'Ülke coğrafyasında bir dilim vardı

Yunus'un Galip'in soylu gergefi'

Mehmet Akif İNAN

İnsanlar arasında iletişimi sağlayan dil doğal bir araçtır. Doğal olması onun canlı olmasına bir kanıttır. Dilin kendine özgü kanunları olan ve bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli ise bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi ve seslerden örülmüş sosyal bir sistemdir. Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan en önemli unsurdur. Çünkü insanlar duygularını, düşüncelerini, fikirlerini birbirlerine aktarmak ve isteklerini iletmek için dil dediğimiz vasıtaya başvururlar.

Ondan dolayıdır ki insanoğlu canlı bir varlık olduğundan dilde canlı bir varlıktır. Dil insanların kullandığı her hangi bir nesneye benzemez. Onun aracılığı sadece anlaşmayı yapması bakımındandır. Nesiller arasındaki bağda dil ile gerçekleştirilir ve geçmişten kopuş dil ile önlenmiş olur. Dil zaten nesilden nesile aktarılan canlı bir varlıktır aynı zamanda.

Bu aktarım yapılırken değişim dönüşümde olabilir bazen; ama öyle istediğimiz gibi kaidesiz olmaz, bazı kuralları vardır dilin kendince. İnsanlar dile istediği gibi hükmedemezler. Dilin kendine özgü doğallığı vardır. Ve bu doğallığa uymak ise biz insanlara-onu kullananlara- düşer. Yani dile biz değil, dil bize yön verir. Bu bakımdan canlı bir varlık olama özelliğine sahiptir.

Türkçe nesneleri ve hareketleri karşılama bakımından iki yöne bakar. İsimler ve fiiller. Nesneleri isimlendirerek anlamlandırırız. Ve hareketlere de isim vererek fiil isimlerini ifade etmiş oluruz. Türkçede isimler ve fiiller açık olarak görünürler ve anlamlandırılırlar. Kökün açık olarak görünmesi demek eklerden sıyrılmış haliylede bir anlam ifade etmesi, isim kökü ise tek başına, fiil kökü ise diğer fili kökleri gibi ekler alarak kullanılması demektir. Misal olarak baş-lık, süt-çü, bağ-lamak kelimelerinde baş, süt, bağ isim kökleri açık olarak görünmekte ve tek başlarına da kullanılmaktadırlar. Aynı şekilde geç-miş, bil-gi, sev-dirmek kelimelerinde geç-, bil-, sev- fiil kökleri açıkça belli olmaktadır.

Yani Türkçedeki isim ve fiil kökleri dışarıdan müdahaleleri kabul etmeyen bir dil yapısına sahip canlı varlıktır. Örneğin otomobilde bir araçtır, at da bir araçtır uzağı yakın eden. İnsan otomobile istediği gibi yön verebilir; ama at karşısında onun tabiatına uygun hareket etmek zorundadır. Otomobile istediği şekli verir, onun biçimini istediği şekle sokar, onu istediği gibi kullanır, isterse bir uçuruma sevk edebilir. Fakat at dediğimiz canlı olan varlığın biçimini değiştiremez, onu istediğimiz gibi kullanamaz ve istediğimiz yere sevk edemeyiz. Başını da kesseniz ata korktuğu yerden bir adım attıramayız.

Mesela bir uçuruma sevk edemeyiz. İşte dilin araçsallığı böyle bir araçsallıktır. Yani bir atın araçsallığı gibi. Dil de işte iletişimi sağlamak yönünden bir araç gibi iş görür, yalnız doğal, canlı bir varlık gibi. Doğal ve canlı olan dilin kendine özgü kuralları ve kendine özgülülüğü vardır. Bunlara dil kuralları deriz. Bunlar kendi içinde dilin prensipleridir. Bunlar dille birlikte doğup, büyüyüp, gelişirler ve o dili ifade ederler. Türkçe, Kürtçe, Arapça, İngilizce, Fransızca ve Farsça gibi. Yani her ırkın kendine özgü, doğasına uygun yarattığı bir gizli anlaşmalar sistemi gibi.

Dil canlı bir varlık gibidir. Zaman zaman tarihi seyri içerisinde gelişen ve serpilen bir görüntü de verir. Bu dilin tabiatında vardır ve konuşulduğu kadar yayılır, gelişir. Konuşulmazsa yok olup gider. Bütün gelişmeler ve değişimler dilin kendine özgülüğünü koruması ve dışarıdan gelen müdahalelere karşı da kendini korumaya almasına sebep olur. Kendinden olmayan hiçbir şeyi kabul etmez eğer ederse yozlaşma olacağından yok olma sürecini başlatmış olur. Dilin doğal, canlı ve devamlılık gibi yönünden dolayı dışarıdan suni müdahalelere karşı dirençlidir her zaman.

Dilin canlı bir varlık olarak yapısından dolayı, bireylerin ve toplumun istedikleri şekilde karışmalarına izin vermez kendisine. Dilin bireylere ve topluma tabi olmayan bir tabiatı vardır. Bireyler ve toplum dile tabii olmak zorundadır. Dilin kendine özgü kanunları ve prensipleri vardır ve bunlar kendi kaideleridir.

Bu kaideler dışına çıkılarakta dilin o canlı yapısına bir şey kazandıramayız. Çünkü dil ancak kendi bünyesine ve tabiatına uygun olan şeyleri alacaktır. Fıtratına uygun ne varsa o şekildeki müdahaleyi kabul eder yoksa diğer şeyler zorlama olacaktır. Buda onun canlı bir varlık olmasına terstir aynı bir atı uçuruma sevk etmek gibi bir şeydir.

Bundan dolayıdır ki dilin bünyesini saran yabancı unsurlar, zararlı otlar gibi, dilin doğal gelişimine engel olurlar. Böyle durumlarda dilin doğal gelişme yolunu açık tutmak için yabancı unsurları temizlemek üzere dile dışarıdan yardım etmek mümkündür.

Yani yabancı otları temizlemek ve yabancı kelimeleri dilden uzak tutmak yada dile gren yeni kelimeleri o dilin kaideleri çerçevesinde kullanmak gibi. Bu da dile kendi kaideleri içinde kalarak ve dilin doğallığına müdahale etmeden faydalı olunur. Çünkü dil kendi kanunları ve kendi prensipleri ve doğallığı içinde aynı vermiş olduğumuz at örneği içerisinde gelişen, dönüşen ve dönüştürülen bir canlı varlıktır.

Şimdi bir düşünelim son yüz yılda bu coğrafyada konuşulan ve canlı bir varlık olarak dile getirdiğimiz Türkçeye, Kürtçeye ve Osmanlı Türkçesine yapılan müdahaleleri. Kendi geçmişinden bihaber yaşayan Âsımın neslini, atalarının dilini okuyamayan, yazamayan ve anlayamayan Yeni Türkiye'nin gençlerini…!!!