BİRİNCİ BÖLÜM
Harran'a daha önce birçok defa gitmiş, tarihi mekânları dolaşmıştım. 90'lı yıllarda Türkiye Yazarlar Birliği Şanlıurfa Şubesi olarak Harran Kaymakamlığı ile ortaklaşa bir şiir programı düzenlemiş; Kale'nin önünde kurulan sahnede ben de şiir okumuştum.
Böyle bir programı TYB Şanlıurfa Başkanı olduğum 2018 yılında da yaptık.
Şanlıurfa İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı olduğum 2008-2014 yılları arasında ve daha sonraki eğitim uzmanlığım sırasında Harran'da görev yapan eğitim yöneticilerine, katıldığım toplantılarda Harran'daki okul müdürü ve öğretmenlere her defasında, Harranlı bütün öğrencileri Harran'daki tarihi mekânları gezdirmelerini tavsiye ettim. "Gezdirin ve o ihtişamlı geçmişi anlatın. Anlatın ki o eserlerin kıymetin bilsinler ve o geçmişe uygun bir geleceğin hayalini kurmayı öğrensinler." dedim.
Son yıllarda Prof. Dr. Mehmet Önal'ın başkanlığında sürdürülen kazı ve restorasyon çalışmalarını uzaktan takip ediyordum. Hz. İbrahim'in evinin bulunduğu haberi benim de ilgimi çekmişti. Veysel Polat'ın öncülüğünde çıkarılan GAP Gündemi Gazetesi'nin, beş altı aydır genelde Harran, özelde de Hz. İbrahim'in evini gündeme alan ve kamuoyu oluşturmayı amaçlayan çalışmalarının bir şekilde parçası olmuş, gücüm yettiğince destek vermiştim.
Mehmet Hocamızı, geçtiğimiz şubat ayı başında TYB Urfa Şubesi'nin geleneksel "Cuma Sohbetleri"nin konuğu olarak dinleyince konu daha çok ilgimi çekmişti. Kendisinden röportaj sözünü de o sırada almıştım.
6 Şubat'ta ise TYB Urfa Şubesi olarak Harran'a bir gezi düzenlemiştik. Mehmet Hoca bize adım adım Harran Ören Yeri'ni gezdirmiş ve çok detaylı, çok önemli bilgiler vermişti. Harran'ın ne demek olduğunu o günden sonra daha iyi anlamaya başlamıştım.
Nihayet hocamızla 24 Haziran 2023 Cumartesi günü Harran'da buluştuk. Urfa'dan oraya aynı arabada gittik. Önce kazı çalışmalarının sürdürüldüğü Ulu Cami'ye uğrayıp, o sıcakta, o tozun toprağın içinde Sanat Tarihçisi Seda Taşkıran Hanım ve işçilerle tanıştık. Nasıl zor şartlar altında çalıştıklarını bizzat müşahede ettim; hocamızın onlara verdiği talimatları dinledim. Sonra caminin kuzeydoğusunda yer alan tuğla kerpiç karışımı önü açık bir kulübeye çekildik. Zaman zaman esen sıcak rüzgârın altında yaklaşık iki saat boyunca Harran üzerine konuştuk.
***
M. Sarmış: Değerli hocam! Uzun uzun dünden bugüne Harran'ı konuşacağız. Fakat daha önce Harran kazı başkanını biraz tanıyalım istiyorum.
M. Önal: 1965 Osmaniye doğumluyum. 1985 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen-edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nden mezun oldum. Yüksek lisansımı ve doktoramı Konya Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünde tamamladım. Bu arada Gaziantep Müze Müdürlüğünde arkeolog olarak çalışmaktaydım. Aynı zamanda Zeugma kurtarma kazılarında yaklaşık 13 yıl alan sorumlusu olarak çalıştım. Yani Zeugma'dan çıkan mozaiklerin yüzde 90'ı bizim elimizden geçti. O güzelim mozaiklerin, yüz binden fazla mühür baskının, Mars heykelinin ve diğer eserlerin gün ışığına çıkışı anındaki heyecanını ve sevincini yaşadım.
M. Sarmış: Zeugma dışında da birçok kazıda görev almışsınız.
M. Önal: Evet. Zeugma kazıları devam ederken daha küçük çaplı başka kazılarda da görev yaptım. Gaziantep Müze Müdürlüğü Başkanlığı'nın yürüttüğü Cıncıklı Kilise, Sulumağara Kilise, ve Yarımca Kilise kazılarında "alan sorumlusu" olarak, Oylum Hoyik, Hacınebi Tepesi ve Tillbaşar Höyük kazılarında "bakanlık temsilcisi" olarak görev yaptım. Doliche Antik Kenti Kazısı'nda ise kazı başkan yardımcılığı yaptım.
M. Sarmış: Urfa'ya ne zaman geldiniz?
M. Önal: İlk gelişim görevlendirme şeklinde oldu. 2007 yılında Urfa'da Haleplibahçe mozaikleri bulunmuş, Urfa Müzesi kazı çalışmalarına başlamıştı. Arkeoloğa ihtiyaç duyulduğu için Kültür ve Turizm Bakanlığı, Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü beni görevlendirdi. Şanlıurfa Müze Müdürlüğü ile birlikte o kazıyı tamamladık.
