M. Sarmış: Şimdi bir şairi sormak istiyorum. Hemşerimiz Mehmet Akif İnan. Ben kendisiyle 1992 yılında Ankara'da tanıştım. Beraber sendikacılık yaptık. Sonraları hakkında bir kitap yazdım. Adı "Adanmış Hayat Mehmet Akif İnan". Hatta bu yakınlarda onu gençlere tanıtmak amacıyla yazdığım ikinci bir kitabım daha çıktı: "Gençler için Mehmet Akif İnan". O ilk kitabı yazarken çok araştırmış, tanıdığı çoğu kişi ile görüşmeye çalışmıştım. Bilseydim sizin de tanıdığınızı sizinle de görüşürdüm.
A. Rızvanoğlu: Nasıl öğrendiniz?
M. Sarmış: Hece Dergisi kendisiyle ilgili bir özel sayı çıkardı. O vesileyle Urfa'ya gelen Şair Yazar Faruk Uysal sizinle evinizde görüşmüş. Ve dergide o görüşmeyi yazmış. (Hece Dergisi, "Mehmet Akif İnan özel Sayısı", "Abdülkadir Rızvanoğlu İle Akif İnan Üzerine", Sayı 277, Ocak 2020, s. 107-113)
(Durdu, düşündü, "Hatırlayamıyorum" dedi. Oğlu Ali müdahale edip görüşmeye dair bazı ayrıntılardan bahsedince hatırladı. "Yaşımız artık geriye doğru gidiyor." diyerek güldü. M. S.)
A. Rızvanoğlu: Efendim benim gayem daima yüksek tahsil yapmış olan insanlardan istifade etmekti. Knedi tahsil hayatımdan söz etmiştim. Sadece dokuz gece "gece mektebine" gittim. Altı ay kadar da bir kadının yanında Kur'an okudum. Onun için yüksel tahsile merakım vardı. Ortaokul, lise de benim için yüksek tahsil. Akif İnan ise tam yüksel tahsil yapmış bir arkadaşımız. Bir de Urfalıdır. Kardeşlerinin en büyüğüdür. Bir küçüğü Ali Mithat askerdir; onunla bir iki defa görüştük. Onun bir küçüğü Mustafa, o da askerdir. Ali Mithat albay, Mustafa yüzbaşı. Tekkeyi açıp zikrullaha başladıktan sonra Mustafa fırt etmeden gelirdi. En küçükleri de Doktor Ahmet İnan.
M. Sarmış: Akif İnan'la ne zaman ve nasıl tanıştınız?
A. Rızvanoğlu: Bazı arkadaşların aracılığı ile tanıdım. Ben yaşça ondan 3-4 yaş büyüğüm. O lisede talebe idi. Arkadaşları ile kendi aralarında toplanırlar, sohbet ederlerdi. Kimler var? Mesela Halil Beyboğa var, onun abisi Nabi Beyboğa var, Abdülkadir Billurcu var, Ayhan Abamor var. Bunlar bir takım idi. Ben de fırsat buldukça kendilerine katılırdım. Ortak bir davamız vardı. Tahsilimiz yok, ama bizi sevdiler. Konuşmalarımızı beğendiler. Türkçemiz sağlam, Kürtçemiz sağlam, Arapçamız sağlam.
M. Sarmış: Her şey okulda öğrenilmiyor ki! Siz zaten hayatı okumuşsunuz.
A. Rızvanoğlu: Elhamdülillah! Zaten onlar da bu gözle bakıyorlardı. Sonraları Akif, önce Maraş'a, daha sonra Ankara'ya gitti. Arkadaşlarla yolumuz Ankara'ya düşünce tekrar görüşmeye başladık. Burada bir Urfalımız var, dostumuz var, ağamız var diye gidip geldik. Bir gün yaralanmıştım, tedavi için Ankara'ya gitmek zorunda kaldım. Duyar duymaz hastaneye ziyaretime geldi.
