Dünya hayatı çok inişli ve çıkışlıdır. Bu dalgalı hayat insanı bazı yönlerle bir aşağı indirir bir yukarı çıkarır. İnsanın Sahip olduğu maddiyat, sosyal statü, kimine göre hedeflediği son noktadır. İnsan ancak bu kadar yükselir dercesine, bulunduğu yerden çok razı ve doygundur. Başkalarının bulunduğu statüsünü üstünlük vesilesi yapar.
Egosunu tatmin eder. Bu üstünlükle yetinir ve tatmin olur. İnsanın sahip olduğu servet, ulaştığı sosyal statü, hayat içinde, bilenler için çok şey ifade etmez. Nasıl mı? Beşerin eşiğini aşıp insan mertebesine çıkanlar için önemli olan insan olmaktır. Bozulmadan insan olarak kalabilmek, sahip olduklarımız bize sahip olmadan insan kalabilmek, başkalaşmadan. Bizim muhatabımız sadece sahip olduğu makamla ve servetle büyülenen ve insan hürmetini çiğneyip hiçe sayan kişi içindir.
Sorun kişinin sahip olduğu servet ve sosyal statü değildir. Asıl sorun bu sahip olduğu statü ve servetin kendisinden büyük olup onu yutmasıdır. Kişinin kişiliğini serveti ve sosyal statüsü ile oluşturması doğru bir şey değildir. İnsan bunların hepsinden daha yücedir. İnsan kendi değerini bilse azizdir. Allah insana ikram etti.
Rabbimiz Tin suresinde şöyle buyuruyor:' biz insanı en güzel bicimde yarattık'. Allah insana değer verirken sahip olduğu ile değil, insan olduğu için değer veriyor onu muhatap alıyor. İnsanın değerini makamına öncelememek gerekir.
Allah'ın muhatap aldığı insan şimdi horlanıyor, hakir görülüyor. Bir değer olarak görülmüyor. Değer olarak görülenlerde; Kimliği, ırkı, statüsü, mezhebi, kabilesi, partisi, cemaati, üzerinden değerlendiriliyor. Markaya göre derece, mevki alıyor. Seküler akıl insanın değerini göremez. Terazisini insanın değeri ve fazileti üzerine kurmuyor. Maddeyi ve sayıyı insana önceler, insanı bunlar için kurban eder.
İslam'ın insana bakış açısı fıtridir. İslam tarihinden bir örnek verecek olursak köle olan Bilal'in İslam'la nasıl izzete kavuştuğunu hepimiz okumuşuzdur.
Hz Bilal, İslam'la tanışmadan önce Mekke sokaklarında köleydi. Para ile alınıp satılan, kırbaçlanan, hor ve hakir görülen biriydi… İslam'la tanışıp teslim olduktan sonra, en azılı müşriklere karşı çıkıp, hakkını savunup müşriklerden izzetli olduğunu duruşu ile gösterdi. Müşrikler Bilal'ın savunduğu ilkeden sahip olduğu kişilikten vazgeçirmek için çeşitli işkenceler yapıyorlardı. Bu işkencelerden birisini hatırlayalım. Göğsüne onlarca kilo ağırlığında bir kayayı indirdiler. Daha önce vurup hakaret ettikleri Bilal'dı bu. Kısa bir sürede haddini bildirip efendisine sadakatini gözetecekti, zannı ile Bilal'a bu tür işkenceyi reva gördüler. Ama olmadı. Bilal'in bedeni taşın altında eziliyor, acı çekiyordu. Tüm bu İşkencelere dayanması İslam'ın ona kazandırdığı kişiliktendi.
Ama ruhu ve kalbi özgür bir şekilde Allah'a bağlıydı. Yine Bilal 'Ahad Ahad 'diye inliyor ve inletiyordu her yeri. Bu insan olma değerine ulaşmaktı. Bu lezzeti tadan bir ruh ve kalp kime boyun eğer Allah'tan başka? Bilal'ın bulup sahip olduğu bu değer; İnsan olma sevinci, mutluluğu, kaybolan kişiliğini bulmasıdır. Bilal'ın hiç bir Mekke kodamanına boyun eğmemesini buradan anlayabiliyoruz. İslam insana değer ve kişilik kazandırır. Bencillik, gurupçuluk, hizipçilik oluşturmaz.
Medeniyet insana verilen değerle kurulur. İnsanın değerinin hiçe sayıldığı bir yerde medeniyetten söz edilemez.