Ressam olan en büyük abisi Nihat Kürkçüoğlu'nu çocukluktan itibaren çeşitli yerlerde gördüğüm resimlerinden tanırdım. Bir büyüğü olan Cihat Kürkçüoğlu ile de çok eskiden tanışırdık, ama özellikle Eski Urfa yürüyüşlerim sırasında samimiyeti ilerlettik. Bir küçüğü Sabri Kürkçüoğlu ile de iyi kötü bir tanışıklığımız vardı. Fakat Fuat Kürkçüoğlu ile tanışmak nasip olmamıştı.
    
Kendisi ile 2018 yılında "Çapıt Top" romanı vesilesiyle tanıştık. Kitabı okumuş ve çok beğenmiştim. Yer yer gülmüş, yer yer ağlamıştım. Sonra da hakkında bir köşe yazısı yazıp GAP Gündemi Gazetesinde yayınlamıştım. O yazı dolayısıyla sosyal medya üzerinden tanışıp arkadaş olduk.

Bir gün yüz yüze tanışmak üzere, İl Milli Eğitim Müdürlüğünde bilgisayar formatörü olan damadı Necati Türk ile beraber Yenişehir'deki atölyesine gittik. Bir apartmanın giriş katındaki atölyesine hayran kaldım. Her taraf yaptığı çok güzel resimlerle ve Eski Urfa kültürüne ait eşyalarla doluydu.  Fakat esas hoşuma giden, o küçük yerin, içi tıkış tıkış dolu olduğu halde tertemiz, tertipli, düzenli oluşuydu.  Fuat Hocanın çay, kahve ikramı bile özenliydi. Erkeklerde, hele sanatla uğraşanlarda çok da alışık olmadığımız bir titizlik.

    Kendisiyse beni hiç şaşırtmadı. Çapıt Top'u okurken gözümde canlanan o afacan ama aynı zamanda duygusal çocuğun büyümüş hâli gibiydi. Mütevazı, mahcup, muzip ve bol esprili.
    
Uray Otel romanından sonra tekrar ziyaret edip kitabı imzalı olarak bizzat kendisinden aldım.
    
Bu arada sosyal medya üzerinden de diyaloğumuzu bir hayli geliştirdik.
    
Röportaj listeme erkenden almıştım. Fakat, niyetim her biri Urfa kültür ve sanatında önemli izler bırakan Kürkçüoğlu kardeşlerle büyükten küçüğe röportaj yapmaktı. Nihat Kürkçüoğlu ile yaptım. Sonra Ankara'ya yerleşen Cihat Kürkçüoğlu'nun Urfa'ya geleceği zamanı gözetlemeye başladım. Baktım geleceği yok Fuat Hocayı öne aldım.

11 Ekim günü, benim Merkez Ortaokulu'ndan müdürüm, onun yakın arkadaşı Ahmet Karavelioğlu, onun Karaköprü'deki atölyesine yemeğe davet etti. Yemekte ilkokul öğretmenlerim Bakır Algın ve Mehmet Acar da olacaktı. Memnuniyetle gittim. Yeni atölyesi de eskisi kadar titizlikle döşenmişti. Güzel bir sohbet oldu. O ara kendisine niyetimi de belirttim. Nihayet 24 Ekim 2023 Salı günü o güzel mekânda buluştuk.    

***
M. Sarmış: Sevgili hocam! Urfa'nın bilinen, köklü bir ailesine mensupsunuz. Büyük abiniz Nihat Kürkçüoğlu ile röportaj yaptığımız zaman, o biraz anlatmıştı. Diğer abiniz Cihat hoca da çeşitli yazılarında bu konudan bahsediyor. Konuyu size getirmeden önce bir de sizden dinleyelim Kürkçüoğlu ailesini…

F. Kürkçüoğlu: Evet, biliyorum. Onun için ben çok eskilere gitmeyeyim. Daha yakından, dedemden başlayayım. Babamın babası Hasan Kürkçüoğlu. Onun üç oğlu, dört kızı oluyor. İsmail ve Ömer amcam. İki amcam da  Mevlehana'da kuru gıda satarlardı. Mevsimine göre, daha ziyade civar köylerden gelen sadeyağ, pekmez, kuru üzüm, fasulye, nohut, küncü vesair… Babamın adı Bekir Sıtkı.  Kunduracılık mesleğini seçmiş. O da şöyle olmuş: Dedem kendisini bir Ermeni'nin yanına çırak olarak vermiş. Orada çalışırken biraz Ermenice de öğrenmiş. Bize bahsederdi zaman zaman.

M. Sarmış: Ustasının adını biliyor musunuz?

F. Kürkçüoğlu: Hayır.

M. Sarmış: Dükkânları nerede imiş?

F. Kürkçüoğlu: Aşağı Çarşı'ya inerken sağda Kardeşler Camii'nin biraz aşağısında imiş. Gönüllü Kuruluşlar Aşevi var ya! Eskiden orada Saad Ağa'gilin (Said Ağan) Kabaltısı varmış. Orası yolun solunda, bunların dükkânı da yolun sağına düşüyormuş. Babam kalfa olmuş, sonra usta olmuş. Sonra da yine o sırada kendi dükkânını açmış. Bu arada ustası ölmüş veya Urfa'dan gitmiş.

