BİRİNCİ BÖLÜM
Onu çocukluğumdan hatırlıyorum. Sanıyorum iki defa aileden iki kişiye muayene olmak için gittiğinde eşlik etmiştim; emin değilim ama bir kere de beni götürmüşlerdi. Yeri Kurtuluş Mahallesinde, Eski Hal Pazarının kuzeyinde Mevlevihane Sokağında. O sokakta o zamanlar baştanbaşa doktorların yazıhaneleri olurdu. Bunların en ünlüsü de Faruk Subaşı idi. Çevremde soyadı pek söylenmezdi, 'Doktor Faruk' denirdi kısaca, herkes bilirdi kim olduğunu.
Oğlu göz doktoru Mahmut Subaşı ile sosyal medyadan tanışıyorduk. Birkaç sefer yazışmış, bir defa da telefonda görüşmüştük. Röportaj listemi hazırlarken onun da adını eklemiştim. Urfa'nın ilk doktorlarındandı, Urfa'nın yakın tarihi için kayda geçilmesi gereken önemli bilgiler vereceği muhakkaktı. Mahmut Beyi arayıp niyetimi belirtince çok memnun olduğunu, hatta böyle bir teklifi beklediğini söyledi. Hemen program yaptık. 23 Kasım 2021 Salı sabahı o eski yazıhanede buluştuk.
Faruk Bey, fiilen doktorluğu bıraksa da yazıhanesini hiç kapatmamış. Her gün belli saatlerde gelip oturuyor, dostlarını ağırlıyor, sohbet ediyor. Varınca gördüm ki içeride hemen hemen hiçbir şey değişmemiş. Yan yana iki küçük göz oda, ikincisini hatırlamıyorum ama öndeki esas bölümü çok iyi hatırlıyorum. O 55 yıllık küçük masa yerli yerinde duruyor. Geride kontrplakla ayrılan küçük muayene bölümü ve o eski muayene masası da duruyor. Az sonra merak edip sorduğumda, doktorların boyunlarına astıkları steteskopun da yakın zamana kadar durduğunu ve fakat çalındığını söyleyecekti.
Şüphesiz yaşından dolayı bazı rahatsızlıkları vardır, ama bana oldukça dinç göründü. Çok da şık giyinmişti; takım elbise, kravat, ceketinin cebinde kravat mendili bile vardı. 'Giyimime her zaman önem veririm, ama bugün biraz daha özendim.' dedi gülümseyerek.
Başlamadan önce size nasıl hitap edeyim diye sordum; 'doktor bey' mi, 'abi' mi? 'Bizim meslekte küçüklerin büyüklere 'abi' diye hitap etmesi adettendir.' dedi. Mesajı aldım ve sorularıma başladım:
M. Sarmış: Soyadınızdan başlayalım Faruk Abi. 'Subaşı' tarihi bir isim, kısaca 'ordu komutanı' demek. Nereden geliyor?
F. Subaşı: Bizim büyük dedelerimizden biri, üç yüz küsur yıl önce İstanbul'dan 'subaşı' rütbesi ile Urfa'ya görevlendirilmiş. O zamanki subaşılık bugünkü paşalığa eş değermiş. Bizim ailede paşa ismi hep devam eder. Benim aile içindeki ismim de 'Paşa'dır. Babam beni esas ismimle çağırmamış, hep 'Paşa' demiştir. Soyadı Kanunu çıkınca bizimkiler bu geçmişten gelen unvanı alıp soyadı yapmışlar.
Babamın amcası kızı vardı, biz ona hala deriz. Mektepli değil ama kültürlü, münevver bir hanım. O derdi ki, bizim büyüklerimiz Urfa'ya görevli gelmiş. Görevleri de her yıl Hac zamanı 'Mahmil-i Şerif'in Hicaz'a gönderilmesine eşlik etmekmiş. (Her yıl Hac zamanı dağıtılmak üzere Haremeyn'e (Mekke ve Medine) gönderilen eşya ve hediyelere sürre; bunların konulduğu ve develere yüklenen vasıtaya(sepet) da 'Mahmil-i Şerif' deniliyor. M. S.)
Aslında ailemizin bir şeceresi varmış, fakat ne yazık ki yok edilmiş. Şöyle olmuş: Ailenin adını bildiğimiz en eski temsilcisi dedemin babası olup adı Mehmet'tir. 100 küsur yaşında ölmüştür. Onun hanımının akli muvazenesi biraz bozulmuş; benim teşhisim bir beyin iltihabı geçirmiş. İşte o hanım bir gün 'Bununla mı övünüyorsunuz?' diyerek ailenin şeceresini ekmek yaparken ateşe atmış. O kadının kızından torunu olan Selçuk Polat, o şecerenin çok peşine düştü. Fakat ömrü vefa etmedi, genç yaşta enfarktüs (damarların ani olarak tıkanması) geçirip öldü. (Başbakanlık eski Müsteşar Yardımcısı, 1999 yılında ANAP'tan Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkan adayı. M. S.)
