Evet; dostlarımızı, büyüklerimizi, güzel insanları ve iyileri birbir aldı, adı musibet 'taçkıaran' hastalığı, bizden aldı birer birer güzel insanları, iyileri daha ömürlerinin baharında yeni şeyler üretecekken, yeni kitaplar yazacakken yarım bıraktırdı maalesef … Tam da bir yıl olmuş ve mezarı başında Ağabeyimizi anmaya gittik, 20 Kasım 2021 Cumartesi, saatlerimiz 11.00'i gösterdiğinde mezarı başında kıymetli eşi, kızları ve oğlu Mesut kardeşim…
Torunu Yasin-i Şerifi okurken dalgın gözlerle A. Kadir İkbal, Kemaleddin Uğuzlu ağabeyimiz ve diğer kadim dostları hûşû içinde Kur'an-ı Kerim tilavetini dinlediler, o çok sevdiği Kur'an-ı Kerim'in güzel sesi durunca, fatihalarla ruhunu okşadılar kadim dostları ve ruhu şad olsun diye İkbal abimiz konuştular sonra Kemaleddin hocamız ve yine Kur'an-ı Kerim konuşmaya başlayınca herkes sustu her şey sustu, ağaçlar börttü böcek sustu ve aşka geldi Misbah hocamız, ben inanıyorum ruhu şad oldu.
Yasin-i Şerif'in sesiyle sedasıyla ne güzel biömür bıraktın Misbah ağabey, geride Kur'an tilavetiyle seni anan ve hatırlayan kadim dostlar bırakmışsınız, sonrası çok sevdiğin kırmızı karanfiller sen kınıfır dedin; ama biz kırmızı karanfillerle seni hatırladık, anılmaya değersin ;çünkü iz bıraktın bir kırmızı kınıfır kokusu gibi ruhlarımızda, ruhun şad olsun mekanın cennet ve nurlar içinde uyu Misbah Ağabey…! Hz. Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa'ya (a.s) komşu ol, kabrin pürünur olsun inşallah… Geçen yıl vefatının ardından yazdığım yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum…
'SÖZ SIRASI' isimli köşesi yetim kaldı.
Üzgünüm, üzgünüz; Misbah HİCRİ hocamızı da kaybettik, corona illeti bir değeri daha bizden kopardı. Urfa; çok kıymetli bir kültür, sanat ve edebiyat adamını ebediyete uğurladı. Her vefat erkendir ama; Misbah hocamızın ki gerçekten çok erken oldu… Daha dün gibi 'Benim Kıymetli Hocam..!' sesi kulağımdadır…
Nazik, zarif, kibar ve kelimeleri seçerek sizinle konuşan bir Urfa beyefendisiydi. Kendisini yetiştirmiş, okuyan, gezen, iyi gözlem yapan, derin dostluklar kuran ve insana, geleceğe yatırım yapan tam bir aydın, entelektüel; aslında cümleyi şöylede devam ettirebilirim adam gibi adamdı, yazardı, iyi de yazardı.
Üretkendi, devamlılığı severdi, GAP Gündemi'ndeki yazılarını 'SÖZ SIRASI' isimli köşesinde aksatmadan yayımlardı, en son yazısına baktım vefatından iki gün önce yayımlamış. Biz kendisini kasım ayının 27'sinde bir Cuma günü uğurladık. Kendisi ise 25 Kasımda 'Bir Öğretmenler Günü' isimli yazısını köşesine taşımıştı. Son anına kadar yazmaya devam etti.
Zamanının kıymetini bilirdi. Yazmak onun için bir var oluştu. Erdemliydi ve erdemli davranmayı severdi. Sözü, sohbeti naifti, hoştu. Sıkmazdı da zaten. Kelimelerin ruhunu bilirdi. Onun için nerde, hangi kelimeyi kullanacağını çok iyi bilirdi. İrfan sahibiydi, ilm-i siyaseti biliyordu. Cemaat ehliydi, bulunduğu mekanda bir ağırlığı olurdu ve bunu da herkes hissederdi, ismiyle müsemmaydı.
Hani derler ya bazı isimler ağır gelir çocuklara koymayın diye Misbah hocamız; hem MİSBAH'tı hem HİCRİ'ydi. Yani isminin de soy isminin de hakkını vererek yaşadı ve bu dünyadan göç eyledi. Uzun yıllar Şanlıurfa'nın köylerinde öğretmenlik yaptığı için kadim dostluklar kurmuştu. Dil/Lisan bildiğinden, yöre halkı tarafından sevilirdi. Çünkü insanların gönüllerine girmeyi başarmıştı. Ben bu dostlukların birçoğuna bizzat şahit olmuşumdur. İkramı severdi, tanısın/tanımasın yardımcı olmak için çaba gösterirdi. Şanlıurfa merkezde, Büyükşehir Belediyesi Binasının karşısında Urfa İşhanı'nın ikinci katında kendi ifadesiyle 'Yazıhanesi' şimdiki ifadeyle ofisinde misafirlerini, dostlarını ağırlardı. Orada benim bizzat şahit olduğum-zihniyeti ne olursa olsun- kıymetliyse, bir değerse zengin fakir demeden ağırlardı.