M. Sarmış: Ondan bahsetmediniz. Nasıl yaralanmıştınız?
A. Rızvanoğlu: Efendim abim dedi ki "Biz de bir bağ tutalım. Yaz geldi mi, başkaları gibi sayfiyeye çıkmış oluruz." Yenice taraflarında bir bağ kiraladık. Üzüm çalmaya hırsız gelebilir. Onun için dikkat etmek gerekiyor. Benim de âdetimdir, gece uyumam, kontrol ederim. Bir gece yine etrafı kontrol edip döndüm, yatağıma çıktım. Bir de bir tilki vardı. Her akşam bizim sekinin üzerine gelir, yemeklerimizi veya artıklarını yerdi. Abim poyraz tarafında, ben kıble tarafındayım. Herkesin hanımı da yanında. Benim bir çocuğum da var o zaman. Kolumu tahta dayadım, oturuyorum. Demek ki kolum karanlıkta tilki gibi görünmüş. Abimin hanımı "Tilki geldi." dedi. Abim de tüfeği çekip vurdu. Dom dom kurşunu omuzumdan biraz aşağıya geldi ve parça parça etti. Hemen arabamıza binip şehre geldik; devrisi gün de gözümüzü Ankara'da açtık. Akif İnan da duyar duymaz ziyaretimize geldi. Böyle de vefalıydı.
Bir gün de Urfa'da kapımız çalındı. Çıktım, bir genç. Dedi "Ben Abdülkadir Rızvanoğlu'nu arıyorum." Dedim "Benim. Buyurun." "Ben Ahmet İnan." dedi. Dedim "Dur. Eğer soyadın İnan'sa sen Akiflerdensin." "Akif İnan benim abim." dedi. Daha önce Ahmet'le tanışmamıştık. O zaman daha tıbbı bitirmemişti, Ankara'da öğrenciydi. "Ankara'dan geliyorum. Abim dedi ki "Urfa'ya varınca eve gitmeden arkadaşım Abdülkadir'e uğrayacaksın, selamımı tebliğ edeceksin. Halini hatırını soracaksın. Ben de onun için geldim." Öyle bir samimiyet yani.
Kendisi Urfa'ya geldiği zaman da beni arar, arattırır, bulur. Diğer okumuş, yüksek tahsil yapmış arkadaşları da etrafında toplanırdı. Onların ortasında dermiş ki "Bana Abdülkadir'i bulun." Ben dokuz gecelik tahsilimle onlarla arkadaşlık yapardım, sohbetlerine iştirak ederdim. Akif, bana bazen "ağam" diye, bazen "Hacı Abi" diye hitap ederdi. "Hacı abi okumamış, ama hepimizi okutabilir." derdi. Haşa, ben o adamların seviyesinde değilim.
M. Sarmış: Neler konuşurdunuz? Din, dünya, edebiyat…
A. Rızvanoğlu: Her şey. Gündemde ne varsa… En çok Urfa'yı… Urfa'ya şöyle yapmak lazım, böyle yapmak lazım. Ufku geniş, çok kültürlü bir insan. Her konuda söyleyecek sözü var.
Akıbet ölüm… Hastalığı sırasında ziyaret etmek istedim, ama Ahmet İnan "Gerek yok abi, şuuru yerinde değil." dedi. Vefat edince Hasan Padişah Camii'ndeki cenazesine katıldım. Haleplibahçe'deki taziyesine de gittim. Allah rahmet eylesin.
M. Sarmış: Öyle olsun. Çok iyi adamdı.
A. Rızvanoğlu: Çok, çok…
M. Sarmış: Çiçekleri çok sevdiğinizi duymuştum. Şair ruhlu biri için çok normal.
A. Rızvanoğlu: Evet. Çiçeksiz bir yerde oturmayı sevmezdim. Evimizin arkasında zeytin, ceviz gibi çeşitli ağaçlarım vardı. Ayrıca sayısız tenekede çiçeklerim vardı. Çok severdim. Hayatımı orada tamamladım. Fakat sonradan yaşlandım, gözlerim gitti. Her şeyden vazgeçtik. Şimdi yolu gözlüyoruz. Bir dolmuş gelsin de bizi götürsün. (Gülüyor.)
