SEKİZİNCİ BÖLÜM-SON
Devam edip müzenin dış kapısından çıktım. Önümde doğu batı istikametinde uzanan 11 Nisan Fuar Caddesi Haleplibahçe'nin kuzey sınırını oluşturuyor. Karşıdaki ada Karakoyunlu Mahallesine dahil. Orada da yazmam gereken yerler var.
Önce en doğuya kadar yürüdüm. Doğunun doğusunda Bediüzzaman Mezarlığı. Kuzeyden gelen Şehit Nusret Caddesi burada 11 Nisan Fuar Caddesi ile kesişiyor. Güneye doğru, Yeni Mahalleye bağlı Kızılkoyun Nekropolü ve Haleplibahçe arasındaki sınırı belirleyen ve eski adı Lekler Caddesi olan Haleplibahçe Caddesi devam ediyor. Göbeğin ortasında başları yukarıya doğru çok sayıda balığın yer aldığı küçük bir su havuzu ve fıskiyesi yer alıyor. Balıklıgöl'ün balıklarını temsilen…
Karakoyunlu Mahallesine ait olan adanın ortasında iki çok büyük bina yer alıyor; doğusunda Piazza Alışveriş Merkezi, batısında Hilton Oteli.
Şimdilerde kimseler bilmez ama çok eskiden buradaki boş alana 'Eşşek Meydanı' denirmiş. Adın bilinip kaynağının bilinmediği zamanlarda, eşeklerin toplandığı veya alınıp satıldığı bir yer olduğu düşünülürmüş. Ancak Adil Saraç Hocadan öğrendiğimize göre, Osmanlı döneminde seferberlik ilan edildiği zaman eli silah tutup da savaşa gidecek olan delikanlılar buradan uğurlanır ve Halep'e sevk edilirmiş. Ayrılık acısı ve bir daha kavuşamama korkusuyla çok gözyaşı döküldüğünden dolayı, gözyaşı anlamına gelen 'éşk'ten hareketle buraya 'Eşk Meydanı' denilmiş; bu isim Urfa'nın kolay söyleme fonetiğine uymadığı ve hançeresine yabancı geldiği için de zamanla 'Éşşek Méydanı'na dönüşmüş. (Adil Saraç, 'Urfaca Urfalıca, s.362)
Ben bu meydanı daha önce görmedim de duymadım da… Benim hatırladığım zaman yolun hemen kıyısında, artık 'eski' sıfatıyla birlikte andığımız otogar vardı. Batısındaki giriş kısmında tek katlı, doğusundaki çukur alanda iki katlı olan, hiçbir özelliği ve güzelliği olmayan betonarme bir bina idi. Güneydoğusunda betonarme küçücük 'Alattin Çataldaş Camii' vardı. Üst kısmı karpuz biçimli kısa minaresi Urfa için orijinaldi. Otobüs ve minibüsler batısındaki asfaltla kaplı boş alanda beklerdi. Urfa, Diyarbakır ve Mardin'in en çok iş yapan firmalarının yazıhaneleri doğusunda ve güneydoğusunda idi. Otobüsler genellikle bunların önünde yolcu indirip bindirirdi.
Özellikle Konya'daki öğrencilik ve değişik illerdeki öğretmenlik yıllarımda bekar ve evli olarak o eski otogara çok gidip geldim. O kadar yıl dışarıda kaldığım halde gurbete, daha doğrusu ailemden uzak kalmaya alışamamıştım. Onun için giderken hep çok üzülür ve ağlardım. Gelişlerim de ona mümasil şekilde sevinçli ve heyecanlı olurdu. Bunları hatırlayınca o günlerin hüznü de sökün etti. Hatta otobüslerde çalınan o devrin meşhur şarkı ve türkülerini de duyar gibi oldum. Şu sıralar filmi gündemde olan Bergen'in 'Benim için üzülme', Ferdi Tayfur'un 'Durdurun dünyayı başım dönüyor', İbrahim Tatlıses'in 'Yalnızım dostlarım, yalnızım yalnız' ve daha başkaları… Aslında arabeskle aram yoktu, ama otobüste çalar, biz de mecburen dinlerdik. Dünyayı durdurma fikri de her zaman enteresan gelmiştir bana. Fakat çoktandır artık böyle bir arzum yok. Dönsün ve geçsin zaman.