Bakandan, tutun da, bürokratına kadar, milletvekilinden tutun da belediye başkanlarına kadar şair, yazar entelektüel, kadın, erkek, yazan, çizen, okuyan, üreten, seçkin insanları Misbah hocamız kendine yakışır bir üslupla ağırlardı. Orası bir ofisten ziyade; bir kütüphane, bir kültür odası gibiydi. Tüm eserleri oradaydı. Kitapları, sözlükleri, plaketleri, tesbihleri ve daha nice özel eşyası…
Kendisinin bir yağlı boya portresi duvarda asılıydı, ne kadar da güzel bakardı kahverengi gözleriyle..! Renklerin dilini bilirdi ve güzel koku gelirdi odasından etrafa. Düzenliydi, titizdi, güzel giyinmeyi ve kaliteli saat takmaktan keyif alırdı. Temizdi, temizliği severdi ve hakikatli bir insandı, inançlıydı, inandığı şeyleri söylerdi ve yaşardı da. İnanmadığı ya da yanlış bir mevzuu olduğu zamanda söylemeden geçemezdi, bazen bundan dolayı da etrafında ki kişiler eleştirirdi kendisini.
Urfa da yazınsal hayatta bir eser çıkmışsa ve eline geçmişse okurdu ve ' SÖZ SIRASI'na koyardı. Sözünü kimsenden sakınmazdı, hicvi severdi, belki de bundan dolayı bazı yazar ve şairler kendisine zaman zaman alınganlık etti. Ama Misbah hocamız edebi vakarından hiçbir şey kaybetmeden çizgisini hiç bozmadan yazdı.
Birçok kitap yayınladı: 'Mutluluk Uğruna', 'Çığlığa Duran Sözler', 'Talihsiz ve Tarihsiz Şiirler', 'Bedeli Ödenmiş Sözler', 'Bini Aşan Hasret' adlarında beş şiir kitabı, deneme, gezi, derleme, araştırma türünden yazılarını topladığı 'Tarihin Adı Urfa', 'Efsaneler ve Gerçekler', 'Yaşayıp Gördükçe', 'Coğrafya Kaderdir' adlı kitapları, 'Harran Şiirleri Antolojisi' , 'İdama Yürüyen Adam' isimli öykü kitabı ve Urfa'da yayımlanan/Urfalıların yayımladığı kitaplar üzerine yazdığı köşe yazılarından meydana gelen 'Gönülden Kaleme' adlı bir kitabı…
En son bir kitap basmaya hazırlanıyordu; köy köy gezip bizzat kaynak şahıslardan dinleyerek notlarını alıp bize de zaman zaman okuttuğu 'Urfa'nın Efsaneleşmiş Yiğitlerini' anlattığı anı/biyografi türünde bir eser düşünüyordu, ona da ömrü vefa etmedi. Rabbim gani gani rahmet eylesin, mekanı cennet, makamı ali olsun inşallah...
Biz kendisiyle sık sık görüşürdük. Benim son öykü kitabım 'Gebece'yi de 'SÖZ SIRASI' isimli köşesine taşımıştı. Derdi ki 'Benim Kıymetli Hocam' kitabın baskıya girmeden önce getir bir son okumayı da ben yapayım, derdi. Yapıcı eleştiri yapardı. Şu ifadelerin bir letafetine bakar mısınız?
'Ancak kitabı okuyunca bu ufak-tefek olumsuzluklar sizi pek etkilemeyecektir. Benim öneri ve eleştirilerim yazarın kendini yenilemesi, yeni kitap çalışmaları olduğu zaman fikir teatisinde bulunmasında faydalı olacağı kanaatine binaen yazıyorum.
Ali Hoca'nın çocukluğu bizimki gibi çeşitli işlerde çalışarak hayatını kazanmakla geçirmiş. O sanmasın ki bu yaşam yalnız onun payına düşmüş. Yaptığımız işleri sıralarsam bu yazının yarısını bulur sanırım. Niçin bunu yazdım? Her kitabının kapağına 'Bir Kahveci Çırağının Hayatın İçinden Hikayeleri' diye yazınca benim de yaptığım işler hatırıma geldi.