M. Sarmış: Allah hayırlısını versin. Artık sonlara geldik. Sizi çok da yordum. Hakkınızı helal edin.
A. Rızvanoğlu: Estağfirüllah! Şeref verdiniz.
M. Sarmış: Şimdi nasıl yaşıyorsunuz? Neler yapıyorsunuz?
A. Rızvanoğlu: Çok rahat yaşıyorum. Oğlum Ali ile beraber yaşıyorum. Onun eşine "gelinim" demek istemiyorum. Gelinim dersem, belki bir iki adım geri gider, ona da "kızım" diyorum. Öz kızımdan zerre kadar farkı olmadan, hatta belki bakımı daha ileride… Evde oğlum Mehmet Ali ile, kızımla, torunlarımla beraber çok rahatım. Yemeğimin saatini kendileri bilir, ben bazen unuturum, onlar unutmaz, vaktinde getirir. Ben demeden su gelir. Bugün öğle zamanıydı sanıyorum, bir ara dalmışım. Uyandım, baktım, yemek yanı başıma indirilmiş. Cennet hayatı yaşıyorum. Ne diyor Allah: "… Le in şekertum le ezidennekum ve le in kefertum inne azabi le şedid." ("Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir." İbrahim Suresi: 7. Ayet) Rabbim her şeyin en iyisini bana verdi. Mutluluğun en büyüğünü bana verdi.
Babam razı. Hasta yatağında can veriyor. Soruyorum. Teybe de sesini alıyorum. "Baba, anneme hakkını helal eder misin?" "Helal olsun." diyor. "Öbür annemi helal eder misin?" "Helal olsun." "Şunu helal eder misin? Bunu helal eder misin?" diye soruyorum. Dilim dönmüyor ki kendimi sorayım. İçimden "Bu son fırsattır, söyle işte!" diye geçti. Dedim "Baba beni de helal eder misin?" "Seni nasıl helal etmeyeyim ey gözümün nuru?" dedi. Üç sefer söyledi bunu. (Burada çok duygulandı. M. S.) Vallahi, "gözümün nuru" dedi benden için. Kurban olayım onun toprağına.
Anam gece gündüz razı. Çarşıdan gelirim, "Ana biraz geç oldu, vaktinde gelemedim." derim. "Oğlum işlerin var." "Evet, ama senin de görüşme saatin geçiyor." Bazen şaka yaparım. "Anne! Bir şey söylesem hulanmassan değil mi? Memeni çıkarıp biraz ağzıma koy." (Gülüyor, gülüyoruz.) Anam kaşlarını çatar. "Lo dı get lo." "Ama anne ben o meme ile büyümedim mi?" "He. Ama onun vakti geçti." "Anne vermiyorsan ben başka bir yer buldum ha!" Atılırım ayağının altına. Öperim öperim. Yüzümü de sürürüm. Annem "Git, Peygamber'in elini öpesin!" der… Öptüm. Vallahi onu da öptüm. Onların duasıyla, onu da öptüm.
M. Sarmış: Anlatmak isterseniz, onu da anlatın.
A. Rızvanoğlu: Rüya aleminde Efendimiz'in olduğu eve girdim. Toparlandım. Selam verdim. "Selamu aleyküm Ya Resulallah!" dedim. Mübarek elini aldım, öptüm. (Bu sırada çok duygusallaştı, boğazına ağıt çöktü. M.S.) Allah hepinize nasip eyleye…
M. Sarmış: Amin! Allah razı olsun. Size sağlık afiyet versin. Hayırlı bir ömür nasip etsin. Burada bitirelim artık.
A. Rızvanoğlu: (Şükrü Hocaya dönerek) Hafız, bize bir aşr-ı şerif oku.
(Hoca okudu. Arkasından Fatiha'larımızı okuduk. Dua istedik. "Dünya ahiret saadeti sizlerin olsun" diyerek dua etti.)
Müsaade isteyip ayrıldık.
-SON-