Belediye Başkanı Ahmet Eşref Fakıbaba zamanında (2004-2014) pek çok Urfalı gibi benim de hatıralarımda çok yeri olan o otogar yıkıldı. Yerine Esentepe'nin Karaköprü'ye bakan kuzey tarafında Çevik Kuvvet-Sırrın Çevre Yolu üzerinde 60 dönümlük bir alan üzerinde yenisi yapıldı. İnşaatına 2008 yılında başlanılıp 2010 yılında açılışı yapılan yeni bina modern mimari tarzında, oldukça gösterişli ve kullanışlı. Ancak ilk zamanlar yerinin bir hayli tartışmalara sebep olduğunu hatırlıyorum. Özellikle şehir içinde olduğu için trafiği tıkayacak diye itirazlar vardı. Fakat aradan geçen sürede uçak yolculuğunun ağırlık kazanması ile karayolu üzerindeki yük nispeten azaldığı için trafik sorunu da pek yaşanmıyor sanıyorum.
Bu arada havaalanı da yer değiştirdi. 'Şanlıurfa Havaalanı' adını taşıyan eskisi, 1988 yılında Eyyübiye İlçesinde Akçakale yolu üzerinde, şehir merkezine 7 km mesafede yapılmıştı. O öylece bırakılıp yenisi 2007 yılında Karaköprü İlçesinde Diyarbakır yolu üzerinde, şehir merkezine 35 km mesafede yapıldı. Bunun adı 'Uluslararası GAP Havaalanı'. Otogarın eski ve yeni yeri gibi havaalanının eski ve yeni yeri de sürekli tartışıldı, hala da eskisinin yerinin değerlendirilmesi, yenisinin uzaklığı ve konumu zaman zaman gündeme geliyor ve tartışılıyor.
Ben de son yıllarda il dışına yaptığım yolculuklarda sürekli hava yolunu kullandım. Gerçi bu yolculukların hepsinde görevli veya davetli olduğum için kendim tercih etmedim ama gayet memnun kaldım. Aslında, otobüs yolculuklarının, insanı kendisiyle başbaşa bırakan, tefekküre vesile olan ve yol üzerindeki birçok yeri görme imkanı veren yanlarını seviyorum. Fakat tabii çok uzun sürdüğü için çok yorucu. Hele uzun boylu olduğum için beni daha çok etkiliyor. O yüzden bundan sonra da, özellikle uzun yolculuklarda, imkan bulursam daha kısa sürdüğü ve daha rahat olduğu için uçağı tercih ederim.
Eski otogarda kalmıştık. Onun kuzeybatısında 90'lı yıllarda küçük küçük barakalardan oluşan 'Spotçular Çarşısı' kurulmuştu. İkinci el eşya satanlar Aşağı Çarşı'dan buradaki küçücük prefabrik dükkanlara taşınmıştı. Fakat çarşının ömrü uzun sürmedi; Haliliye ilçesi, Sancaktar Mahallesi Akçakale Yolu üzerinde inşa edilen şimdiki yerine taşındı. Buradaki Spotçular Çarşısının güneybatısında Urfa Belediyesine ait soğuk hava deposu vardı. Daha bekarken evin kışlık peynir vidonunu teslim etmek ve geri almak üzere yılda iki kere uğrardım. Onun hemen batısına da bir ara Şanlıurfaspor tesislerinin inşa edildiğini hatırlıyorum.
Sonra birbiri peşi sıra bu alandaki bütün yapılar yıkıldı, yerlerine iki devasa bina yapıldı. Doğusunda eski otogarın yerine halen Urfa'nın en büyük AVM'si olan PİAZZA, batısında dört yıldızlı 'Hilton Garden Inn Şanlıurfa'.
Aklıma Urfa'nın ilk marketi geliyor; 'Huzur Market'. Bahçelievler'de Stat Apartmanının karşısına düşen noktada Atatürk Bulvarına yakın bir yerde açılmıştı. Urfa'da çok ses getirmiş, çok yoğun bir ilgi görmüştü. Sonra yenileri açılına unutuldu gitti.