M. Sarmış: Hem ayakkabı yapıyor, hem tamir ediyor…

F. Kürkçüoğlu: Hayır, tamir yok, sadece yenisini yapıyor. Sipariş üzerine yapardı. Hem erkek, hem kadın ayakkabısı… Şöyle diyelim… Urfa'nın tanınmış aileleri özellikle babamı tercih ederlerdi. Hem beylerine, hem kadınlarına, hem çocuklarına ayakkabı diktirirlerdi. Erkekler ve erkek çocuklar, ayaklarının ölçüsünün alınması için dükkâna gelirdi. Kadınların ve genç kızların ölçüsü için de babam evlere giderdi. Biz de beraber giderdik. Yani çıraklarla birlikte… Parmaksızlar'ın, Hacıbanlar'ın, Karalökler'in, Abamorlar'ın evine çok gittik. O zamanlar yedi sekiz yaşlarında idim. Babam avluda bir sandalyede otururdu. Kadınlar, genç kızlar kapalı bir şekilde utana sıkıla gelirdi. Babam ayaklarının ölçülerini alırdı. Bir de "skala" dediğimiz deri çeşitlerini götürürdük. Rugan, yılan, timsah derisi ve  daha başka çeşitleri vardı. Hanımlar içeriye götürüp inceler, hangisini istiyorlarsa bildirirlerdi. Babam da hem ölçülerini, hem deri çeşitlerini not alırdı. Sonra özene bezene dikerdi. Bu sefer provaya giderdik. Hanımlar giyer, bakardı. Dar mı olmuş, geniş mi olmuş, ayaklarını sıkıyor mu, sıkmıyor mu; babam kontrol eder, tekrar not alırdı. Nihayet bitince kalfayla beraber biz götürürdük.

M. Sarmış: Bahşiş filan da veriyorlar mıydı?

F. Kürkçüoğlu: Hem de nasıl? Zaten biz bahşiş için giderdik… Bir de memleketin ileri gelenleri gelirdi babama. Mesela yeni bir vali geldi diyelim. "Buranın iyi terzisi kim? İyi berberi kim?" diye soruyor. Onun gibi "İyi ayakkabıcısı kim?" diye de soruyor. Babamı söylüyorlar. Vali yardımcısı, alay komutanı, belediye başkanları, diğer ileri gelenler… Soranlara hep babamı söylüyorlar. Onlar da geliyor. Mesela çok iyi hatırlıyorum Belediye Başkanı Mustafa Kılıç (1963-1973) babama senede iki üç tane ayakkabı diktirirdi. Allah rahmet etsin, giyimine çok düşkündü. M. Sarmış: Onlar da ölçü için dükkâna mı gelirdi? Yoksa babanız mı onlara giderdi?

F. Kürkçüoğlu: Hepsi bizzat dükkâna kadar gelirdi. Ha, birde aklıma gelmişken söyleyeyim. O zamanlar babam Askeriye'ye yani subaylara, bir de yetiştirme yurdu öğrencilerine ayakkabı dikerdi.

Biraz öncesine gidecek olursak, babam iki yıl askerlik yaptıktan sonra Alman Harbi'nde (ikinci Dünya Savaşı) tekrar askere alınıyor. Dedem kendisine at aldığı için Urfa'da atlı asker olarak iki yıl daha görev yapıyor. O zaman böyle bir uygulama var. Atı olanlar kendi memleketlerinde askerlik yapabiliyor. Babam o sırada evli. Annem iki yıl dedemgilde kalıyor. Çok sıkıntılar çekiyor. O zaman yokluk, yoksulluk çok.

M. Sarmış: Bu arada annenizin ismini de öğrenelim.

F. Kürkçüoğlu: İslim… Savaş ailesinden…

M. Sarmış: Babanız askerden geldi. Sonra?

F. Kürkçüoğlu: Geldikten sonra ayrı eve çıkmak zorunda kalıyorlar. Ulu Cami'nin kuzey batısında, cami haziresine bakan evler vardır. İki kapılı evlerdir. Bir kapısı cami tarafına açılırken bir kapısı da, şimdi Demokrasi Caddesi denilen yola bakan bir tetirbededir. "Tavuzgilin Tetirbesi" derlerdi. 
Annemin "Tavuz Dayze" dediği bir hanım yaşardı. Babamgil ilk olarak orada bir ev tutuyorlar. Tabii kiracı olarak. Komşularımız arasında Kaysı Hakkı Amcagil var, Hac Gaffar Ağalar var, kapı karşımızda babamın amcasıoğlu Halil Kürkçüoğlu'nun evi var. Şimdi onun evi konukevi olmuş. Babamın eli biraz para tutunca Şehit Nusret İlkokulu'nun karşısındaki sokakta bir ev alıyor.

M. Sarmış: Temur Sokak…

F. Kürkçüoğlu: Evet Temur Sokak. Yine bir tetirbenin içinde. Niçin? Her erkek kıskançtır da, babam daha kıskançtı, aşırı kıskanç. Tetirbede ev alıyor, ola ki kapı açık olursa kimse içeriyi görmesin… Ben demin bahsettiğim aşağı evde doğmuşum. Nihat abim, Cihat abim ve ben. Mustafa ve Sabri kardeşim de sonradan alınan bu Temur Sokak'taki evde doğdu.