M. Sarmış: Orayla ilgili bir kitap çalışmanız da var.
M. Önal: Evet. Kazı bittikten sonra müzede birlikte çalıştığımız arkeolog arkadaşlarla, adlarını da söyleyeyim Hasan Karabulut ve Nedim Dervişoğlu ile "Haleplibahçe Mozaikleri" adıyla bir kitap çalışmamız oldu. 2012 yılında Arkeoloji ve Sanat Yayınları arasında çıktı. Benim hazırladığım "Urfa-Edessa Mozaikleri" adlı başka bir kitap da 2017 yılında Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi tarafından yayınlandı.
M. Sarmış: Harran Üniversitesi'ne ne zaman geldiniz?
M. Önal: Haleplibahçe kazıları sırasında üniversiteden Prof.Dr. Abdullah (Ekinci) hocayı tanıdım, Cihat (Kürkçüoğlu) hocayı tanıdım. Onların tavsiye ve yönlendirmesi ile Harran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümüne geçtim. "Siz geçmezseniz öğrenci alamadığı için Arkeoloji Bölümünün kapatılma durumu da var." demişlerdi. Benim geçmem bölümün açık kalmasına da vesile oldu. 2009 yılından itibaren de lisans öğrencisi almaya başladık.
M. Sarmış: Aynı zamanda bölüm başkanı oldunuz.
M. Önal: Evet. Geldikten hemen sonra doçentlik kadrosuna geçtim. Daha yüksek ünvanlı bir hoca olmadığı için dekanlık bölüm başkanlığına beni uygun gördü. Beş yıl geçtikten sonra da profesör oldum.
M. Sarmış: Diğer bilim dallarında olduğu gibi arkeolojide de akademisyenler kendilerine bir ihtisas alanı seçiyorlar. Konu ya da devir olarak, özellikle yoğunlaştıkları bir alan… Paleolotik Çağ, Kalkolotik Çağ gibi… Sizin belirlediğiniz böyle bir alan var mı?
M. Önal: Biz Erzurum Atatürk Üniversitesinde klasik arkeoloji ağırlıklı eğitim aldık. Klasik, yani Yunan-Roma dönemi… Fakat o dönemin yoğunluğu sebebiyle biz Orta Çağ sanatlarını da gördük. Türk-İslam sanatlarını da… Yine Prehistoria denilen yazının icadından önceki dönemi de… Özellikle Hititler, Frigler ve diğer Anadolu Prehistoria'sını yoğun bir şekilde gördük… Çok iyi hocalarımız vardı. Mesela bunlardan biri Türkiye'nin duayenlerinden Prof.Dr. Fahri Işık'tı. Hamurumuz iyi yoğruldu diyebiliriz.
M. Sarmış: Bu arada daha özel bir soru sorayım: Bu arkeoloji merakı sizde nasıl başladı hocam. Bizde çoğunlukla olduğu gibi puanım neye yeterse hesabı mı, yoksa bilinçli bir tercih mi?
M. Önal: Lise yıllarım 1980 ihtilalinin heyecanlı yıllarına denk düşer. Daha o yıllarda bir tarih sevdamız vardı. Osmaniye'deki Toprakkale'yi, Ceyhan'daki Yılankale'yi, daha ötede Bodrum Kalesi'ni filan hep dolaşırdık. Bizim yaylamızda da bir yerleşim yeri vardı. Yani anlayacağınız tarihe ve tarihi eserlere karşı bir merakım vardı. Arkeolojik konulu macera filmlerini de çok severdim. Hangisi hangisinin sebebi oldu bilemiyorum. Sanırım o merak ve macera tutkusu birleşti ve bizi böyle bir yola koydu. Aslında puanım da çok yüksekti, birçok başka bölümü de kazanabilirdim, ama daha öne yazdığım için arkeoloji geldi.
M. Sarmış: Yani bilinçli bir tercih. Peki, memnun musunuz?
M. Önal: Muhakkak. Arkeoloji bitmeyen bir heyecan. Alanda olsun, evde olsun, zamanın nasıl geçtiğini hiç fark etmiyorsunuz. Hayatı anlamlı kılıyor. Merak, araştırma, hiç kimsenin daha önce görmediği yeni bir şeyleri ortaya çıkarma, görme, dokunma, o eserlerin yapıldığı dönemle ve o dönemin insanları ile bir çeşit temas kurma duygusu müthiş bir duygu. Saatlerce bilgisayar başında oturuyorum ve zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyorum. Sanki vücuda farklı bir enerji yükleniyor o an. Yorgunluk nedir bilinmiyor. O da işi çok zevkli bir hale getiriyor. Üç saat, beş saat nasıl geçiyor, anlamıyorum. Yoksa başka zaman bir saat sandalyede oturmak yorar insanı. Ama arkeoloji sevdası saatlerce oturtuyor. Bir şey buluyorsunuz, benzeri yok. Acaba nedir diye sorguluyor, kafa yoruyorsunuz, araştırıyorsunuz… Ancak yaşayanlar bilir o duyguyu.
Devam edecek...