldu, ona ise şöyle sesleniyordu şiirinin son dizesinde: 'Azize! Gözleri nurdan azize.'' Hangi gözlerdi bunlar, kimlerin gözleri, ismin ne önemi vardı aslında. Bu dizeler yürekten mi döküldü yoksa aşkla ilk gözlerinin değdiği gözlerde mi takılı kaldı.
Hangi unutulmayan kadının ardından yazıldı? Ve şiir öyle her kadına yazılmazdı; çünkü her kadın bir adamı şair yapmaz ve hiçbir adam da her kadına şair olmaz. Aşk farklıydı Nazım Hikmet için, ya çok şey bekledi sevdiklerinden, ya da hep aradı aşkı; ama hiç bulamadı. Belki bundandır her şiire konu olanların farklılığı. Sadece isimler farklıydı. Çünkü o şiirlerin sahibi tek bir kadındı belki de, adını hiçbir dizede bile duymadığımız bir kadın.
Evet, sevdi Nazım Hikmet, çok sevdi; ama aşk ayrı bir şeydi. Aşkı o tek bir kadının gözbebeğinde bıraktı, duygularını farklı isimlerle fakat tek bir kişi için aldı kaleme. O tüm dizelerde, belki Vera'nın, belki Piraye'nin, belki Azize'nin ya da Münnever'in gözbebeklerini aradı. Ama tüm sevda yüklü yüreklerde kendi adını bıraktı, yazık etti güzel gözlü minnacık kadınlara. Nüzhet Hanım'ın sevdiği adama yazdığı şiirde de dediği gibi ''O mavi gözlü bir devdi / Minnacık bir kadını sevdi/ Kadının hayali minnacık bir evdi / Bahçesinde ebruli hanımeli açan bir ev… Nüzhet hanım 'bir dev gibi seviyordu dev' diyordu Nazım Hikmet için.
Nazım Hikmet karısı Piraye'ye şöyle yazıyordu mektuplarının birinde: 'Seni nasıl seviyorum biliyor musun? Ot yağmuru nasıl severse, ayna ışığı nasıl severse, balık suyu, ve insan ekmeği nasıl severse, sarhoşun şarabı, şarabın billur kadehi sevdiği gibi…'' Yine o mektupların birinde; ''Çıkarsam ve sana kavuşursam, bu öyle dayanılmaz bir saadet olacak ki gebereceğim diye korkuyorum.'' diyordu.
Oysa öyle olmadı kavuştular ve ne oldu ise oldu ayrıldılar. Adını kol saatinin kayışına tırnağıyla kazıdığı, sevdiği kadına 518 mektup yazar Nazım Hikmet... Daha sonra hayatına birçok kadın girer ama en güzel şiirlerini Piraye'ye yazmıştır Nazım.
En son doktoru Nazım'a: ''Aşksız on yıl yaşarsın, aşık olursan 3 yıl.'' demişti. Öyle de oldu kendinden 30 yaş küçük sarışın genç bir kıza aşık olur ve artık tüm şiirlerini Vera için yazar…. Daha birçok kadın, birçok isim iyi ki geçtiler Nazım'ın yüreğinden. Nazım Hikmet iyi ki bir aşkın peşinden koştu, tek bir aşkın çünkü Nazım Hikmet tek bir kadını sevdi. Adı gizli, adı koca şairin sevgi dolu yüreğinde gizli… Nazım aşka, aşık değildi, Nazım Hikmet tek bir kadına aşıktı diğerleri hep bir arayış, hep bir çırpınıştı belki de.
Nazım Hikmet bekleyişini şu dizelerde vurur dışa;
'Günler git gide kısalıyor
Yağmurlar başlamak üzere
Kapım ardına kadar açık bekledi seni
Niye böyle geç kaldın?''
3 Haziran 1963 günü büyük şair ardından muhteşem şiirlerini bırakarak bu dünyadan ayrıldı.
Pasaportunun içinde el yazısıyla yazılmış şu şiir çıktı;
'Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gülsene dedi bana
Ölsene dedi bana
Geldim
Kaldım
Güldüm
Öldüm'