Urfa'nın ilk büyük AVM'si ise, o zamanların İslamî, bir başka deyişle 'yeşil' sermayeli en meşhur kuruluşlarından YİMPAŞ'ın, şehrin zenginlerinden İmam Aslan ile ortaklaşa yaptırdığı 'YİMPAŞ AVM'dir. İmam Aslan'ın benzinliğinin bulunduğu Bamyasuyu Mahallesi'nin Abide Göbeğine bakan kuzeyinde inşa edilip 2000 yılında İbrahim Tatlıses konseri ile açılışı yapılmıştı. Ben o sırada, hemen bitişiğindeki Merkez Ortaokulunda öğretmenlik yapıyordum, programı uzaktan izlemiştim. Büyük bir kalabalık toplanmış, sadece Urfa'da değil Türkiye'de ses getirmişti. Dört katlı alışveriş merkezinin yanında 25 katlı bir otel inşaatına da başlanmıştı. Ancak 28 Şubat Süreci'nin 'yeşilin her tonuna' karşı açtığı savaş, benzeri bütün kuruluşlar gibi YİMPAŞ'a da büyük bir darbe vurmuş, zaten kendi içinde de var olan sorunlar dolayısıyla YİMPAŞ bu darbe ile sendeleyip yıkılırken Urfa'daki mal varlığını da ortağı olan İmam Aslan'a devretmek zorunda kalmış, adı da 'Abide Park' olarak değiştirilmişti. Bu arada hızla yükselen otel inşaatı da durdurulmuştu. Halk arasında, bittiği takdirde Abide Göbeği'nin kuzeybatısında bulunan Tugay'a hakim bir konuma geleceği ileri sürülerek, o zamanın en güçlü iradesine sahip olan askerler tarafından engellendiğine dair dedikodular dolaştığını hatırlıyorum. Urfa'nın en eski yerleşim yerlerinden 'Nevali Çori'den hareketle 'Nevali' adı verilen otel ise 2013 yılında açıldı.
Şehrin en merkezi yerlerinden birinde bulunması dolayısıyla buranın yeri de hep tartışıldı, yapanlar ve buna izin verenler hep eleştirildi; bu tartışma ve eleştiriler halen de devam ediyor.
2009 yılında Esentepe'de daha büyük bir AVM açıldı. 'Mozaik' olan adı, Rahmetli İbrahim Toru tarafından satın alındıktan sonra 'Urfa City AVM' olarak değiştirildi. İlk açıldığı zaman o da Urfa'da çok ses getirmişti. O kadar yoğun ilgi görmüştü ki uzun süre halkın, özellikle de kadınların en önemli gündem maddelerinden biri olmuştu. Herkes birbirine 'gittin mi', 'gördün mü' diye soruyor, gidenler, gittiğini gizli bir gururla söylüyordu.
Önünde durduğum 'Piazza AVM' ise 2013 yılında açıldı. Halen Urfa'nın en büyük AVM'si olma özelliğini koruyor. Açıldığı zaman tıpkı Mozaik AVM gibi buraya da büyük bir teveccüh oldu. Urfalılar çoluk çocukları ile sırf görebilmek için haftalarca buraya aktılar. Görenler görmeyenlere ballandıra ballandıra anlattılar.
Benim bu gibi şeylere ilgim oldukça zayıf. Alttan alta merak etsem de görmek için özel hiçbir gayretim olmadı. Her birine açılışlarından çok sonraları ve bir vesile ile gitmişimdir. Piazza'ya da bugüne kadar anacak birkaç defa gelmişimdir. Bu sefer bambaşka bir amaçla girdim. Aslında kafamda müzedeki tenhalıkla buradaki kalabalığı karşılaştırmak vardı. Ancak kısa bir tur attığım halde pek de kalabalık olmadığını gördüm. Her gelişimde insanların alışveriş ve tüketim arzusunu nasıl kışkırttığını bizzat gözlemlemiş biriyim. Bu yüzden AVM'leri şehirlerin tüketim mabetleri olarak nitelendirilenler var. Hiç bana göre yerler değil. Onun için bugün böyle tenha görünce biraz şaşırdım, doğrusu biraz da sevindim. Bir tek yer, Amerikalı bir kahve dükkanları zincirinin buradaki halkası çok kalabalıktı. Oldukça pahalı olduğu halde, sırf karton bardağa içenlerin isimleri yazılıyor diye tercih edilen markanın adını çok duymuştum. Gerek kapalı gerek dışarıya açık kısmı tıklım tıklım doluydu. Hemen hemen hepsi genç olan müşterilerin yüzlerine baktım, gayet mutluydular. Daha sonra araştırdım; 2022 Ocak ayı itibarıyla Türkiye'de toplam 562 şubesi varmış. Tarihteki insanlara bir gün gelecek, Amerika'da açılan bir şirket ülkemizde bu kadar şube açacak ve insanlarımız şu kadar para verip burada kahve içecek desek inanır mıydı? Aman, ben ne diyorum? Onlar bugünkü neye inanırdı ki? Ben bile gözlerimle gördüğüm halde inanamıyorum, daha doğrusu modern insanın bu gibi marka takıntısını anlamıyorum.
Çok oyalanmadan dışarı çıktım. Doğru hemen batısındaki otele doğru yürüdüm.
