İnsanın doğuştan sahip olduğu özellikler vardır. Bu özelliklerin en önemlisi fıtrattır. Allah Resulü şöyle buyuruyor: 'Her doğan insan İslam fıtratı üzerine doğar.' İnsanın yaşadığı hayat, edindiği kültür ve hakim olan sistem, eğitim sistemi, fıtrat üzerinde olumlu ya da olumsuz etkileri olur. Bu etkiler zamanla norm haline gelir.

Bu normlar insan üzerinde belirgin ve etkin hale gelir. İnsanın karar almasında ve seçmesinde önemli rol oynar. Temiz fıtrat yerine, edinilmiş; ırkın, mezhebin, coğrafyanın etkisi ile tamamen bunların renklerini almış olanlarımız da var. Adaleti sadece kendi ırkı, mezhebi, coğrafyası ile sınırlı tutar. Bu insan modelinden ne kadar adil olmasını bekleriz! Ancak kendisini sınırlandırdığı sınırlarla adli olur. Bu da göreceli bir adalet olur.

İnsan sosyal bir varlıktır. Sosyal hayatta, kendi sosyal ağını oluştururken bu etkenler belirleyicidir. Bu etkilenmelerden değer yargıları oluşur.

Zalim derken neye göre zalim? Kendisinin örmüş olduğu sosyal ağa göre mi değerlendiriyoruz, yoksa vicdan ve bozulmamış fıtrata göre mi? Fıtratın terazisinin ne kadar bozulduğunu hayat içinde görebiliriz.

16 Mart 1988'de bir insanlık suçu işlendi. Irak Baas rejimi kimyasal gaz bombaları attığı Halepçe'de çoğu kadın ve çocuk 5 bin kişi hayatını kaybetmiş, 7 bini aşkın kişi yaralanmıştı. Bu, Halepçe Katliamı olarak da bilinir. Bu katliamı kınıyor ve lanetliyoruz.

Bu katliamı kınarken fıtratın öğretisi, vicdanımızın sesi ile kınıyoruz. Burada her hangi sosyal ağımızın etkisi altında kalarak değil. Dar sınırlar içinde düşünerek değil, evrensel bir ahlakla, vicdanla bu katliamı kınıyoruz. Zalim kimden olursa olsun onu kınamalıyız. Zalim insanlık düşmanıdır. Bu zalim bizim zalimimiz dememeliyiz. Zalim olduğunu söyleyebilmeliyiz.

Bu, Fıtratın gereğidir. Bize şöyle buyuran dine teslim olanlardanız: 'Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahideler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır.

Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa, 135). Fıtrat dini adaleti gözetmemizi emrediyor. Biz sadece bu dünya ile sınırlı değiliz ki, sınırlı düşünelim, sınırlar çizelim. Said Nursi: 'İnsanın emelleri ve istekleri ebede kadar uzanır.' diyor.

Yanı başımızda Suriye yarası kanıyor. Kimyasal silahlarla, varil bombaları, sukut füzeleri ile çocuk, kadın, yaşlı, demeden, acımasızca halkına saldırıyor Zalim Esad ordusu. Dünya bu katliamı izlemekle yetiniyor.

Halepçe için ağlayan gözler niçin Halep'te, Kutada, Rakka'da, Hama'da ve Şam'da Humus'ta, Dera'da, İdlip'te Derezor'da gerçekleşen toplu katliamlar için ağlamıyor? Halepçe katliamını yazan kalemler niçin Suriye'de işlenen toplu katliamları yazmıyor? Eylem düzenleyen sivil toplum kuruluşları, niçin aynı hassasiyeti göstermiyor? Hangi kaygıları taşıyorlar? Soruyoruz.

Bu saldırıları nasıl değerlendiriyoruz? Zalim Esad ordusu, ülkesine saldırı düzenleyen teröristlerden ülkesini temizliyor. Öyle mi diyelim! Kendimizi kandırmayalım, Suriye katliamına sessiz kalan bir vicdanın üzerine ölü toprağı serpilmiştir. Bu katliama sessiz kalmanın anlamı: ya mezhep, ya ırkçı veya politik bir çıkar engeline takılmıştır.

Bizim için üst kimlik İnsan olmak, Müslüman olmak ise bu dar sınırların üstündeyiz.