ALTINCI BÖLÜM
M. Sarmış: Harran'a Hıristiyanlık girmiş ama çok etkili olmamış.
M. Önal: Evet. Kilise var ama Hıristiyan pek yok. Egeria, ayin yaptık ama halktan pek katılan olmadı diyor. Harran paganizmi İslami döneme kadar sürmüş. Emeviler 8 bin kişilik cami yaptıklarına göre yoğun bir Müslüman nüfus da var. Hıristiyanlık belki üçüncü sırada gelir. Yahudilik de dördüncü.
M. Sarmış: Harran Abbasilerden sonra birçok el değiştirmiş. Nümeyriler, Selçuklular, Zengiler, Eyyubiler…
M. Önal: Şöyle satırbaşları verelim. İmadettin Zengi Harran'ı aldıktan sonra burayı üs edinerek Urfa'yı ve Fırat'ın doğusundaki Haçlı topraklarını alıyor.
Eyyubiler zamanında Harran çok önem kazanıyor. En parlak devirlerinden birini yaşıyor. Şehirde imar faaliyetleri hızlanıyor, ziraat, ticaret, ilim hayatı gelişiyor. Sultan Selahaddin üç kışını burada geçiriyor. Bir kış hastalanınca kendisini Harranlı tıp âlimleri tedavi ediyor. Hayat-ı Harrani'yi ziyaret edip duasını istediğini de az önce söylemiştik. 1192 yılında Ulu Cami ve şehir surları onarılıyor.
M. Sarmış: Ve Moğollar… Harran'ın Harranlık'tan çıkması…
M. Önal: Cengiz'in torunu Hülagu'nun komutanı Abaka Han… Geliyor, yakıp yıkıyor. Yakaladığı Harranlıları de esir edip Mardin ve Musul'a sürüyor. Halkın bir kısmı ise Dımaşk (Şam) ve Halep'e kaçıyor. Şehir boşalıyor. Metruk kalan şehir de zamanla harabeye dönüyor. Bunda deprem, yangın, rüzgar gibi doğal sebeplerin yanı sıra çevredeki göçebe insanların da etkisi var. Böylece dünyanın en önemli şehirlerinden biri kısa zamanda bir köy haline geliyor, önemini yitiriyor. 1400'de Timur'un Harran'a girdiğini görüyoruz, ama kalmıyor. Bölge Memlukların eline geçiyor. Sonra Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Memluklar arasında sürekli el değiştiriyor. Nihayet Yavuz Selim'in 1516'da Mercidabık Savaşı'nda Memlukları yenmesinden sonra Osmanlıların eline geçiyor. 1518 tarihli tapu tahrir defterlerinde Harran artık bir köy olarak gösterilmektedir.
M. Sarmış: Herhalde şehrin bugüne kadar bu şekilde gelebilmesinin sebebi üzerinde yeni bir yerleşimin olmaması…
M. Önal: Memluklar zamanında çevredeki bazı gruplar, muhtemelen Araplar, gelip üç beş ay, bilemedin bir yıl yaşamış ve gitmişler. Öyle uzun süreli değil. O yüzden kalıcı izleri yok. 18. yüzyılın ikinci yarısında Evliya Çelebi buraya da uğruyor. İki üç ev olduğunu söylüyor. Köy bile değil, mezra diyebiliriz. Bir kısım göçebe Araplar harabeleri kışlak olarak kullanıyormuş. Ama kale sapasağlammış.
M. Sarmış: Yani şehir uzun süre boş kalıyor. Sonra ne oluyor? Şimdiki halk buraya ne zaman ve nereden gelip yerleşiyor?
M. Önal: Bunların ataları, 19. yüzyılın ilk yarısında Irak'ın Felluce bölgesinden geliyor. Orada göçebe olarak yaşarken Osmanlı idaresi bunları burada zorunlu iskâna tabi tutuyor. Zaten bunu şimdikiler de biliyor, söylüyor. Geliyorlar ve şehrin harabelerinden topladıkları tuğlalarla bugün Harran'ın sembollerinden biri haline gelen konik kubbeli evleri yapıyorlar. Göçebe çadırlarına benzeyen bu mimari günümüzde Irak'ta, Suriye'de, hatta Suruç'ta bile görülüyor. Fakat kullanılan malzeme farklı. Suruç'takiler kerpiçten yapılırken buradakilerin malzemesi tuğla. Eski Harran'ın tuğlalarından 1000-1200 kadarını kullanarak o evlerin kubbelerini inşa ediyorlar. Aile üyelerinin sayısına göre de kubbeler çoğalıyor. 3 kubbeden 35 kubbeye kadar olan evler var. Buraların iklimine de uygun. Yüksek olduğu için yazın sıcağında serin oluyor. Kışın da sıcak.
M. Sarmış: Tarihten devam edecek olursak… Osmanlı'da köy veya mezra idi.
M. Önal: Önceleri evet. Ama Harran Kalesi kazısında bulduğumuz defter nüshalarında 1909 yılında Harran'ı kaza olarak görüyoruz. Anılan defter üzerinde Prof. Dr. Abdullah Ekinci hocamız çalışıyor.
M. Sarmış: Cumhuriyet dönemine geliyoruz.
M. Önal: Bu dönemde biraz büyümüş. Birkaç mahalle birleşmiş, kasaba olmuş. 1946 yılında Akçakale'ye bağlı bucak.
M. Sarmış: Nihayet ayrı bir ilçe oluyor.
M. Önal: Evet. 1987 yılında çıkarılan bir kanunla Harran ilçesi kuruluyor.
M. Sarmış: İyi mi oldu peki? Şimdi çok eleştiren var.
M. Önal: Aslında Harran Antik Kenti'nin altına dinamit konulmuş oluyor. Günümüzdeki betonlaşmanın sebebi de buranın ilçe olmasıdır. Çünkü bir tarafı birinci derece tarım alanı, bir tarafı birinci derece sit alanı. Bir yeri ilçe yapacağınız zaman oranın zamanla genişleyeceğini ve bunun sebep olacağı sonuçları hesaplamanız gerekir. O kararı alanların bunu hesaplamadığını düşünmek imkânsız. Demek ki "Ben yaptım, oldu." mantığıyla hareket edilmiş. Bunun sonucu da şimdiki durum. Hem birinci derece tarım alanları betonlaşıyor, hem birinci derece arkeolojik sit alanı betonarme evlerin istilasına uğramış durumda.
M. Sarmış: Şimdi, Harran'ın kurtuluşu ilçe merkezini buradan taşımaktır görüşünü dile getirenler var.
M. Önal: Aslında aklın yolu bir. Hemen 7-8 kilometre ötede Tektek Dağları var. İlçenin oraya taşınması gerekir. Tıpkı Halfeti gibi. Nasıl ki şimdi Eski Halfeti, Yeni Halfeti diyorsak, burada da öyle olur. Burası Eski Harran olarak kalır, üzerindeki betonarme yapılar ayıklanır. Öte tarafta da planlı bir Yeni Harran kurulur. Orası yapılaşma için gayet müsait. Hem de daha serin olur. Böylece ne tarım arazisi zarar görür, ne de sit alanları…
M. Sarmış: İnşallah! Şimdi olmazsa bile gelecek için bir ufuk olur.