2011 Yılında açılışı yapılan 'Hilton Garden Inn Şanlıurfa', bulunduğu bölgenin tarihi atmosferine uysun diye dikey değil yatay olarak inşa edilmiş. Geçmiş yıllarda düzenlenen birkaç programa katılmıştım. Sonuncusu uyuşturucu bağımlıları ile ilgili bir programdı, ben de bir konuşma yapmıştım. Program sonrası yanıma gelen bağımlı gencin masum yüzünü ve annesinin çaresizlik içindeki çırpınışını unutamıyorum. Dua etmekten başka elimden bir şey gelmemişti. Dünyanın, Türkiye'nin ve Urfa'nın uyuşturucu sorunu maalesef büyüyerek devam ediyor. Geçmişte bu konuda birçok programa katıldım, birçok çalışmaya dahil oldum, bağımlılarla ve aileleri ile görüştüm, konuştum; hatta onların gerçek hikayelerinden oluşan 'Umutla Umutsuzluk Arasında' adıyla bir kitap yayınladım. Karşılarında kendimi en çaresiz hissettiğim insanlardan olan bağımlılara kızmaktan çok üzülürüm, hem kendilerine hem ailelerine acırım. Yanıbaşımda uzanan mezarlık da onların en çok barındığı yerler arasında.
Otelin güney yönünden batıya bakan ön tarafına kadar ilerledim. Geçmiş yıllarda resmi olarak katıldığım hizmetiçi kurslar ve davetler dolayısıyla değişik illerde böyle lüks otellerde zaman zaman kaldığım için biraz tecrübem var. Lüks odalar, açık büfe yemekler insanın hoşuna gidiyor. Fakat ancak birkaç gün. Ondan sonra evin sıcak havasını ve mütevazı yemeklerini özlüyorum. Ara ara diyorum ya, modern hayatın kocaman binaları, lüksü, israfı bana göre değil. Uzunca bir zamandan beri bunun farkındayım. Tarihçi olmak mı beni bu hale getirdi, inançlarımdan dolayı mı böyle oldum, yoksa zaten yapım mı böyleydi? Bilmiyorum.
Hızlı bir şekilde Bediüzzaman Mezarlığına doğru yürüdüm. Nebi Efendi mezarlığının son cemaat mahallinde ikindi namazını kılarken ne kadar çok yorulduğumu fark ettim. Biraz da dinlenmek amacıyla dua faslını uzattım. Sonra kalkıp avluda oynaşmakta ola kedileri izleyip fotoğraf çekeyim derken, arkamdan 'Mehmet Hocam!' diye seslenildiğini duydum. Cami hücresinin kapısındaki sesin sahibini hemen tanıdım: Hekimdede Camiinin Hocası İbrahim Halil Kahvecibaşı. O mahalledeki yürüyüşüm sırasında tanışmıştık. 'Buyurun bir çay içelim.' dedi. Aslında vakit dar olduğu halde kabul ettim. İçeride Nebi Efendi Camiinin hocası Ömer Hoca ve iki kişi daha vardı. Bir çay içimi oturdum. Konu doğal olarak Urfa'ya ve yürüyüşlerime geldi. Sonra müsaade istedim. Buraya gelmişken annemin mezarını da ziyaret etmeyi daha önce planlamıştım.
Fatih Sultan Mehmet İlköğretim Okulunda müdürlük yaparken her cuma akşamı bayrak töreninden sonra mutlaka uğrar bir Fatiha okurdum. Annemle buluşmuş olurdum, çok hoşuma giderdi. Mezarlığın kenarından yokuş yukarı çıktım. Güneş batmak üzere, her tarafa akşamın gölgesi çökmüş. Ortalık çok tenha. Aklıma az önce bahsini ettiğim uyuşturucu bağımlıları geldi. Tamam, onlara acıyorum ama çok tehlikeli olduklarını da biliyorum. Şimdi şurada bir veya birkaç tanesi karşıma çıksa tamamen savunmasızım. Bağırsam kimse duymaz. Yine de anneme uğradım. Ona ve orada yatan bütün yakınlarıma birer Fatiha okudum. Anneme bol bol dua ettim. Biliyorum artık iyice yaşlanan ve son zamanlarda bizi korkutacak kadar rahatsız olan babamın da gözü burada. Ben de vefat edince hep burada annemle aynı mezarda beraber olmayı hayal ediyorum. Aklıma Cahit Sıtkı'nın o meşhur mısraları geliyor;
'Neylersin ölüm herkesin başında
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misali o musalla taşında'
Eskiden de ölümü çok düşünürdüm, son zamanlarda daha çok düşünür oldum. Korona salgını da bunda etkili oldu. En son ben de yakalanınca çok yakınımda hissettiğimi yukarıda anlatmıştım. Bakalım ne zaman?
Mezarlıktan ayrılıp eve doğru yollanırken aklımda günün karmaşık düşünceleri vardı. Bir yandan da yürüyüşümün son durağı olan Yakubiye'yi düşünüyordum.