Esas ona okumayı, yazmayı sevdiren 'Kahveci Çıraklığı' değil; onun hayatında dönüm noktası olan 'Kitapçı Çıraklığı' yapmasıdır. Bu onun hayatında yeniliklerin oluşmasına neden olmuştur. Kitapların tozunu silmek, her gün farklı bir kitaptan birkaç sayfa okumak başlı başına haz veren bir duygu ve aynı zamanda benimseme…
Her yazarın taşıdığı özellikler arasında, bazen şiirde kendini gösterir, bazısında hikaye, kimisinde ise romanda etkilidir ve başlı başına kendini kanıtlar. Ali Hoca'nın anı-hikaye ve efsanede başarılı olacağına inanıyorum. Bu çizgi onun kalemini fazlasıyla sevdirecektir.
Kimi şairler, hikayeciler ve romancılar kahramanlık yaptığı alanları paylaşırlar. Bazısı bir serüvenin trajedisinin içindedir. Kimisi sevginin kahramanı, kendini feda eder insanlık uğruna, kimisi acı ve ızdırabıyla hemhaldır. Bazıları da var ki baş döndürücü bir uğraşla atar kendini hayatın içine, elinde 'Zeytin Dalı' ile seslenir koca dünyaya... O 'Zeytin Dalı' değil midir ki Nuh'un karaya ayak basmasına vesiledir.
Her yazarın başat ettiği barışa özgürlüğe uzanan elleri öpmesidir. Hele o beyaz güvercini mavi gökyüzü ile buluşturanlar hiç unutulur mu? İşte Ali hocayı bunların içine koyarak irade ve duruşu ile anı ve hikayelerini 'Lacivert Gecelerin' sesi olduğunu anlıyoruz. O sıkıntılarını, dertlerini baş başa kalarak kağıda döker, topluma, insanlığa hizmet olsun diye…' der bizim için yazdığı köşe yazısında… Onun için Urfa bir değerini daha kaybetti. Kendisini, bildiklerini paylaşmayı seven; ilim, irfan ve hakikat yolcularıyla aynı halkada bulunan, ilmik ilmik söz dizen, şiir söyleyendi. 'Urfalı Kızı' şiiri öksüz kaldı şimdi.
Gençlerle buluşmayı, deneyimleri onlara anlatmayı, şiiri, sanatı ve edebiyatı sevdirmeyi kendine misyon edinmiş bir entelektüeldi. Bizim okulda iki defa öğrencilerimle söyleşi yaptı. Doyumsuzdu, sıkmadı, özlenildi. En son öğrencilerimle birlikte ofisine röportaj için gittik. Çok mutlu oldu. Yaptığımız röportajı Şanlıurfa Sosyal Bilimler Lisesinin web sayfasında yayımladık. Kendisine gönderdik. Sevinmişti. Nerden bilebilirdik ki son söyleşimiz olacak. Kafama takılan sorular olduğu zaman özellikle de kelimelerin etimolojisiyle ilgili sorular olduğunda kendisine başvururdum. Usul usul anlatırdı.
Derin bir kelime tarihi bilgisi vardı. Faydalanırdık. Ayaklı sözlük gibiydi. Kurban bayramında aradığımda, Alanya'da ki yalısında olduğunu ortamın iyi olmadığını orda bile çok dışarı çıkmadığını söyledi. Urfa'ya da bundan dolayı gelmek istemediğini söylüyordu.
Zaten geldiği gibi de bir duydum ki rahatsızlanmış. Aradığımda dönmedi. Sonra kendisi aradı, konuştuğumuzda sesi iyi gelmiyordu. 'Benim Kıymetli Hocam, Fakültedeyim, Dua Et…' dedi. Sonra mesajlarıma cevap vermez olunca, oğlu Mesut bize: 'Hocam, Babam yoğun bakımda, biraz sıkıntılıyız, kök hücre tedavisi yapacağız inşallah cevap verir.' dedi. Malum haberi duyduk, yıkıldık. Güzel bir 'Lacivert Gecede' Hakka yürüdü. Cuma günü cenaze namazında, sevenleriyle 'Ubuydullah Camii' doldu taştı. Doğduğu topraklara o çok sevdiği mahallesinde ki 'Harrankapı'ya ebedi istiratgahına uğurlandı.
Urfa önemli bir değerini daha coronaya kurban verdi. Bir kelam ve kalem erbabını kaybetti. 'SÖZ SIRASI' yetim ve öksüz kaldı. Şanlı şehirden, Urfa'dan ismiyle müsemma bir Misbah HİCRİ, geçti.
Allah gani gani rahmet eylesin, mekanı cennet, makamı ali olsun inşallah...
YAZAR HAKKINDA