Yerleşim alanları ülkenin sınırında olan insanlar kaçakçılık ticaretini iyi bilirler ve bu, onlar için bir geçim kaynağıdır.
Ülkenin sınırında bulunan illerden birisi de Urfa'dır. Biz de Urfa'da ikamet ettiğimizden dolayı büyüklerimizden kaçakçılık anılarını anlatırken dinlerdik. Bundan dolayı kaçakçılığı iyi biliriz.
Büyüklerimiz sohbet meclislerinde, yaptıkları kaçakçılık ticaretini bir kahramanlık destanı gibi anlatıyorlardı dinleyenlere. 'Ben bu gece onlarca koyun ve keçileri Türkiye sınırından Suriye'ye götürdüm. Ve onlarca kilo kaçak çayı Suriye'den Türkiye'ye getirdim' gibi sözlerle başarılarını anlatır dururlardı.
Aslında konuyu, şahit olduğumuz insanlık suçu haline gelen insan kaçakçılığına getirmek istiyorum.
Şahit olduğumuz mülteci dramlarına her gün birisi daha ekleniyor.
Belki de insan hayatı hiçbir zaman bu kadar ucuz olmadı. İnsan hayatı bu kadar suiistimal edilmedi. İçler acısı bir tablo ile karşı karşıyayız insan kaçakçılığı denen bu insanlık suçu karşısında.
Savaşın mağduru olan insanlar bir meta gibi görülüyorlar. Alınıp satılır hale geldiler savaş tüccarları gözünde.
Savaşın olumsuz koşullarını ve ağır şartlarını fırsat bilip, menfaatleri ve çıkarları uğruna mülteci hayatlarını hiçe sayıp karartıyorlar.
Mağdur olan kişilerin sırtlarından para kazanmayı hedefliyorlar insan tüccarları. Veya mültecilerin avuçlarında, ellerinde ne varsa alıp meçhule, bilinmeze yolculuk yaptırıyorlar mazlumlara.
Mülteciler arkalarına bakmadan ellerinde avuçlarında ne varsa hepsini satıp teslim ediyorlar kaçakçılara. Arkamda beni bekleyen bir evim, tarlam, arabam dememek için satıp meçhule yolculuk yapıyor kaçakçıların mağduru olanlar.
Kaçakçılar neden bu işi yapıyorlar diye sorduğunuzda, sırf para kazanmak için yaptıkları yönünde yanıt alacaksınız!
Mültecilere neden bu sonu belli olmayan bir yolculuk yapıyorsunuz diye sorsak, yanıtları: 'hayata tutunmak ve yaşamak için' şeklinde olacaktır şüphesiz.
İnsan kaçakçıları, insanı sadece para getiren bir değer olarak görüyorlar. Kahrolsun bu anlayış!
Mülteciler bu kıskaca nasıl düşüyorlar? Yapacak hiçbir şeyi kalmayan, kapısını çalıp yardım isteyebileceği hiç kimse kalmadığından bu insan kaçakçılarının kapılarına dayanıp bu yolu seçiyorlar. Tercihleri gayr-ı iradi bir tercihtir. Sonunda ölüm olsa da buna katlanacaklar.
Türkiye'den Suriye'ye, Suriye'den Türkiye'ye geçmek zorunda olanların yolu da bu insan tüccarlarından geçiyor.
Mültecilerin hayatları ve gelecekleri kaçakçının umurunda değildir. Çocukların, bebeklerin hayatları kaçakçının umurunda değildir.
Bu insanların hayatları üzerine pazarlıklar yapılıyor. Bir sektör haline dönüşüyor kaçakçılık.
Mağdur olan kişilerin hayatları üzerinden kazandığı kirli para ile akşam vaktinde çocuklarıyla akşam yemeğini yerken; akşam haberlerini de izlerler. Haberlerde şöyle geçer: 'Bugün yine umuda yolcuk yapan mültecilerin onlarca cesedi Ege denizinin kıyısına vurdu.'
Ey insan kaçakçısı! Bu haberi duyduğunda veya okuduğunda yemeğine devam mı edeceksin? Hiçbir şey olmamış gibi mi davranacaksın? Başkalarının ömrünü ziyan etmeye utanmayacak mısın?
Bizim yakın tarih içinde büyüklerimizin anlattığı kaçakçılık bu değildir. Bir koyun kaybeden kaçakçı bir koyun kaybetmiş olmanın üzüntüsünü taşır. O kaybettiği koyun için üzülür.
İnsanlar hayatlarını hiçe sayarak öyle bir maceraya başvuruyor. Adeta hayatları ile kumar oynuyorlar. Bu da bize, yaşadığı yerin onun için dar ve yaşanmaz olduğunu gösteriyor.
Meseleye bir bütün olarak bakmalıyız. Savaşı üreten zalim sistemler güçten düşürülmüş insanları kaçakçıların pençesine bu şekilde atıyor. Zalim emperyalistlerin bu zulümlerindeki payını unutmamak gerekir. Allah zalimleri kahretsin.