M. Sarmış: Dedenizden devam edelim.
F. Subaşı: Dedemin adı Ahmet, mesleğinden dolayı 'Kasap Ahmet' namıyla maruf. Evde küçükbaş hayvan da beslerdi. O da felç oldu, üç sene sonra öldü. Babaannemin adı Emine. 14 Çocuk doğurmuş, her biri değişik hastalıklardan ölmüş, sadece iki çocuğu yaşamış; babam ve amcam. Amcamın adı Mehmet. Birinci Cihan Harbinde askere gitmiş ve Çanakkale'de şehit düşmüş. Onun asker arkadaşı sonraları babamın yanına gelip giderdi. Marangozdu sanıyorum. Amcamın nasıl öldüğünü görmüş, 'Maydos'ta kafasını top uçurdu.' demiş. Babaannem amcamı hiç unutmadı, sürekli anlatıp ağlardı. Ben de onun etkisi ile hiç görmediğim halde amcamın bahsi her geçtiğinde ağlarım. O yüzden, bugüne kadar yolum üç defa Çanakkale'ye düştüğü halde, dayanamam diye Şehitlik'e gidemedim. (Burada yine yutkundu, gözleri yaşardı. M. S.) Bayramlarda doktor olarak bazen bana görev verirlerdi. Resmigeçitlerde tanklar geçerdi, birinin üzerinde de 'Çanakkale' yazardı, her gördüğüm zaman çaktırmadan çok ağlamışımdır. Babaannem bizi çok etkilemiş, bu yüzden şehit amcamıza çok saygımız vardır. O etki halen de devam eder.
Babaannemle ilgili bir yiğitlik daha anlatayım: Demokrat Parti iktidara geldiğinde bir kanun çıkarmış; buna göre tütün parası adı altında toplanacak vergilerden şehit ana babalarına maaş bağlanacak. Daha önce birikmiş olanları da toplu olarak ödeyecekler. Babaannem de sigara içerdi. Hiç unutmuyorum. Bir yaz günü avluda yer sofrasında bütün aile bir aradayız. İyi hatırlıyorum, o sırada ortaokuldaydım. Bir ara babam dedi ki; 'Aney! Hükümet bir kanun çıkarmış; tütün vergilerinden şehit yakınlarına maaş bağlıyor. Birikmiş paralarını da toptan ödüyor. Mehemet ağamdan dolayı bu maaşı sen de alabilirsin.' Babaannem, bir an durdu, sonra cebinden teneke sigara kutusunu çıkarıp sofranın kenarına bıraktı ve babama döndü. 'Mahmut!' dedi. 'Benim bir ziyade masrafım bu cıgaradır. Bundan sonra bunu da içmem. O parayı alıp o çocuğun öbür dünyasını da zindan etmem.' Elli senedir içtiği tütün orda kaldı, bir daha ağzına koymadı. Babam da bir daha o konuyu açmadı. O anı, her hatırladığımda, her anlattığımda ağlarım. Babaannem çok dindar bir kadındı. Çok namaz kılardı. En sonunda namazda öldü zaten.
Son bir şehidimiz daha var. Yılını hatırlamıyorum, halamın torunu askerde iken teröristlerce şehit edildi.
M. Sarmış: Şimdi babanıza gelelim.
F. Subaşı: Dedemle ilgili bir bilgi daha vereyim. Üç defa evlenmiş. İlk eşinden bir oğlu olmuş, küçükken, ölmüş. Kadın da tüberkülozdan ölmüş. Sonra babaannemle evlenmiş. Ondan sonra, babaannem daha hayatta iken bir evlilik daha yapmış. Babamın evlenmesinden iki ay sonra. O hanımından da beş çocuğu olmuş, üç halam, iki amcam. En son amcam benden beş yaş küçüktü.
Bizim baba evimiz Bıçakçılı Mahallesinde eski bir Ermeni eviydi. Geniş bir avlusu ve havuzu olan çok büyük bir ev. Bıçakçılı Mahallesi, Meydan Sokak, Numara 26.
M. Sarmış: Ne oldu o ev?
F. Subaşı: Sonradan satıldı.
Babama gelince… Babaannemin hayatta kalan tek çocuğu. Adı Mahmut. Şehit olan amcamdan 10 yaş küçük. 1903 doğumlu. Kunduracı Pazarında berberdi. (Röportajın sonunda Mevlevihane'nin etrafında birlikte bir tur attık. Yerini bizzat gösterdi. Eski Kasap Pazarı'nın batıya bakan kapısının hemen kuzeyinde. M. S.) Annemin ismi de Dursun. 1924 Yılında evlenmişler.